“Hiç Klan yürüyüşüne tanık oldunuz mu?”

Trinidad-Tobago kökenli Amerikalı yazar P. Djèlí Clark’ın Ring Shout adlı ilginç romanı bu soruyla başlıyor. Anlatıcı, 25 yaşında Afro-Amerikalı bir genç kadın olan Maryse, iki arkadaşıyla birlikte pusuya yattığı çatı katından Macon adlı küçük kasabadaki Ku Klux Klan geçidini anlatarak başlıyor öyküsüne. 4 Temmuz 1922, Amerikan Bağımsızlık Günü kutlamaları. Sonra bir sokakta köpek etiyle kurdukları tuzağa düşürdükleri üç ‘Ku Klux’u öldürmeye çalışıyorlar. Ama bu ‘Ku Klux’lar başka bir boyuttan kara büyü yardımıyla gelen doğaüstü canavarlar olduğundan, ölmek yerine biçim değiştirip gerçek canavar hallerine dönüyorlar. Maryse ve üyesi olduğu direnişçi topluluk bu canavarların nereden ve nasıl geldiğini öğrenmeye çalışırken, Klan’ın korkunç planlarıyla karşılaşıyorlar.

Tarihte yaşanmış bazı olaylar o kadar korkunç ki, bu tür şeyleri insanlığa yakıştıramadığımız için kendimizi ‘canavarlık’, ‘şeytani plan’ gibi ifadeler kullanırken bulduğumuz anlar oluyor. Ring Shout adlı roman da bu damardan besleniyor: Bu kadar kötü bir şeyi, o da benim gibi insan olan bir birey düşünmüş ve yapmış olamaz!

Afrika’nın batı kıyılarında hikâye anlatıcılar için kullanılan bir terim olan ’Djèlí’yi romanlarında takma isim olarak kullanan P. Djèlí Clark, her şeyin başlangıcında Thomas Dixon JR ve David W. Griffith’in olduğunu söylüyor. Ki, büyük ölçüde doğru bir saptama: Bazı tarihçilerin ‘profesyonel ırkçı’ şeklinde tanımladığı Thomas Dixon JR, 1902-1907 arası üç roman yayımlamıştı. The Leopard’s Spots (Leoparın Benekleri), The Clansman (Klan Üyesi) ve The Traitor (Hain) adlı bu romanlar, İç Savaş sonrası özgürleşen Afro-Amerikalıların beyaz ırk için nasıl büyük bir tehdit olduğunu, Ku Klux Klan etrafında örgütlenecek beyazların bu belayı ortadan kaldırabileceğini anlatıyordu. 1905’te yayımlanan The Clansman, Hollywood sinemasının kurucu babalarından David Wark Griffith tarafından 1915’te The Birth of A Nation/Bir Ulusun Doğuşu adıyla filmleştirildi. O zamana kadar epey sönümlenmiş görünen Klan ırkçılığı, bu film sayesinde tekrar canlandı. Sonrasını biliyorsunuz, siyahilerin linç edildiği, evlerinin ve kiliselerinin yakıldığı, 1960ların sonuna kadar süren korkunç dönem.

Clark’ın romanında Thomas Dixon JR’ın aslında bir büyücü olduğunu, karanlık güçlerin yardımıyla yazdığı kitaplarda okuyanları etkileyen bir büyü yapıldığını, Griffith’in de aynı büyü tekniklerini filmde kullanarak seyircileri etkilediğini görüyoruz:

“Bir Ulusun Doğuşu gösterime çıktığında, gazeteler bunun ne kadar da gerçekçi olduğunu, daha önce hiç kimsenin böyle bir şey görmediğini yazdı. Film haftalarca, aylarca dolu salonlarda oynadı. Özel gösterimlerle Yüksek Mahkeme’de, Kongre’de, hatta Beyaz Saray’da izletildi. Beyaz halk, siyah ayakkabı boyasıyla yüzünü boyamış beyaz adamların beyaz kızları taciz ettiği görüntüleri yiyip durdu. Sinema koltuğunda baygınlık geçiren beyaz kadınlar bile oluyordu. Bir keresinde beyaz bir adam tabancasını çekip perdeye ateş ettiğini duydum; ‘güzel küçük kızı o lanet olası zenci vahşiden kurtarmaya’ çalıştığını söylüyordu. Klan üyelerinin atlarına binip günü kurtarmak için yola düştüğü sahnelerde beyaz seyirciler resmen çıldırıyordu -gazetelerin ifadesine göre ‘şeytan çarpmış gibi’ davranıyorlardı, ki gerçekten çok da uzak değildi bu tespit. Dixon ve Griffith, herhangi bir kitabın yapabileceğinden daha fazla insana ulaşan bir kara büyü yapmıştı.”

***

Romanda Almanya’dan gelen bir direnişçinin Afro-Amerikalılarla Marxist tarih anlayışını tartıştığı, sömürünün ırklarüstü doğasını göstermeye çalıştığı bazı çok keyifli kısımlar da var -yazarın gerçeklikten kopma konusunda bazı endişeler taşıdığını hissedebilirsiniz- ama sonuçta bu bir fantastik roman; tarihsel olaylar hakkında hümanist spekülasyonlar yapma özgürlüğünü kullanıyor. Geleceği kurmak isteyenlerin belki ilham alabileceği, ama gerçek çelişkilerin yerine koyamayacağı bir anlatı.

Yine de, örneğin Çukur adlı diziyi izleyen gençlerin bedenlerine ‘çukur dövmesi’ yaptırıp, dizideki karakterler gibi külhanbeyi tavırlarıyla sokakları arşınladığı bir dünyada yaşıyorsak eğer, anlatıların özdeşleşme gücü üstüne daha çok düşünmek gerek.

“Hiç Klan yürüyüşüne tanık oldunuz mu?” Orada büyüyü andıran, ama çok gerçek bir şey var.