Özgür müyüz? Ne kadar özgürüz?

Tuhaf sorular bunlar. Özgür değiliz işte, herkes biliyor, ama mesele durumu açıklayabilmek, değil mi? Neden özgür değilsin sorusu arada bir sinirlendiriyor insanı; özgür değiliz işte hâlâ anlamadın mı? Silivri Kapalı’dayız ya, KHK’lı değil miyiz yahu, haberin yok mu senin? Var, biliyorum, zaten onun için sordum. İşte orada ya da benzer durumlarda ne kadar özgürsün merakım bu.


Git başımdan!..

Öyle demeyin, bir karar vereceksek, elimizde olan ya da olmayan etkenleri gözden geçirmemiz gerekir. Tatil yapmak istiyorum ama patron izin vermedi; benim de durumum yok işten ayrılma lüksüne, üstelik param da yok. Bir yazı yazdım hayatım değişti, peki sonra, yarın... şimdi... Ulucanlar’daydım, şimdi Silivri’deyim. Tam da bu durumdayken daha iyi düşünüyor sanki insan. Neleri değiştirebiliyoruz, neleri veri olarak kabul etmek zorundayız? O ünlü tümcenin tam zamanı: Özgürlük zorunlulukların farkında olmaktır. Dört duvar, yedi metrelik derin kuyu bahçesi, oku, yaz, yürü. Böyle de genişleyebiliyor verili koşullar. Üstelik burada gündelik kaygılar değil, uydurulmuş, emredilmiş, kurgulanmış koşullar, yasaklar söz konusudur.

Yaşasın kısaltılmış işgünü

Daha açıklayıcı ve işi ucuzlatmadan anlatan sözler Marx’tan; “Özgürlük alanı aslında yalnızca zorunluluk ve gündelik kaygılar tarafından belirlenen emeğin bittiği yerde başlar.” Demek ki özgürlük, emekle ve zamanla ilgilidir. Zamanda ve mekânda insanın yapabilecekleri ile devrimci eylemi, hareketi ile ilgilidir; zamanda yapabileceklerimize ayırabildiğimiz süre arttıkça özgürlük alanımızın genişleyeceğini söyleyebiliriz öyleyse. Bize doldurabileceğimiz boş zaman gerek; Kandıra’da çoktu, ama öylesi değil, fabrikadan, bürodan, tarladan alınanı gerek bize... Öyleyse yaşasın iş gününü kısaltan her gelişme. Engels, bu durumu “insanın zorunluluk krallığından özgürlük krallığına yükselişi” olarak tanımlamıştı.

Doğayı denetim altına aldığımız süreçler de özgürlük alanını genişletiyor. Çünkü işler kolaylaşıyor, az zamana çok iş sığabiliyor. Bu doğayı denetim altına alma meselesini ayrıca konuşalım mı? Orada bazı tersliklerle karşılaştık; doğadan değil, bizden kaynaklanan terslikler. Özgürlük alanını genişletelim derken kimi yerlerde tam tersi oldu; doğa neredeyse tam egemenliğimiz altına girdi ya da biz öyle sandık. Ama kızgın, öfkeli olduğunu da hatırlatıyor arada bir; hem de fena hatırlatıyor, yine de bizim kof özgüvenimizi yaralamayı başaramadı. Birileri de çıkmış; bu doğayı denetim altına alma meselesini yeniden bir düşünün, özgürlükle ilişkisi tamam da, asıl özgürlük meselesi burada değil, ustanın söylediği gibi emek meselesinde gizlidir diye fısıldıyor kulağımıza. Yok artık, bütün kaynaklar doğada, ne varsa bize ait olan, hepsi orada. (Ç)almayalım mı?

Tamam, orada da, hepsi senin mi?

Özgürlük ama doğayla birlikte

Doğayla ilişkide yeni bir bakış açısı gerek; boş zamanı çoğaltmanın yolunu açan pek çok gelişme, doğadan çalınmış kimi kazanımlar sonunda dönüp dolaşıp doğaya da bize de zarar verecek. Zaten bizi doğadan ayırmak, ayrı düşünmek mümkün değil; mümkün olmayanı becerebilen bir tek biz varız. Bu yaptığımız da kendi kalbimize sapladığımız hançer zaten. Kan akıyor, kan kaybediyoruz, belki de zaman kalmamıştır. Tamam, peki abartmayalım, boş zamanımızı çoğaltacak devrimci dönüşümler, devrimler çok da geç kalmazsa eğer, doğayla barışacak kendimizi ve doğayı değiştirebileceğiz.

Yapabilir miyiz, neden yapamayalım ki?

