Özgür mürekkep kokusu

REMZİ SARDOHAN

“Şuna bak,” dedi, işaretparmağıyla gökyüzünde kayan bir noktayı gösterip, “şu kırlangıç bizimki değil mi?” Çocukluğumuzun geçtiği yaz evinin verandasına yuva yapan kırlangıcı söylüyordu. “Evet,” dedim, “kesinlikle o.” (Nostalji, Fadime Uslu, Yüzen Fazlalıklar sf 51)

Yüzen Fazlalıklar kitabındaki öyküleriyle yeni bir şeyler söylüyor Fadime Uslu, hem sabit hem de değişken olanın peşinden koşarak. Zaman, önüne geçilemez bir şekilde hızla yaşlanıyor öykülerde. Zaman yaşlanırken de sıradan hayatlarını dokunaklı bulan, trafikte sıkışıp kalmışlığından dolayı uzaklara gitmek isteyen ama nereye gideceğini bilemeyen ve acı rüyalar eşliğinde geçmişin kurumuş denizinin tuzlu yüzeyinde, ter gibi kalmış çorak topraklarında dolanıp duran kadınların hikâyelerini merkeze alarak insan hayatının özüne dokunuyor.

Kendine özgü üslubu ve anlatım çeşitliliğiyle tüm duyularımızı öykünün içine fazlalık oluşturmayacak şekilde yerleştiriyor; yarattığı atmosferle, duvarda asılı duran yabancılaştırma efektinin içini titizlikle doldurup öykülerde anlattıklarını gerçekliğe yakın kılmayı başarıyor.

Aynı çatı altında yaşamalarına rağmen birer yabancı olan Mari, Belgin ve Leyla adlı karakterlerin hikâyelerini tuvale vurulan ritmik fırça darbeleri gibi her bir öyküde farklı yönleriyle anlatarak nihayetinde Edvard Munch’ın “Spring” tablosunda oluşturduğu atmosfer benzeri bir tablo sunuyor okura.

Yüzen Fazlalıklar öyküsündeki bütün konuları kucaklayan doğum günü organizasyonunda sessizlik yükselerek ortamı kaplıyor. Masadaki suskunluk katlanılmaz olduğunda ise ayağa kalkıyor Mari, “avuçlarımda yüzen bir fazlalık var, senin saçların” (s. 18) diyor Leyla’ya. Sanki o fazlalıklardan kurtulunca bütün yabancılık bitecek, özgür bırakılacak Kaf Dağı’nın tepesine zincirlenmiş gerçek sevi. Derken telefon çalıyor, doğum gününden habersiz arıyor Belgin’in kocası “Bu kaçıncı yahu, insan bir yılda kaç kere doğar?” diye soruyor. “Her gün” diye yanıtlıyor Belgin, “gerekirse her gün.” Böylelikle yeniden doğabilmek adına, defalarca tekrarlanan ve zamansız bir doğum günü kutlaması dahi olsa karakterlerin birbirine sarılıp kucaklaşabilme umudunu canlı tutuyor Uslu.

Sessizlik bir başka öyküde sese dönüşüyor. Öykü karakterlerinden Leyla’nın henüz on altı yaşındayken karşı balkonda kemanıyla, elektrik tellerinde dizilmek suretiyle âdeta her biri bir nota oluşturan kırlangıçlara bakarak onların senfonisini çalan Cezmi’ye âşık olduğunu görüyoruz. Fadime Uslu, gözümüzün önüne seriverdiği sahnenin derinliğine kendi notaları olan kelimeleriyle derinlik katıyor ve kendi kırlangıç senfonisini dinletiyor bizlere.
Sabit ve Değişken’de ise bu kez ablayla kardeşi; Leyla ve Belgin’i baş başa bırakıyor Uslu. Aradan geçen onca zamandan sonra ablasına yakınlaşmak, dokunmak isteyen kardeşin biçareliği göze çarpıyor. “Günden güne değişen şeylerin tanımsız bir sürenin sonunda geri dönülmez bir yabancılaşmanın eşiğine gelinmesi kaçınılmaz olur. Yaşlılık gibi. İlişkilerdeki samimi dürüstlük gibi şeyler.” (s. 21) Geri dönülmez bir şekilde yabancılaşmış buluyoruz onları. Ablasıyla yan yana oturup yaşamı bir nakkaş gibi kahverengi gövdelerine işleyip sessizce acı çeken zeytin ağaçlarına bakarlarken kendilerini onlar gibi suskunluğa bırakıyorlar çaresizce. Düzenlenmiş ve tüketilmek üzere sunulmuş bir doğa kesitinde insanın birbirini ne denli baskıladığını, kısıtlayıp kuşattığını gösteriyor yazar.

Sesler, görüntülerle birlikte kokuları da karakterize ediliyor öykülerde. Özgür Kedi Kokusu başlıklı öyküde arabasına aldığı otostopçu yaşlı kadının üzerine sinmiş kedi kokusu özgürlüğün bedelini temsil ediyor. Yaşlı kadın, sınır tanımaz hâliyle, olağandışı konuşmalarıyla sarsıyor genç kadını. Onun peşi sıra arabadan inip buram buram kokan özgürlüğün akışına bırakıyor kendini, bizleri de yanına alarak.

Kitapta, Kavabata’nın son yirmi dört saatinin hikâyeleştirildiği bir öykü de bulunuyor. Nasıl Akutagawa, Kappa öyküsünde karakterin son sözlerini bir şaire söylettiyse, Fadime Uslu da Son Turna’da tanınmış bir kürekçi aracılığıyla aktarıyor Kavabata’nın son sözlerini.

Başarılı bir kapak tasarımına sahip Fadime Uslu’nun Yüzen Fazlalıklar adlı öykü kitabı, Can Yayınları etiketiyle okuyucularıyla buluşuyor. Kapağın üzerinde uzanan tele konmuş yalnız bir kırlangıç Gülten Akın’ın Sığda şiirindeki şu dizeleri hatırlatıyor: “Durgunsa kahvelerin masalarında hava/ Kuşsuz kalmışsa ağzım gözlerim gülmemekten/ Dostumdan, gökyüzüne sürmeye kuş isterim.”

Sonuç olarak, her an gözümüzün önünde duran fakat alışık olduğumuz için artık fark edemediğimiz insanların sıradan ama dokunaklı hikâyelerini anlatıyor Fadime Uslu. En yakınındaki kişilere karşı dahi yabancılaşmış bu insanların acılarını, kötülüklerini gözler önüne sererek sevmeye yöneltiyor okuru; dokunmaya, dokunmadan öte sevdiğine sımsıkı sarılmaya ve onurlu bir yaşam sürmeye davet ediyor.