Özerklik yönetimi çağdaş bir taleptir diyen gelinen noktayı Ersanlı ‘Asıl tehlikeli olan devlet şiddetidir’ diyerek özetliyor

“Özerklik değil devlet şiddeti böler”

Zeynep Kuray - zeynokuray@hotmail

Bölgedeki çatışma ortamının ve operasyonların her geçen gün daha da artması ciddi sonuçları da beraberinde getiriyor. Özerklik konusu ise bu tablonun en can alıcı konularının başında geliyor. Profesör Büşra Ersanlı ile bölgede yaşanan gelişmeleri ve özerklik tartışmalarını konuştuk

Kürt halkının ve hareketinin özerklik/özyönetim talebi var. Özyönetim nedir?

Özyönetim tüm dünyada özellikle son 30-40 yılda yerel yönetimlerde demokratikleşme adına çok gelişmeye başlayan ve birçok ülkede uygulanan bir model. Türkiye’deki özerklik talebi Kürt halkının hem statü hem de demokrasi talebidir. Statü talebi ve özerklik zaten birbirine bağlıdır çünkü statü talebi demek eşitlenmek demek. Yani eşit vatandaşlık için kuvvetli bir adım demek. 2010 yılından beri sunulan bu talebin eksiklerini, yöntem ve içerik açısından hatalarını tartışmak imkânı bile bulamadık. Bu konudaki araştırma notlarımı kanıt haline getirdiler ve 2011 sonunda diğer BDP’lilerle birlikte tutuklandım. Nerede ifade özgürlüğü, daha talebi bile tartışamıyoruz.

İki yıl müzakere yapıldı ancak hükümet tarafından yine masa devrildi. Peki yöntem nedir?

Bugün bireyin dokunulmazlığı dahi tehlikedeyken, hanelere girilirken, yerelin dokunulmazlığından ve özyönetimden şu anda bahsetmemiz siyaseten mümkün değil. Ama tabii akademik, kültürel ve sosyal olarak özyönetim biçimlerini sürekli tartışmamız gerekiyor. Bugün gelinen noktada önce çatışmalı ortamın bitmesi lazım. Müzakere masasına geri dönülmesi için bu reformist, şu ulusalcı, bu şöyle, şu böyle demeden çeşitli kesimlerle diyalogu geliştirmek lazım. Müzakere sadece birkaç kişi arasında kalamaz artık. Öncelikle meclisin konusu olmalı. Başından böyle olsaydı masa devrilemezdi.

AKP hükümeti Kürt meselesini önceki iktidarlardan daha farklı ele almakla övündü. Ancak gelinen noktada yine çokça eleştirilen güvenlik politikalarına sığındı. Sizce ne değişti ki tekrar savaş konseptine geri dönüldü?

Gezi direnişinin bunda tayin edici olduğunu düşünüyorum. İktidar sertlik noktasında çok kuvvetli bir sıçrama yaptı. Halkın muhalefet alanlarını kısmak gerektiğini, yoksa oy kaybedeceğini düşündü. İdeolojik olarak bakarsak zaten muhafazakar olan ve neoliberal bir yaklaşımla yönetmek isteyen bir iktidar tabii ki aile, gelenek, hiyerarşi gibi yaklaşımlarla halka tek elden pragmatizmle hükmetmek ister. Bu anlamda iktidar, Osmanlı ile olan bağlılığı ve efsanevi bir milliyetçiliği devam ettirmeye çalışıyor. Muhafazakar ve ataerkil ideolojide devlet vatandaşı aile, kendini baba yerine koyar. Bu çerçevede de Kürtlere, “itaat et ve benim istediğim şekilde davran, ben de yavaş yavaş sana bazı haklarını veririm”, demeye getiriyor. Yani temelde ikinci üçüncü ideolojilere, fikirlere imkan tanınmıyor. Çoğulculuk hiç yok çoğunlukçuluk var.

Kürt halkı ve hareketi 30 yıldır tam da bu “itaat et” diyen zihniyete başkaldırdı. Bugün 1990’lı yılları geride bırakan bir devlet ablukası yaşanıyor. Siz buradan çıkışı nerede görüyorsunuz?

İnsani düzeyde bir sorun var, insan hakları ihlali var. Kürt meselesine “terör” olarak bakmak genel meselenin anlaşılmasını engelleyen bir husustur. Zaten Türkiye devleti ve hükümeti öyle bir duruma gelmiş ki kendisine muhalif olan tüm kesimlere “terörist” diyor. Ortada bir çatışma var, her iki taraf şiddet kullanıyor, yaşananları “terör saldırısı” gibi genel geçer laflarla geçiştirmemek gerekiyor. ABD 2003’de savaşa gitmeden önce “terörist” sözünü İslam dinine sıçrattı, tutmadı. Bir de şunu unutmamak lazım ki bu ülke herkesin; ideolojik olarak muhafazakarlar olsun, aşırı ulusalcı, Kemalistler olsun hiç fark etmez, onlar da bu ülkenin sahibi, sosyalistler de, Aleviler de, Kürtler de, herkes bu ülkenin sahibi. Dolayısıyla düşmanca duygulardan, nefret ve intikam söylemlerinden arınmak ilk yapılacak iştir. Kimse kimseyi bir yerden atamaz, herkesin bu gerçeği anlaması lazım. Eğer bir halk mücadele yöntemi olarak şiddet kullanıyorsa onun nedenlerini, nasıllarını çözmek yöneten insanlara düşer. Bu nedenleri görmeyip, sadece bir sonuç olarak saldırı var şeklinde bakılırsa mesele çözülemez. Çözümsüzlük noktası da bu işte. Aynı şekilde biz tutuklandığımız zaman da “bitirmek”ten söz ediliyordu, şiddet bitmedi, maalesef arttı. 30 yılı aştı; durum hep yeniden ve yeniden şiddete evriliyor. Siyasi talebi olan, itirazı olan insanlara “teslim ol” çağrısı yapılmaz. Bu ülkede sadece düşüncelerini ifade edenlere de “teslim ol” deniyor adeta. Şiddeti bitirmenin tek yolu var: diyalog. Bu da karşındakinin kafasına “terörist” diye vurarak olmuyor, olmadı. Olsaydı şimdiye kadar biterdi.

‘Özyönetim çağdaş bir talep’

Özyönetim talebi haklı, çağdaş bir taleptir ve Kürtler açısından da statü ve Türklerle birlikte demokratikleşme talebidir. İkisini birden içerir. Ama bugün içinde bulunduğumuz çatışma ortamı maalesef bu konunun üzerini gölgelemektedir, öncelik müzakereye ve diyaloga geri dönülmesidir. İnsan hakları ihlallerine hendeklerle cevap verilmesi de şiddeti arttırdı. Devletin de, özyönetim talebine silahla karşılık vermesi çok büyük bir yanlıştır. Bu anlamda özyönetim talebi değil, devlet şiddeti böler, çünkü devletin elindeki şiddet potansiyeli çok daha yüksek.