İç hukukumuzda halen yürürlükte olan İstanbul Sözleşmesi’ne düşmanlığın asıl sebebini hatırlatmak borcumuz olsun. Emeğimizi de özgürlüklerimizi de yaşamımızı da kimseye bırakmayacağız!

Özel alanda hukukun üstünlüğünü savunmak

Fotoğraf: Dilara Açikyildiz / csgorselarsiv.org

Doç. Dr. Özge Yücel

8 Mart 2022’de kadınların zaten kazanılmış haklarının elinden alınmasına karşı verdiğimiz mücadele tarihsel açıdan bakıldığında ciddi bir gerilemedir. Gündemimiz hâlâ hayatta kalmak, öldürülmemek, muhtaç olmamak, bağımlı olmamak gibi çok temel insan gereksinimlerini karşılamaktan ibaret, çünkü şiddeti teşvik eden politikalar, cezasızlık kültürünü yaygınlaştıran adımlar, bize yaşam alanı bırakmıyor. Bizi eşit birey görmeyenler eşitlik, özgürlük, yaşam talebimize bile tahammül edemiyor.

Hukuk devleti, hukukun üstünlüğünün egemen olduğu devlettir. İster ki insanlar, iktidarı elinde bulunduranlar da kurallarla bağlı olsun, kamusal haklarımız keyfi biçimde ihlal edilmesin, ifade özgürlüğümüze saygı gösterilsin. Kamusal ilişkilerde ne kolaydır eşitlik, hak, adalet istemek. Öyle ki özel alana gelince bu hassasiyeti, ilgiyi, kaygıyı göremeyiz. Aylardır kadınların, çocukların nafakasının gasp edildiğini, kadınlara boyun eğdirilmeye çalışıldığını, kadınların patriyarkal otoriteye itaat etmelerinin, çaresizlik içinde kalmalarının hedeflendiğini her yerde yazıyoruz, anlatıyoruz, Medeni Kanun’a saldırıldığını söylüyoruz da kimsenin umurunda olmuyor. Sözüm ona özel alan meseleleri, hukukun üstünlüğünün bekçisi görünen insanların gündemi olamıyor. Özel alanda, aile ilişkilerinde, kişiler arasındaki özel ilişkilerde hukukun üstünlüğü ciddi biçimde tehlikededir, çünkü özel alanda hukukun üstünlüğünü sağlayan laikliktir. Bugün laikliğin, laik hukukun temelini oluşturan Türk Medeni Kanunu’nun gerçek eşitliğe dayanan hükümleri, uluslararası sözleşmelerde güvence altına alınmış medeni haklar, uluslararası komitelerin tavsiye kararlarında ve karşılaştırmalı hukukta önemle üzerinde durulan kazanılmış haklar saldırı altındadır.

NAFAKAYI ORTADAN KALDIRMAK İSTİYORLAR

Boşanmayı oldubittiye getirmek istiyorlar, boşanma sonrası hükmedilen nafakayı ortadan kaldırmaya veya özünü boşaltmaya, etkisiz hale getirmeye çalışıyorlar, aile uyuşmazlıklarında yargıyı özelleştirerek ekonomik şiddetten yılmış kadınların hak arama özgürlüğünü etkisizleştiriyorlar, çocukların nafakasına dahi göz dikiyorlar. İstanbul Sözleşmesi gibi çocukların cinsel sömürüsünün önlenmesine yönelik Lanzarote Sözleşmesi’ne de düşmanlar, bunu da ortadan kaldırmak istiyorlar. Şiddetle mücadelede göstermelik ve sözde reform paketlerinde kadınların bağımsızlığı değil salt ceza hukuku öne çıkarılıyor. Tüm bunların ardında dinden beslenen görüşler var.

TAHAMMÜL EDEMİYORLAR

Din kurallarını kendine göre yorumlayanlar kadınların, kız çocuklarının özgür birey olmasına tahammül edemiyor ve kendilerini sorgulanamayan, tartışılamayan, dokunulamayan din ile meşrulaştırıyor ve tahakküm kuruyor. Bütün bunlar olurken bazıları saflıkla ya da iyi niyetle aslında din öyle değil şöyle diye anlatmaya başlıyor. Oysa bu yanıtların kendisi bile kurulan tahakkümün bir parçası. İktidarı böyle kuranlar, kendilerine karşı argüman geliştirenlerin dine dayanması sayesinde kendi iktidarını, meşruiyetini yeniden üretmiş oluyor. Çocuğun her tür istismardan korunmasını, çocuğun bakım ve eğitim giderlerine katılmayı bile sorgulanamayan kurallara göre tartışılmasına alan açmanın kendisi sorunludur. Yaşama dair meselelerde kişilerin temel haklarının herkese karşı korunmasını sağlayan laikliğin kendisidir. Laiklik aklın ve bilimin dayanak alınmasını gerektirir. Her meselede olduğu gibi özel alan meselelerinde de bir hakkın tanınmasının da sınırlandırılmasının da gerekçesini keyfilikten, kişisellikten ve dogmalardan uzaklaştırabilecek ilke laikliktir. Özellikle de eşitsiz güç ilişkilerinde hakların gücü elinde bulunduranlara karşı korunması, birilerinin insafına, merhametine, yorumuna terk edilemez. Bu nedenle yargıcın dahi takdir yetkisi sınırlı olarak tanınmıştır, yargı erkini elinde bulunduranlar gücü kötüye kullanmasın diye ancak hakkın özüne dokunulamayacak bir çerçevede somut olayın şartlarına göre takdir yetkisine sahip kılınmış ve bu yetkinin hukuka uygun kullanılması istenmiştir. Hukuk alanında her talebin, her kararın gerekçeli olması gereğinin temelinde de keyfiliği ortadan kaldırmak, gerekçeleri, dayanak noktalarını “tartışılabilir” kılma gayesi vardır. Tartışılabilir, eleştirilebilir ve aksi kanıtlanabilir argümanlar dünyaya aittir, tartışılamaz olanların haklarımızı tehdit etmesine izin verilemez.

SÖZLEŞMEYE DE EŞİTLİĞE DE DÜŞMANLAR

İç hukukumuzda halen yürürlükte olan İstanbul Sözleşmesi’ne düşmanlığın asıl sebebini hatırlatmak borcumuz olsun. İstanbul Sözleşmesi şiddetin sebebinin eşitsizlik olduğunu belirtir ve şiddeti önlemenin gerçek anlamda eşitliği hayata geçirmekle, yapısal güç dengesizliğini ortadan kaldırmakla, kadınları bağımsız kılacak politikalar izlemekle mümkün olduğunu vurgular. İstanbul Sözleşmesi’ne düşman olanlar kadınların eşitliğine düşmandır. Şiddeti merhametle önlemeye çalışanların dilinin altında güç dengesizliğinden memnuniyet vardır, kadını ekonomik olarak da toplumsal olarak da erkeğe bağımlı kılma ve bu bağımlılığı sürdürme niyeti vardır. Ev içinde ve dışında kadın emeğini görünmez kılanlar, değersizleştirenler ve sömürenler kadınların bedenini, duygusal ve fiziksel emeğini, iradesini ve özgürlüğünü kendi menfaatleri doğrultusunda yönetmektedir. Emeğimizi de özgürlüklerimizi de yaşamımızı da kimseye bırakmayacağız!