Çok günlük politikaya girdik, politize olduk, kötü bir şekilde politize olduk son yıllarda. Yani ben bir adamın her söylediğini dinlemek zorunda değilim ama o kadar kötü şeyler oluyor ki sonunda hep dönüp siyasete batmak zorunda kalıyorsunuz. Bu da insanı kısırlaştırıyor.

Özgür olmayan toplumlar sanatta başarılı olamazlar

BURAK ABATAY
Fotoğraflar: Ahmet Toğaç

Yeni Türkü’nün ‘79 yılında yayımladığı Buğdayın Türküsü albümünden bugüne tam 40 yıl geçmiş. Müzik tarihimizin en eski gruplarından biri olarak da bugün hala sahnede olan grup, 40. yılı sanatçı dostları ve müzikseverlerle bir arada 29 Eylül’de Atlantis Yapım organizasyonuyla Vadi Açıkhava’da kutlayacak. Konserde Yeni Türkü’ye Anıl Piyancı, Athena, Cahit Berkay, Can Gox, Cem Adrian, Ceylan Ertem, Eda Baba, Fırat Tanış, Hayko Cepkin, Kalben, Kenan Doğulu, Manuş Baba, Sena Şener ve Şevval Sam eşlik edecek. Konser öncesinde grubun kurucularından Derya Köroğlu ile bir araya geldik ve 40 koca yılı konuştuk.

► ‘Yeni Türkü’ kavramıyla başlamak istiyorum. Güney Amerika’dan çıkan etnik ögelerin Batı müziğiyle tanışması, şiirin bestelenmesi ve kültürler arası geçişlerin hem Güney Amerika hem de Türkiye’de aynı zamanlarda buluşması ilginç. Siz nasıl izlersiniz bu olup bitenleri?
Selim Atakan ve ben lise arkadaşlarıyız. Müzik yapmak için Ankara Fen Lisesi’nde aynı yatakhanede kaldık. Fen lisesi ama biz müzik yapıyoruz. (gülüyor) Müziğe tutkumuz o zamandan var. Zaten Selim müzikal olarak absolut kulağı olan, müzikte yetkin bir insan. Biz müzik yapmak için bir çıkış yolu aradık. Başta çok Batı’ya yönelik işler izliyorduk, özellikle de rock. Led Zeppelin düşkünüydük. Bir folk yakınlığımız da var. Benim o dönem İngilizce bestelerim de var, bir yandan enstrümantal müzik yapmaya meraklıyım. Deneysel bir dönem var bizim yaptıklarımızda. Mesela Karga ile Tilki’yi nasıl müzikleriz gibi bir başlangıç var. 6-7 Eylül olaylarını narrasyon ile birlikte nasıl besteleriz gibi çalışmalarımız var. Bunlar Yeni Türkü öncesi 74-75 yıllarına ait şeyler. Haliyle politik zaten. ODTÜ’deyiz, arkadaşlarım Hacettepe’de, tamamen politize bir ortam içerisindeyiz. Derneklerdeyim, hareketlere katılıyorum. Büyük bir açlık var, o entelektüel açlığımızı karşılayacak ögeleri bulmaya çalışıyoruz, kitaplar okuyoruz. Brecht de önemli bir etkendi bizim için. 6-7 Eylül olayları çok bilinmiyordu o dönemde. 6-7 Eylül olaylarının ne olduğunu sırf müzik ve anlatımla nasıl birleştiririz, onu denedik. Bunların ardından Selim Atakan’ın makamları da dikkate alan çalışmaları vardı. Onun besteleri, Nâzım Hikmet’in şiirlerine besteler…

