Burjuva sosyologları (işlevselciler), devletin, toplumun ortak çıkarlarını gözeten birbiriyle uyumlu alt sistemlerin düzenli ve dengeli birleşimi olduğunu söyler. Onlara göre sistemin her parçası, biyolojik sistemler gibi üstüne vazife gereksinimi karşılamak üzere bütünleşmişlerdir. Bazı sapmalar olsa bile sistem kısa sürede toparlanır ve işlevini yerine getirmeye devam eder. Büyük çoğunluk devletin böyle bir şey olduğuna inanır; sistemin her halükarda çalışacağına inandığı için de ona kutsallık atfeder. Hâlbuki devlet böyle bir şey değildir…

Seçin bir kurumu bakın; eğitim mi, ekonomi mi, hukuk mu, din mi toplumun ortak çıkarına hizmet ediyor? İsterseniz halkın can ve mal güvenliğimi sağlasın diye hem canıyla hem malıyla büyütüp beslediği güvenlik kurumlarına bakın… Evet, birinin çıkarına hizmet ediyorlar ama o toplum değil. Evet, alt sistemler gayet uyumlu işliyor fakat uyum sadece sistemin parçaları arasında, toplumla devlet arasında değil. Ekonomi, eğitim, din, hukuk ve diğerleri gayet istikrarlı bir düzen içinde topluma dikleşebiliyor.

Düşünün bir kez, mafya babaları bile kurbanına "oğlum" derken devlet baba, dilde dahi nezaket kurallarına uyma ihtiyacı duymuyor; vatandaşına "alçak", "şerefsiz", "namussuz" diyebiliyor. Bu, devletin kaba şiddet dışında kullanabileceği gücünün tükendiğinin delaletidir. O nedenle varlığını, birbirinin yardımına koşan insanların arasına bariyer kurarak, boşluğunu dolduran sivil girişimleri baskılayarak kanıtlamak zorunda kalıyor. Oysa vatandaş devleti karşısında değil, yanında görmek istiyordu; çünkü ona baba, ana gibi bir şey olduğu söylenmişti.

Bir zamanlar hem ana hem babaydı da İslamcı iktidar “parti devleti”ne dönüştürünce ebeveynlik rolünü yitirdi diyemeyiz. Eğer devlet, egemen ideolojinin anlattığı gibi idiyse, bir partinin işlevini bozduğu organlarını diğer organların tamir etmesi gerekirdi. Türkiye Cumhuriyeti devleti bir günde bu noktaya gelmedi; yasaması, yürütmesi, yargısı, ordusu, medyası, eğitimi, siyaseti bir bir fonksiyonunu yitirirken biri öbürünü düzeltmedi. Demek ki devlet bize anlatılandan ve düşündüğümüzden farklı bir şey…

Peki ama devlet nasıl bir şey? Devletin ne olduğu karar, denetim ve yönetim organlarına bakarak anlaşılır. Eğer halk, karar alma ve denetim mekanizmasından uzaklaştırılmışsa yönetim en güçlü birkaç çıkar grubunun eline geçer. Bunlar Türkiye’de din, büyük sermaye, ordu ve onları temsil eden bir avuç yönetici elittir. Her birini temsil eden elitler hem karar alıyor hem ülkeyi denetimsiz bir şekilde yönetiyor.

Halkın karar ve denetimine dahil olmadığı yönetim biçimlerinde “yönetici elit” kapatın dediğinde üniversiteler kapanır, alın şunu dediği derdest edilir, bırakın verginizi bağışınıza el konur ve hiçbir devlet organı ona “Bu kararınız hukuka, insan haklarına, ahlaka ve akla uygun değil” diyemez. Toplumsal iradeye dayanmayan, meşruiyetini toplumdan almayan yönetim biçimlerinde kullanılan araçlara göre devletin sıfatı değişir; oligarşik, monarşik, faşist, totaliter, otoriter…

Halk, yavaş yavaş yitirdiği karar alma ve denetim mekanizmasındaki kısmi rolünü tamamen kaybetti. Bunun sonucu olarak kamu işleri ve sorunlarına ilgisini de yitirdi. Fakat halk, 6 Şubat depreminde kamu olduğunu, kamusal gücünü fark eder etmez de kamusal alanın düzenleyicisi olduğunu düşündüğü devleti anımsadı. Kutsal bildiği devleti aradığı anda alanda göremeyince “Devlet nerede?” diye sormaya başladı. Devlet, buradayım diyemedi çünkü olması gereken yerde bankasında, sarayında, kışlasında, dergahındaydı.

İktidarı değil de devleti arayan vatandaşa yanıt yönetimin yeni taliplerinden geldi; “Devlet başka, iktidar başka!” Bu, iktidarın kim olacağına devletin karar verdiği ülkeler için geçerli bir tez değil. Birini diğerinden ayırdığınızda, Bahçeli’nin, meşru ortağı olmadığı hükümete talimat vermesini açıklayamaz; bilimi gözaltına alan savcının, kanınızı satan Kızılay’ın, birikiminizi kayıt dışı kasalara aktaran bankaların, devlet olduğunu gözden kaçırmış olursunuz.

Yurttaşın aradığı şey devlet; devletin en tehditkâr eliti Bahçeli ile yüzleşme cesareti göstermişken ona devleti bırak sana yeni bir iktidar vereyim diyemezsiniz. Öyle derseniz devletle yüzleşemez, ona çekidüzen veremez, aç gözlü yağmacılarla baş edemezsiniz. Unutmayalım ki oyunun kuralını alan belirler; senaryo ve oyuncular yeni de olsa alan (sahne), en azından dekor değişmeden yeni oyun sahnelenmez.