Kahramanımız, banliyöde yaşayan sıradan bir Amerikalı; her sabah erkenden kalkan, her gün aynı yollardan geçip aynı sıkıcı işi yapmaya giden, karısıyla arasında karşılıklı saygıyla kurulmuş bir yabancılaşma yaşayan, biri kız biri ergen bir oğlan olan iki çocuk babası Hutch Mansell. Bir gece evlerine iki hırsız giriyor. Hutch’ın oğlu hırsızlardan erkek olanı yakalıyor, Hutch, elinde silah tutan kadın soyguncunun kafasına golf sopasını indirecekken vazgeçiyor, oğluna hırsızı bırakmasını söylüyor. Hırsızlar, çok az nakit para ve Hutch’ın kol saatiyle çıkıp gidiyor.

Yakaladıkları hırsızların kaçmasına izin veren Hutch, etrafındaki herkes tarafından fazla yumuşak olmakla suçlanıyor. Oğlunun dövülmesine izin veren bir baba ne kadar erkek olabilir ki?! Özellikle bu yüzden kayınbiraderi Hutch’ın eline bir tabanca -sembolik fallus- tutuşturup ‘erkek gibi’ davranmasını sağlamaya çalışıyor.


Kızının hiçbir yerde bulamadığı bilekliğinin de hırsızlar tarafından çalındığını düşünen Hutch, yavaşça yükselen ve seyirciyi şaşırtan bir şiddet dalgasıyla hırsızların evini buluyor. Fakirlikten kıvrandıkları için hırsızlık yapmak zorunda kalmış genç Meksikalı çiftin evini bastığı sırada, bu adamın hiç de yumuşak olmadığını anlıyoruz. Tam gençleri öldürecekken içeriden bebeklerinin ağlaması duyuluyor. Sadece saatini alıp evden çıktığı bu sahnede, Hutch’ın çok vicdanlı bir Amerikalı olduğunu da, görmüş oluyoruz.

TASARIMLAR TESADÜF DEĞİL

Eve dönüş yolunda Hutch, garip bir aksanla konuşan bir grup saldırgan genci hastanelik ediyor. Bu gençlerin kim olduğu ortaya çıkınca ülkenin gerçek düşmanlarıyla karşılaştığımızı anlıyoruz. Uyan Amerika! Gerçek düşmanın Meksikalı göçmenler değil, Ruslar! Böylece, seyirci kitle tarafından kısa sürede çok sevilen Nobody/Önemsiz Biri adlı bu aksiyon filmi hayatımıza yeni bir John Wick sokuyor; yeni bir ‘sıradan muhteşem Amerikalı’ -iki filmin afiş tasarımları arasındaki benzerlik de tesadüf değil tabii...

Hatırlarsınız, John Wick adlı, ne kadar kurşun yerse yesin ölmek bilmeyen ‘sıradan muhteşem Amerikalı’, hızla kült olan 2014 tarihli ilk filmde çok önemli iki Amerikan değerine -aileyi temsil eden köpek ve ikonik Amerikan arabası Mustang- saldıran Ruslara dünyanın kaç bucak olduğunu gösteriyordu. Burada da, Hutch’ın dövdüğü gençlerin Rus mafyasından olduğu ortaya çıkıyor.

Rus kültürünü John Wick’teki Rus karakterlerden daha fazla yaşayan Kuznetsov, kardeşinin intikamını almak için Hutch’ın evine saldırma gafletinde bulunuyor. Filmin bundan sonrası, zamanında çok tehlikeli bir ‘derin devlet’ ajanı olarak çalıştığını öğrendiğimiz Hutch’ın Rusları ABD’ye geldiklerine bin pişman ettiği bir şiddet güzellemesi olarak akıyor.

Bir sahnede ‘üç harfliler’ -CIA, NSA ve diğer istihbarat cinleri- tarafından gizli görevlerde kullanıldığını söyleyen Hutch’ın tüm resmi belgelerde ’önemsiz biri’ (nobody) olarak geçen kimliği -ya da kimliksizliği- film boyunca sürekli vurgulanıyor. Böylece, her önemsiz ve sıradan Amerikalı aile babasının, ülkesinin değerleri söz konusu olduğunda nasıl da süper kahramana dönüşebilme potansiyeli taşıdığı söylemi bir kez daha üretiliyor.

BAHSİ GEÇEN BELKİ DE BİZİM ÇOCUKLARDAN!

Özdeşleşmeci Hollywood anlatılarından etik beklentilere girmenin bir anlamı yok tabii ki, ama seyircinin vicdanıyla ilgili bazı beklentilere girebiliriz sanırım. Karakter tasarlanırken “Film işte!” deyip geçmenin mümkün olmadığı bazı durumlar vardır. Burada da, karaktere yüklenen ideolojik anlamların belirlediği bu durumlardan biriyle karşı karşıyayız. Bu sağ-muhafazakâr, erkek-egemen ve ataerkil söylemin insani açıdan tüm dünyayı rahatsız etmesi lazım aslında: Nobody’de bir kontrgerilla ajanı, belki ABD’nin çıkarları için pek çok farklı ülkedeki darbelerde rol almış biri, tüm dünyaya özdeşleşme nesnesi bir kahraman olarak sunuluyor. Hatta adam 12 Eylül 1980 konuşulurken bahsi geçen ‘bizim çocuklar’dan biridir belki de!

Özdeşleşme mekanizması ne denli güçlü bir psikolojik etkiye sahip olursa olsun, seyircinin bilinçlenerek ‘taraf tutma’ edimini temel insani değerler üzerinden gerçekleştirmesi ihtiyacı burada ortaya çıkıyor işte. Aksi takdirde, Susurluk'ta kaza yapan o Mercedes'in içindekilerle özdeşleşmemizin beklendiği anlatılarla karşılaşmak da kaçınılmaz hale gelebilir.