Futbolcular aynı zamanda taraftarların ‘iyi oyun’ değil sadece kazanma baskısı altında da olduklarından ‘oyun’u ‘iş’e çevirmeye mecbur kalırlar ve sorunlar başlar...

Oyunu işe çevirince sorunlar başlıyor

CEM DİZDAR

Futbolun basit bir oyun olduğunu savlayanlara inanmayın. Onlar futboldan anlamıyor. Sevdiğimiz oyun son derece karmaşık ve aslında bize dünyadaki gidişata dair çok şey anlatıyor.

Örneğin, aslında oyun olması hasebiyle futbolun ekonomik değer yaratma gibi bir eğilimi yoktur! Kulağa tuhaf geliyor değil mi? Ama öyle... Çünkü ‘oyun’ sadece insana özgü bir faaliyet değil! Hayvanlar yavrularını gelecek günlere oyun oynatarak hazırlar!.. Yani, Huizinga’nın da belirttiği gibi ‘insandan önce var olan bir faaliyet’ oyun... Tıpkı hayvanlar gibi oynamaya, futbol oynamaya soyunan insanlar meta üretme hevesi/motivasyonuyla takılmaz topun ardına. Daha çok eğlenme arzusu daha az da ihtirası nedeniyle başlarlar koşturmaya.

Bugün futbol konusunda kafamızı karıştıran şey onun oynadığımız değil yığınsal olarak izlediğimiz bir şeye dönüşmüş olmasından kaynaklanıyor. İzlediğimiz, izlemek için de mutlaka ekonomik bir sürece girmek zorunda olduğumuz - seyahat, satın alma, satın alınacaklar listesini genişletme (!), satın alınması gereken yeni şeylerden haberdar olma (!) vb. - faaliyetin adının futbol olduğu belletildiğinden çıkıyor bunca hır gür...

Tam da bu nedenle, hakemin bir düdüğüyle milyonlarca lirayı (doğrusu euro’yu) bu takımdan ötekine aktardığı yolundaki ‘çarpıtılmış bilinçten kaynaklı inanç cümleleri’ her hafta binlerce ağız tarafından milyonlarca kez tekrarlanıyor...

Oyunun bu biçimde algılanması sadece izleyenleri/taraftarları değil oyuncuları, yani futbolcuları da icra ettikleri faaliyete yabancılaştırıyor. Bunun en çarpıcı örnekleri İnönü’de son olarak oynanan Ziraat Türkiye Kupası eşleşmesinde Beşiktaş ile Fenerbahçeli futbolcular arasında yaşandı. Sonra hadiseye taraftarlar dahil oldu. Ve son olarak hukukçular noktayı koydu! Neler mi yaşandı?

Ülkenin gerek rekabet gerek maddi açıdan en kıymetli maçlarından biriydi bu maç. ‘Kıymet’ bağlamında ilk sıradaki karşılaşma tartışmasız Fenerbahçe ile Galatasaray arasında oynanandır. Beşiktaş’ın bu iki takımdan biriyle oynayacağı maçın ‘zorluk ve kıymet derecesi’ ligdeki durumlar göre değişkenlik arz eder.

Bir önceki sezon ve bu dönem şimdiye değin gösterdiği performans düşünüldüğünde Beşiktaş, hem de kendi sahasında

oynama avantajından dolayı ciddi oranda maçın favorisiydi. Ancak futbolda çoğunlukla hesapta olmayan bir şeyler devreye girer ve maçın sonucuna direkt etki eder. Ülkemizde oynayan futbolcular arasında en kariyerli olanlardan biri şüphesiz Fenerbahçeli Robin Van Persie’dir.

Onun maç içindeki ceza gerektirmeyen ancak ahlaken tartışılabilir nitelikteki bazı davranışları maçın yönünü değiştirdi. Önce Beşiktaş kaptanı Oğuzhan ile didişti Van Persie. Ve ardından Beşiktaş stoperlerinden Dusko Tosiç’e yakın oynayıp temaslı bir ikili mücadele sırasında rakibinin asabını bozarak onun kendisine ‘kafa atma girişimi’ne tevessül etmesine ön ayak oldu. Hakem haklı olarak Tosiç’i kırmızı kartla oyundan ihraç edince de Beşiktaş eline geçirmeye başladığı oyunda dengesini yitirdi.

Ve şimdi yazımızı ilgilendiren ilk bölüm…

Çoğu etkinliğimizde olduğu gibi futbol da “Bedeni ön plana çıkarsa da önce ‘kafada’ oynanır..” (Mathias Roux/Sokrates Yeşil Sahalarda)

Bir ekonomik faaliyete dönüştüğü için çoğu futbolcu da işçinin emeğine yabancılaşması misali oyuna yabancılaştığından bu denli basit bir akıl yürütmeyi beceremez. Ya da Van Persie örneğinde olduğu gibi aklını ‘oyunun insanı yücelten’ yanına değil, ‘iş’in kazanma arzusuna emanet verir!

Oyuncular, çoğu insana göre hayli eğlenceli ve bir o kadar da popüler bir iş yapıp muazzam paraların üretim sürecinin aktörü konumundalar. Bu para üretiminin süreklilik arz edebilmesi her daim kazanmaya direkt bağlıdır. Futbolcular aynı zamanda taraftarların ‘iyi oyun’ değil sadece kazanma baskısı altında da olduklarından ‘oyun’u ‘iş’e çevirmeye mecbur kalırlar ve sorunlar başlar...

Beşiktaş-Fenerbahçe maçından sonra ‘oyun’dan çok ‘sosyal haller’in konuşulmasının önemli bir nedeni de ülkedeki oyun kalitesinin hayli düşük oluşudur. Futbol adına konuşacak az şey olduğundan polemik konuları ‘davranışlar’, ‘hakem kararları’ ve ‘verilen cezalar’a kilitlenir.

Bu ülkede futbola taktik ya da antrenman düzeyinde katkı verip farklılıklar getirecek devrimci karakterli teknik adam yokluğundan... Bu durumu belirli planlarla aşmaya çalışacak federasyon örgütlenmesi olmadığı/olamayacağından... Daha iyi daha eğlenceli bir oyun talep edecek izleyicisi bulunmadığından... Dönüp dolaşıp aynı yerlerde düğümlenen bir sarmalın içinde tartışmaya değil ama konuşmaya devam edip duracağız...

Öncelikle oyunun mevcut iktidarının her düzeyde yenilenmesi şart. Bunca yıldır sorunları yaratanların çözümün adresi olamayacağı gerçeğinden hareketle, oyuna gerçek manada ‘endüstriyel nitelik veren’ geniş yığınlar sahaya inmeden benzeri seviyede maçları ve benzeri şiddette tartışmaları defalarca izlemek zorunda kalacağız...

Çözüm aramak yerine mevcut işleyişten memnunken sanki değilmiş gibi yapan riyakârlıktan kurtulmadan oyun insani niteliğine kavuşturulamaz. İnsan mutluluğu, insan eğlencesi üzerine yürütülen bir faaliyetten söz ediyoruz. ‘Türkiye Kupası’nın ‘Süt Kupası’ diye nitelerse mağlubiyeti hafifleteceğini sanan Beşiktaş Başkanı Fikret Orman misali kazanmadığında izleme, oynama, antrenman yapmayı hiçleştiren muktedirlere karşı alınacak tavır hem futbolun hem dünyanın gelecekte gireceği rotayı belirleyecektir.