Beyoğlu’ndaki bağımsız sahnelerden ikincikat’ın kurucularından Eyüp Emre Uçaray, bağımsız tiyatroların esnaf muamelesi gördüğünü ve vergi borçlarıyla yüz yüze olduklarını söylüyor. Uçaray’a göre kalıcı bir devlet politikası şart

Özel tiyatrolara esnaf muamelesi yapılıyor

Yağmur Bozacı

Sahne ve gösteri sanatları alanında performansları izleyiciyle buluşturan ikincikat 2010’dan bu yana Beyoğlu’nda tiyatro sanatına hizmet ediyor. İstiklal Caddesi Olivia Han’da Sami Berat Marçalı ve Eyüp Emre Uçaray tarafından sıfırnoktaiki ve seyircilerinin desteğiyle kurulan sahne İstanbul’da bağımsız tiyatro denildiğinde ilk akla gelen sahnelerden bir tanesi. Sahnenin kurucularından Uçaray ile ikincikat’ı ve özel tiyatroların hâlini konuştuk.

İkinci Kat’ı bize tanıtabilir misiniz?

Esasında öncesinde sıfırnoktaiki diye bir oluşum içerisindeydik 4 arkadaş. Yıldız Teknik Üniversitesi’nin tiyatro kulübünde tiyatro yaparken bir baktık ki okulla alakamız yok, tiyatroya daha fazla emek ve vakit harcıyoruz. Bunu profesyonel bir biçimde nasıl yaparız diye düşünerek Sam Shepard’ın Vahşi Batı’sını oynadık. Hikâyemiz böyle başladı. Sonrasında bazı arkadaşlarımız ayrıldı, biz yurtdışında festivale katıldık, başka arkadaşlar bize katıldı… O süreçte İkinci Kat’ın mekânını kurduk. Orası da eskiden Rengârenk Sanat Evi’ydi. O da çok doğaçlama bir şekilde oldu.

Sanatın birçok dalında çeşitli zorluklar yaşanırken tiyatronun gördüğü yoğun ilgiyi neyle açıklayabilirsiniz?

Tiyatro şu anda özgür diyebileceğimiz tek ses kaynağı. Üzücü bir şey ama bu bir avantaja dönüşüyor. Belli bir kesim burada nefes alabiliyor. Tiyatro ufak ufak parçalarla geniş bir kitleye yayılıyor. Belli bir odak tutulmuyor, o odak tutulmayışı da aslında bir özgürlük alanı sağlıyor. Biz bugüne kadarki hiçbir oyunumuzda bir sansürlenmeye ulaşmadık. Bir şekilde yolumuzu ve sürecimizi bulabildik. O bakımdan seyircinin de ilgi gösterdiği bir alan olmaya başladı. Sinemanın da öyle bir dönüşümü vardı ama yeni yasalarla beraber artık sinema da o bağımsızlığını yitirdi. İster istemez oyunculuk sanatının özgürce ifade edilebildiği tek alan tiyatro olarak kaldı.

Tiyatro kooperatifi kurduk

Buna rağmen tiyatro da birçok zorlukla başa çıkmak durumunda kalıyor. Siz bir özel tiyatro olarak sizin başa çıktığınız zorluklar neler?

Devlet nezdinde esnaf olarak nitelendiriliyoruz. Baktığınız zaman burası da belediyenin vermesi gereken bir hizmeti özel teşebbüsle yaratan bir alan. Bu tip alanlara çok rahat kamusal alan nezdinde bakabilirsiniz. Ama bize ticari ve esnaf gözüyle bakılıyor. Bu da birçok zorluğu beraberinde getiriyor. İşin sonunda büyük vergi borçlarıyla mücadele ettiğimiz bir sürece doğuruyor. Bir şekilde işi döndürüyoruz ama döndüren kişinin çok büyük özverileriyle, emekleriyle, kişisel birikimini kullanmasıyla ilerliyor. Sistemsel bir sıkıntı var burada. Bunu değiştirmek gerek. Burada da kurduğumuz kooperatif yapılanmanın çok umut verici olduğunu düşünüyorum. 32 tiyatro birleşip bir tiyatro kooperatifi kurduk. Bunun hem sektörel eleştirmeler, yapılan projelerin yanı sıra devlet nezdinde bir muhatap bir ilişki kurup kanun düzenlemelerine dair tekliflerde bulunmak ve orada bir lobi faaliyeti yürütmek gibi bir misyonu olacak. Kısa vadede değil ama belki bir 10 sene sonra aynı sorunları yaşayacağını düşünmüyorum bizim meslektaşlarımızın.

Sanatın kamusal yanı sizce ne kadar önemli? ŞT ve DT’nin varlığı ne kadar önemli?

İstanbul gibi bir yerde ben devletin desteğinin direkt sahne ve sanatçı istihdamı gibi değil de proje bazlı bir destekleme ve bir teşebbüsle çalışan bir şey olması gerektiğini düşünüyorum. Mesela Diyarbakır’da ya da başka bir ilimizde sahne oluşturması gerçekten gerekiyor. Belki orada özel teşebbüsün oluşması için yeterli bir seyirci birikimi yok, gerekli alışkanlıklar yok… Ama belli bölgelerde teşvikin bu süreçte ilerlemesi gerekiyor. Ben karma bir modele ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Topyekûn ŞT ve DT’yi kaldırmak bence çok mantıklı değil çünkü buna gerçekten ihtiyaç var. Ama İstanbul gibi bir şehirde doğru projeler desteklenilerek çok daha iyi işlere imza atılabilir.

