Eşsiz tenor Jussi Björling’ten “Come un bel di di maggio”yu dinliyorum; Umberto Giordano’nun “Andrea Chénier” operasının bu güzelim ama söylenmesi zorluklarla dolu parçasını... Anımsıyorum; Chénier’in, 30 Ekim 1762’de İstanbul’da Galata’da doğduğunu öğrendiğimde, evini az aramadım değil o zamanlar...

“İstanbullu bir ozan: Andre Chenier” adlı yazısında Sibel Eylül şunları söylüyor:

“Baba Chenier, André doğduğunda Fransa’nın İstanbul konsolosuydu... 1765 yılında ailesiyle birlikte Paris’e döndü... André’ye ilkçağı tanıtan, Eski Yunan’ı bir bütün halinde sunan annesiydi ve daha ondört yaşında iken Sappho’dan çeviriler yapabiliyordu. (...) André, Fransa’nın Londra Büyükelçiliği Katipliği görevindeyken 1789’da Fransa’da ihtilal olmuştu ve artık ülkesine dönmek zorundaydı (...) Fransız Devrimi ana hedeflerine ulaşmasına karşın burjuvazi, ekonomik ve siyasal üstünlüğünü ele geçirdikten bir süre sonra halk eylemine ters düşecek ve onu ezmeye yönelecekti... 18. yüzyıl devrim Fransa’sı, hürriyet, eşitlik, kardeşlik ilkelerini hedef alan fikir adamlarının yetiştiği ortamdı. Böyle bir ortamda André Chenier de ihtilali gerçekleştiren devrimcilerden Danton, Marat, Mirabeau, Proudhon, Robespierre gibi düşünürlerle aynı fikirleri paylaşan aydınların arasına katılmıştı. Burjuvazinin uyanışıyla bilim yaşamındaki canlanma, bilimin kiliseye başkaldırışı ‘aydınlanma felsefesi’ni yarattı. Felsefenin amacı insanları baskı altında tutan her türlü boyunduruğa karşı çıkmak, akla, doğaya, insanın mutluluğuna ters düşen ön yargıları, boş inançları yıkmaktı (...) Bu aydınların arasında Montesquieu, Diderot, Voltaire de yer alıyordu. Ancak devrimin başarı ile uygulanmasına karşılık, fikir ayrılıkları tüm düşünürlerde ayrı ayrı filizlenmişti (...) ‘Giyotinci olmaktansa, giyotin altında ölmeyi yeğlerim’ diyerek idama giden Danton, hırslarından, ihtiraslarından arınamamış, uzlaşma yeteneğinden yoksun, aynı görüşü paylaşmış ülküdaşı Robespierre’in emriyle hürriyet uğruna canından olmuştu. André Chenier de Dantoncular arasında elinde kalemi ‘hürriyet’ diye karanlık zindanlarda ölümü bekliyordu (...) Vezin türüne çeşitlilik ve kıvraklık getiren Chenier’ye romantiklerin öncüsü gözü ile bakılmış ve Racine’den sonraki Fransız nazımcılarının en büyüklerinden sayılmıştır. 1794 yılında giyotinle, günlerce ve haftalarca baş uçuran cehennem makinesiyle özgürlük adına idam edilen, yaşamlarını yitiren 17 bin kişiden biriydi Chenier ve yalnızca 32 yaşındaydı... 1895 yılında ünlü İtalyan besteci Umberto Giordano, ozanı ölümsüz yapıtında dile getirmiştir. Chenier’in özgürlük dolu satırları, onun ölümsüzlüğünü kanıtlamaya devam etmektedir. Çünkü, ışık taşıyan eller ölümlü, ama taşıdıkları ışık ölümsüzdür...”

Şair, devrimin en büyük destekçilerinden biriydi. Ancak devrim sonrası kralı idam etmek istediklerinde buna karşı çıkmış ve kralcılıkla suçlanmıştı. Oysa neden istemediğini söylemişti; “Ben kralın idamına değil, idamın kendisine karşıyım...” Şiddete ve idamlara karşı “Hiçbir suç ölüm cezasını gerektirecek kadar büyük değildir” diyerek karşı çıkan sanatçı, idamını izlemek için meydanda toplanan halka dönmüş ve başını ellerinin arasına alarak, “İçinde hâlâ bir şeyler var” demişti... Son şiirlerinden birisi: Ölüm uykusuyla kapanacak ah gözlerim/ gideceğim bir anda/ son şiirlerim bunlar benim/ dört duvar arasında... Hapishanede yazdığı “Iambes” ince yapraklarla yazılmış, sonra da bunları çamaşırlarıyla birlikte göndererek dışarı kaçırmayı başarmıştı: “Canlanır son ışık ve tatlı rüzgârlar gibi/ Gözümde güzel günler/ Dibinde giyotinin üflerim neyimi/ Deyip neylersin kader/ Düşünmeden kendimi, çürüyüp gideceğim/ Bu karanlık çukurda/ Benim de kaderim bu!/ Alışalım unutmaya”

Salâh Birsel de unutmamış onu Meyhane adlı şiirinde: “Ozan Andre Chenier’yi/ İkiye böldüğünden beri giyotin/ Kurum satıyorsa meydanlarında Paris’in/ Ozan kardeş hadi hop/ Sen de uzat boynunu/ Eş dost akraba beklemesin”

André Chénier(1762-1794)