► Tam da oraya gelmek istiyordum. Şiir besteleri…
Yaşar Miraç çok önemlidir, isim babasıdır. Kendi gazetesini çıkartıyordu. Kendisi yazıyor, kendisi bastırıyor, kendisi satıyor Kızılay Meydan’da. İnanılmaz bir çaba. Sonradan ‘Yeni Türkü Yayınları’ devreye giriyor, oradan da çok güzel şiirler, edebiyat çıkıyor ortaya. Turgay Fişekçi mesela, o vesileyle onu tanıyoruz. Böyle giderek gelişen bir imeceyi oluşturan bir süreç bu. Ama grup olmak da bizim için çok önemliydi, grup olmanın da esprilerinden biri Latin Amerika müzikleri, özellikle Inti Illimanı. Onlar ‘Nueva Cancion’ diyorlar fakat bu kavramı bilmeden Yaşar Miraç bize Yeni Türkü adını verdi. Halk müziği kalıplarını da şiir söylemek olarak algılıyordu. Hep de 7/8’di çünkü Trabzonlu. Bu gelişme hikâyesinde Ahmet Erhan mesela, ‘Kalırsa bir soru kalır benden’ dizelerine beste yaptığım bambaşka, çok özgün bir insan. İşin içinde ‘nueva cancion’ fikri var. Neyse ki, Inti-Illimani Pinochet darbesinden kurtulmuşve Avrupa’da kalabilmişler. Ondan sonra müziklerine devam ettiler de biz de tanımış olduk. Zaten Venseremos herkes tarafından bilinip söylenirdi bizim ODTÜ’de her yerde.

'Bütün bestelenecek Nâzım Hikmet’leri bitirdik'

► Siz ve daha birçok grup birçok şiir bestelediniz. Dönem şiirle beraber geçmiş dolu dolu bir dönem. Bugüne baktığımızda, yeni şiirler bestelemeye gücünüz mü yok, yoksa yeni şairlerden o zamanki tadı almıyor musunuz?
Her dönemin kültürel tabanı insana başka şeyler ilham ediyor, bu kesin. Şiirle büyüyen, edebiyata önem veren; yazmayı, okumayı seven, bu rüzgârlar içerisinde gelen bir gençlik ya da dönem içerisinden gelip, İkinci Yeni’leri okuyup onlardan ilham alacak bir dönem içerisinde değiliz maalesef. Edebiyatın, şiirin daha fakirleştiği, herkesin kendi şiir kitabını bastığı bir dönem. Ki bu gerçek bile zaten nerede olduğumuzu gösteriyor yani şiir ne kadar önemli insanların hayatında. Bir ara ucuz bir şekilde de çok gündemdeydi şiir. Tabii ki bizi affettirmez böyle bir şey olması, insan gayret edip yeni bir şeyler yapabilir. Livaneli’yi de hatırlıyorum, yıllar önce “Bütün bestelenecek Nâzım Hikmet’leri bitirdik” demişti. Öyle midir gerçekten? Başka birisi çıkartamaz mı? Niye çıkartmasın? Şiirden yola çıkmak, dediğin gibi, Ezginin Günlüğü mesela belki de daha sadık bir şiir besteleyicisi oldular, çok güzel şeyler çıktı. Biz Murathan Mungan’ın girmesiyle işin içine daha şarkı sözleri tarafına yöneldik. O başka bir zenginlik getirdi. Çünkü şiir bestelemek aslında o şiirin formuna kısıtlanmak anlamına da geliyor. Bunu bir zenginlik olarak da kullanabilirsin, zorlanabilirsin de beste yaparken ama zorlanmak daha mümkün. Belki de yeteri kadar çaba göstermiyoruz ama dediğim gibi bunun belirleyicisi ortam. Çok günlük politikaya girdik, politize olduk, kötü bir şekilde politize olduk son yıllarda. Yani ben bir adamın her söylediğini dinlemek zorunda değilim ama o kadar kötü şeyler oluyor ki sonunda hep dönüp siyasete batmak zorunda kalıyorsunuz. Bu da insanı kısırlaştırıyor ve yaratabilmenin temeli özgürlüktür, özgür olmayan toplumlar sanatta başarılı olamazlar.

ozgur-olmayan-toplumlar-sanatta-basarili-olamazlar-627761-1.