Kötü çocuk oluyoruz

ŞT ve DT’de tiyatro bugün hala takip edilebilecek en ucuz sanat dallarından birisi. Siz bu fiyatlarla nasıl mücadele edebiliyorsunuz?

Bu bizi biraz ‘kötü çocuk’ yapıyor esasında. Sanki biletin maliyeti esasında 10 liraymış da biz 60 liraya satıyormuşuz gibi algılanıyor. Bence en büyük sıkıntı bu algı. Bir kesim özel tiyatrolara bu algı sebebiyle gelmiyor. O desteği ben alsam ben de bilet fiyatlarını 10 lira yapabilirim, isterim de zaten 10 lira yapmak. Daha ticari düşünülürse aslında bizim bilet fiyatlarımızın çok daha yüksek fiyatlara çıkması gerekiyor. O fiyatlara çıkmadığımız için bir kısır döngü, bir sıkışma içerisindeyiz.

Tam da burada özel tiyatrolara devlet desteği ne kadar önemli?

Yılda bir verilen bir destek var ama bu proje bazlı bir destek. Kriterleri ve süreçler çok açık değil, açık bir politika yok. Hak eden birçok tiyatro alıyor tabii ama bunun yanında çok hak ettiğini düşünmediğim yerler de destek alabiliyor bazen. Bunun bir politika eksikliği olduğunu düşünüyorum.

Tiyatro sahnelerinin artışı, koltuk sayılarındaki artış tiyatronun gelişimi için asıl faktörlerden midir? Değilse, mevcut tiyatro anlayışımızı nasıl ilerletebiliriz?

90’larda bir anda marketler açıldı ve bakkallar zorluk yaşamaya başladı. Tiyatro benzer bir süreçten geçiyor bence. Daha büyük ölçekli ve daha iyi altyapıya sahip sahneler açılmaya başladı ve bir anda ‘bakkalını’ bırakan seyirci o tip alanlara kaymaya başladı. Marketin de olmasına ihtiyaç var ama bir şekilde bu politika da dengelenmeli. Zorlu PSM’nin olması ne adar önemliyse Kumbaracı 50’nin olması da o kadar önemli. Çünkü ikisinin yapacağı işler birbirinden farklı. Ama trend Zorlu PSM’ye doğru kaymaya başladığı zaman, Kumbaracı 50 de oraya yönelik iş üretmeye başlıyor. Ben de oraya yönelik iş üretmeye başlıyorum. Çünkü orada var olmaya çalışıyorsun. Evet, salon sayılarının artması çok güzel, faklı salonların açılması çok güzel ama burada da bir politika eksikliğinden kaynaklı tek kutuplaşma söz konusu oluyor.

Basında tiyatro eleştirisiyle, tanıtımıyla ne denli yer alıyor?

Şöyle bir zaaf var: tiyatro da, birçok alanda olduğu gibi, basında magazine bir taraftan yer alıyor. Tabii ki magazine taraftan bir kitlenin tiyatroyla ilgilenmesini yadsıyamayız, bu tabii ki olsun. Ama nitelikli alandaki eleştirileri de, buna ulaşacak seyircinin de ulaşabileceği mecraların oluşturulmasına da ihtiyaç var. Bizim en büyük sorunumuz hep bir popülaritenin peşinden gidiyor olmamız.

Türkiye’deki tiyatro izleyicisinin profile nasıl bir profil? Sizin izleyiciniz nasıl bir profile sahip?

Ümraniye’den birinin buraya tiyatro izlemeye geldiğini sanmıyorum. Bence en büyük sıkıntılardan birisi de bu. Bizim yaptığımız iş biraz da bizim gibi düşünen insanların geldiği bir hâl almaya başladı. Bunun bir sıkıntı olduğunu düşünüyorum. Toplumdaki o ayrışma sanatta da baş gösteriyor. Baktığın zaman daha steril bir seyirci kitlemiz var, butik bir tarafa kalıyor. Ama ‘bu butik yapıyı bozmadan, biraz değiştirerek daha genele doğru çekebiliriz düşüncesini araştırıyoruz.

ozel-tiyatrolara-esnaf-muamelesi-yapiliyor-649197-1.Narin Napalm oyunu öne çıkıyor

Bu seneki repertuarınızdan bahsedebilir misiniz biraz?

Bu sene yeni iki oyun yapıyoruz. Geçen sene yaptığımız Tezgâh devam ediyor. Çok sevdiğim bir yazar var, Philip Ridley, onun ‘Narin Napalm’ diye bir oyunu var, İKSV Tiyatro Festivali’ne hazırlıyoruz onu. İki kişilik bir oyun. Mehmet Bilge Aslan ve Fulya Peker oynuyor. Çok sert ve kurgusal olarak da rüya gibi bir metin, öyle söyleyebilirim. Bir de ‘Anormal’ diye bir oyunumuz var, Joe Orton’ın yazdığı. O da karakterleri ve işlediği konu esasında gerçekten derdi olan bir hikâye.