Biz yine de asıl olarak bize ait olan zamanı çoğaltalım. O süreçte özgürleşebiliriz ya da hiç değilse özgürleşmek bize ait bir durum olur. Öyleyse verili olanı, nesnel koşulları tarih yapan insanlar olarak gerçekçi bir gözle gözden geçirelim ve diyelim ki, kuşkusuz Marx’la birlikte, “insanlar kendi tarihlerini kendileri yapar; ama özgür iradeleriyle, kendi seçtikleri koşullar altında değil; dolaysız olarak önlerinde buldukları, verili, geçmişten devrolan koşullar altında.”

Bu biraz can sıkıcı gerçeği, yine Marx’la birlikte “tarih nedir?” sorusuna yanıt vererek hafifletebiliriz. Şöyle diyordu Marx; “Tarih, kendi amaçlarının peşinden koşan insanın eyleminden başka bir şey değildir.” Tarihi insanlar yapıyor, ama diledikleri gibi olmuyor işte. Mesele şudur ki, vazgeçmiyor insanoğlu. Sınırları hep genişletiyor...

Sınırları genişlet; ülke sınırlarını değil, verili koşulları; bildiğin, bilincinde olduğun zorunlulukları sınırlandırmak için, azaltmak için çaba göster, işte o zaman daha çok özgür olacaksın. Özgür olma şansı elde edeceksin diyelim mi? Daha doğru ve çevreye yararlı olur. Kullanıp kullanmamak sana kalmış, sıkıntıdan patlarım ben diyorsan, sen bilirsin. Tembellik hakkını kullan, gökyüzüne bak, kuşları izle, şiir yaz, yazmasan da oku, sonunda o da bir şey... üstelik belki daha önemlidir şiiri okuyarak çoğaltmak...

Tembellik hakkı da ne?

Şu tembellik hakkı da biraz tuhaf gelmiyor mu kulağa; tembelliğin hakkı mı olurmuş; sabahtan akşama yat, kalk ye iç tekrar yat, öyle mi yazmış Marx’ın damadı Paul Lafarque, hiç sanmıyorum, kışkırtmak istemiş besbelli. Kölelik koşullarına itiraz etmenin çarpıcı bir yöntemini geliştirmiş, bunca zulme nasıl itiraz etmeli sorusuna, makul bir yanıt...

Özgür müsünüz? Ne kadar özgürsünüz, haydi söyleyin bakalım; öyle kafadan atmak, sallamak yok, hangi gafil bana zincir.... falan yok. Bak her şey ne kadar hızlı değişiyor, ummadığın şeyler oluyor, hesaplar tutmuyor, evdeki bulgur bakıyorsun çekip gitmiş, cehalete tanınan zaman tükenmiş, bilgi imam okulunda değilmiş, ben yaptım oldu olmuyormuş, bu emperyalistlerle aşık atmak kolay değilmiş, susuz götürüp susuz getiriyorlarmış, bak zaman daraldı işte.

Tarih yapacaktın, tarih yazacaktın ama tarih öyle yapılmıyor ki; verili durumlara, zorunluluklara, yeteneklere bakacaksın, hem sonra size söylemediler mi, tarihi geriye doğru zorlamanın sınırları var; tamam olabiliyor, geçici başarılar kazanmak mümkün ama yine de zaman ve mekanda hareketin yönü değiştirilemiyor, ısrar edilirse de, determinizmin iflas ettiğinin ilan edildiği anda hep birlikte dönüp eyleme o zorunlulukların içinde kendini çoğaltan eyleme bakıyoruz; aaa! gördün mü olanı, o sen değilmişsin, o senin eylemin değilmiş.

Determinate!

Özgür değiliz, ama özgür olmak istiyoruz biz. Doğayla barışık bir ilerleme istiyoruz, doğayı kirleten hiç bir şeye evet demiyoruz artık. Bak arkadaşlar Kaz dağlarında nöbetteler, bak görüyorsun bir türlü hesaplaşamadığın Gezi bir şekilde sürüyor, bak biz orda burda özgürlüğümüzü kazanmanın genişletmenin yollarını arıyoruz. Silivri’de Kandıra’da bile genişliyor özgürlük alanları. Tamam, başardık deme noktasında değiliz daha; bunun için çok zaman gerek bize, ama olsun, sonunda “zorunluluk krallığından özgürlük krallığına” yükseleceğiz... gittikçe değişen ama inatla yolu tıkayan koşullar bir yanda, özgürlük, demokrasi ve sosyalizm bir yanda.

Kim kazanacak? Şaşıracaksınız ama hep söylediğimiz gibi, son tahlilde determinate!

Kazanacak mıyız? Hiç kuşkunuz olmasın ama hiç...