► 80’leri düşündüğümüzde Yeni Türkü, Ezginin Günlüğü, Çağdaş Türkü, Mayıs Müzik Topluluğu ve dahası. Tüm bu gruplar bir albüm ya da 10 albüm de olsa çok büyük klasiklere imza attılar. O motivasyon sizce dönemin politik zamanıyla mı bağdaştırılmalı yoksa o zenginlik, o çeşitlilik o çocuklarda var mıydı?
Vardı bence, zaten 70’ler her ne kadar 12 Eylül darbesini getirecek kadar bir karmaşaya, bir provokasyona sahip olmuş olsa da, insanlar kendilerini geliştirebilmek için çok çalıştılar, bir birikim oluşturdular. Bu birikim 80’lerde devam etti ve patladı. 80’lerde daha bireysel bir düzene dönmek zorunda kaldı insanlar. Daha bireyin varlığıyla kendi hesaplaşmalarını yaptılar aslında o dönem ve geçmişteki birikimden dolayı bence güzel sonuçlar aldılar. Ama tabii o dönem liseye girmiş öğrenciler de bir baskıyı soludular. Herkesin kuşağına göre yaşadığı bir şey vardır. Ama 80’lerde güzel şeyler yaratıldı.

► 90’lara geldiğimizde bu işin daha pop’laşması gibi bir şeyden bahsedebilir miyiz? Mesela Yeni Türkü’nün daha pop bir şey olması mümkün müydü 90’larda?
TRT Cem Duna döneminde girdi 88‘de. O adam bütün sansürleri yumuşattı ve bizim müzikler TRT’de belirmeye başladı. TRT’ye çıktık ve birden inanılmaz bir ilgiyle karşılaştık. O, bizim popülerleştiğimiz dönemdir. Pop’laşmak değil ama. Bizim zaten var olan 6 tane albümümüz vardı, en az 60 tane şarkı var. Bizi tanımışlar ve bize bayağı bir ‘teveccüh’ oldu eski deyimiyle. Popülerleştik. Bu bizim inisiyatifimizle olmuş bir şey değil. Biz zaten var olan şarkılarımızla popülerleşmişiz. Pop’laşmak diye bir şeye girmedik biz, ne yaptıysak onu yapmaya devam ettik. Ama her albümde kendimizi yenilemenin görünüşleri olmaya başladı. Mesela ‘Deliler’ diye bir parça besteledim Vira Vira’da. Bu şimdiye kadar Yeni Türkü’de farklı bir sound. Saksafon da var falan. Ama insan yenilikler arıyor tabii. Yani pop’laşmak değil yenilikler aramak. Vira Vira albümü en popüler dönemimizin albümüdür, düzenlemeler açısından en üst seviye albümümüzdür ama eskileri kadar nahif değildir. Mesela ondan sonra da Aşk Yeniden’e dönüp daha nahif dönemimize bir selam verdik orada. Bizim popülerleşme hikâyemiz budur. Ama radyolarla birlikte genel Türk pop müziğin çıkığı yıllardır 90’lar.

Zaman içinde kitlemizde değişiklikler oldu

► Peki tersten bakalım, siz çizginizi muhafaza ettiniz ama toplum ya da sizi dinleyenler mi pop’laştı? Böyle bir şey denebilir mi? Sahneden insanları izleyen bir Derya Köroğlu’nu merak ediyorum.
Birden bu kadar popülerleşince, bizim seyircimiz olmaması gereken birileri de bizi dinlemeye geldi. Yani Yaprak Dökümü’nü anlamıyordu mesela, görüyordum ben çalarken. Yaprak Dökümü çalıyoruz, o böyle ne dendiğinin, şarkının ne anlamı olduğunu anlamayan insanlar da seyircimiz oldu. Böyle bir arıza da oldu hayatımızda.

