Özgürlük. Bu büyüleyici sözcüğün, yeryüzünün en güzel sözcüğü, daha doğrusu en güzel duygusu olduğunu yazmak, bilmek, anlatmak için şair olmaya hiç gerek yok. Özgürlük kadar olmasa da başka güzel sözcükler de var, Anka kuşu örneğin ya da Simurg. İkisi de efsane ya da hayal olduğu için, masal kuşları olduğu için güzel belki de. Acaba özgürlük […]

ÖZ-GÜRLÜK!

Özgürlük.

Bu büyüleyici sözcüğün, yeryüzünün en güzel sözcüğü, daha doğrusu en güzel duygusu olduğunu yazmak, bilmek, anlatmak için şair olmaya hiç gerek yok.

Özgürlük kadar olmasa da başka güzel sözcükler de var, Anka kuşu örneğin ya da Simurg. İkisi de efsane ya da hayal olduğu için, masal kuşları olduğu için güzel belki de. Acaba özgürlük de bir tür masal ya da hayal, rüya olduğu için mi bu denli efsunlu ve ulaşılmaz ve güzel?

Elbette bu soruların hiçbirini yanıtlayamayacağım, baştan söyleyeyim. Belki yanıtlayacak vardır. Yanıtı yoksa da, özgürlük sözcüğünü telaffuz etmek, tekrarlamak, ona bakmak, sevmek, harflerinin tozunu almak, şarkı gibi söylemek, onunla dans etmek, yazmak, aşkını düşünür gibi onu düşünmek, düşlemek, özlemek ve neden olmasın, öpmek, harikulade bir şey. Nefes almak gibi. Sözcüğe bakıp nefes almak. Bu ancak özgürlük sözcüğüyle olası.

Özgürlük, nefes almak. Sözcüğü Türkçede ‘öz-gürlük’ biçiminde okuduğumuzda ortaya çıkan anlam da, aslında nefes almaya benziyor. ‘Gürlük’, insanın kendini iyi, sağlıklı, taze, gür, güçlü, güvenli, yüksek hissetmesi. Öz’ünü ‘gür’ duyumsamak, bir anlamda bağımlı olmamayı da içeren, özgüveni de anımsatan, varlığını bütünlüklü bir biçimde kavramayı da anlatan bir şey.

Öz-gürlük; kimseye muhtaç olmamak, kendi beden, ruh, kalp ve akıl gücüyle istediklerini yapabilir olmak, kendi yolunu çizmek, kendi düşüncesi doğrultusunda ilerlemek, “Hürriyet Şairimiz” Tevfik Fikret’in unutulmaz dizesiyle, “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” olmaktır… Olmaktır olmasına da, insan sahiden özgür olmayı ister mi?

Bazen genetik olarak kodlarımıza ‘özgürlük korkusu’nun işlendiğini düşünüyorum. Özgür olmamak için bunca çok engel varken, hepsinden de önce insanın bizzat kendisi varken ve insan ‘konformist’ bir varlık olarak rahat, itirazsız, kabullenen, boyun eğen bir ‘tür’e dönüşmeye gönüllüyken, özgürlük sahiden de sadece felsefi bir sorun olarak kalacaktır belki de. Hatta “Ne gerek vardı şimdi buna?”, “Özgürlük şart mıdır?”, “Özgürlük de olmasa olmaz mı?” diye ilk elden feda edilebilecek kavramların başında geliyor bile olabilir!

Yani, insanın sahiden özgürlüğe ihtiyacı var mı?

Belki de yoktur. Belki de özgürlük hiçbir zaman olmamıştır. Fakat belki de hiç bu konulara girmemek gerekir, zira Tanrı kadar, yaratılış kadar kadim sorunlardır ve bir sonuca varılacağı, üzerinde uzlaşılacağı da şüphelidir. Bazen -mış gibi yapmak, çoğunlukla da varmış gibi yapmak kaçınılmaz olur. Diyeceğim, özgürlük, Tanrı kadar eski bir sorundur, varlığı yokluğu hep tartışılır. (Ve felsefecilere bırakılamayacak kadar da yaşamsal bir sorundur!)

Sınıfsız toplumlarda insanlar bir devlete, sınıra, kümeye doğmazlardı, göğe, suya, güneşe, toprağa doğarlardı. Şimdi neredeyse ‘fabrikasyon tavuk’lar gibi aynı standartlara doğuyoruz. Birbirinden pek farklı olmayanların yanına, birbirine benzeyen şehirlere, kültürlere ve neredeyse tek dile, İngilizce, doğuyoruz. Seri üretim olarak.

Özgürlüğün elbette daha iyi bir yaşamla ilgisi var. Sevgili şairimiz Cemal Süreya’nın “Kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı” dediği gibi. Özgürlük, diğer pek çok kavramdan soyutlanarak kendi başına ele alınamaz. O zaman yalnızca bir felsefi sorun olarak kalır ve yalnızca felsefecilerin sorunu (ya da gevezeliği) sanılır. Oysa özgürlük, ekmeğin katığı olan zeytindir bazen. Bazen sevginin şiiri olan sevişmektir. Çocukların tanrısı olan barıştır. Barış evet, çocukların tanrısıdır. Özgürlük, kadınlarla erkeklerin eşitliği, daha da ileri giderek, kadınların daha çok eşitliği demektir. Özgürlük, ülkesinden yalnızca gezmek, dolaşmak için elini kolunu sallayarak ayrılmak, sonra gönül rahatlığıyla eve geri dönmektir. Siyahların, Arapların, Üçüncü Dünya ülkelerinden gelenlerin, yoksulların, savaşı yaşayanların, o güzelim Akdeniz’de, Ege’de buz gibi sulara gömülmeleri, sınır boylarında soğuktan donarak ya da çatışmada ölmeleri değil. Ve özgürlük yalnızca insanlara özgü bir hal değil, özgürlük hakkında tefekkür yapan insanların hapsettiği hayvanların da en doğal hakkı!

“Kurtuluş yok tek başına/ya hep beraber ya hiçbirimiz” diyordu Bertold Brecht. Hepimizin inanarak söylediği bir söz. Onu “özgürlük yok tek başına” diye değiştirmek istiyorum. Özgürlük, iyi bir yaşamla var, demokrasiyle var, sosyal politikalarla var, kadın-erkek eşitliği, çocuk hakları, hayvan hakları, herkese eğitim olanağıyla var. Sınıflı toplumlarda, yoksulların, dünyasını bırakın nerdeyse tanrısının bile ayrı olduğu zamanımızda, dünyanın doğusunun batısına kitleler halinde kaçtığı, koştuğu, göçtüğü bir ortamda… Özgürlük?

Özgürlük. Güzel bir şey, büyülü bir sözcük. Tıpkı aşk gibi, şiir gibi ve en çok da düş gibi. Yani hep aranan, peşinde koşulan, arzulanan, olması istenen, beklenen, ama gerçekleşmedikçe insanı daha çok heveslendiren, kışkırtan bir hayal. “Özgür değiliz hiçbirimiz”. Değiliz çünkü bir başkası, komşumuz, yanı başımızdaki bir ülkenin insanları özgür değilse, biz de özgür olamayız. Ve dünya böyle sürdükçe özgürlük de insanın en güzel düşü, ütopyası olarak hep özlenecek, sevilecek, arzulanacak, ama bir türlü gelmeyecek, olmayacak…