► Bunu toplumun nasıl bir kırılmasıyla izah edebilirsiniz? Toplum ne oldu da böyle bir hale geldi ya da o insanlar vardı da biz o insanları o yıllarda mı fark ettik?
Aslında o insanlar hep vardı. Mesela Uğur Mumcu 93 Ocak’ta öldürülüyor. Madımak Katliamı oluyor. 80’lerde ezemedikleri başa karşı 90’larda derin devlet aracılığıyla büyük şeyler yapıldı. 80’lerin susturulmuş gençliğini yaşayanlar büyüdüler ve müziği onlar ele almaya başladı ve Türk müziği konservatuarından çıkıp pop müziğini oluşturdular. Birçok ekip oldu böyle. Aslında bizim de burada biraz rolümüz var. (gülüyor) ‘Batı müziği içinde Türk müziği aletleri nasıl kullanılır?’ın biz bir örneğiyiz. Büyük bir kırılma yarattık biz 80’de. Udu, kanunu, kemençeyi… Sardunyaya Ağıt farklı, makamsal bir şarkıdır… Neyse, 90’lar derin devletin çalıştığı yıllardır. Bu da toplumu negatif bir şekilde etkiledi. 12 Eylül döneminden sonra apolitik bir döneme doğru gidildi.

ozgur-olmayan-toplumlar-sanatta-basarili-olamazlar-627762-1.

► 80’lerde sizin konserlerinize gelen, kasetlerinizi alan kitlenin, politik, orta sınıf, eğitimli bir kitle olduğunu düşünüyorum. Bu insanlar sizi 90’lardan sonra da takibi sürdürdüler mi?
90’ların başlarında evet. 90’ların ortasında Süper Baba’nın şarkısıyla başka bir ivme yakaladık. Rebetiko mesela. Bunlardan etkilenen bir kitle oldu ama 90 sonlarına doğru bir terkedildik aslında.

Vira Vira albümünü anlaşamadan yaptık

► Bunun gerekçesi nedir? Eskimek mi acaba?
Bir de ayrılıklarımız oldu 97’de. Selim Atakan’la 91’de ayrılmıştık. Aslında Vira Vira’da biz müzikal olarak anlaşamadan o albümü yaptık Selim’le. Bu da enterasandır. Ama hiç samimiyetimizi bozmadan müziğimizi yaptık, her ne kadar çatışmalar olsa da. Daha sonra 92’de Aşk Yeniden’i yapıyoruz, ondan sonra dizi müzikleri dönemi başlıyor. Süper Baba çıkıyor, bir derleme yapıyoruz ‘Her Dem Yeni’ diye. Orada bir tıkanıklık var. Yeni bir müzik yapmak konusunda biraz anlaşmazlık da var. Grupların kaderi bu. Çünkü aynı zamanda yenilikler arıyorsun, o yenilik nereye doğru gidecek falan… Cengiz’le (Onural) de çok güzel işler yapmamıza rağmen ayrıldık. Tıpkı Selim Atakan’la 91’de olduğu gibi. Ama 91’de 4-5 kişi bir yandaydık Selim bir yandaydı, o daha başka bir ayrılma oldu ama tamamen müzikal nedenlerden. Biz 99’da ‘Yeni Türkü Yeni’ diye bir albümle çıktık ortaya tabii o yeni arkadaşlarla. Bizim hep şu problemimiz oldu: memur arkadaşlarımız vardı grupta. Kendimizi yaşatacak kadar para kazanmadık 90’larda, dolayısıyla başka işler de yapmak zorunda kaldık. Ben yazılımcılık da yaptım. Ana Britannica Ansiklopedisi benim bilgisayarımdan çıkmadır. (gülüyor) 87 Mart’ta kar yağarken karı bahane edip yazılım şirketinden ayrıldım. Cengiz Onural da serbest çalışmaya başladı. Diğer arkadaşlarımız mesela, “Turneye çıkacağız” diyoruz, “İzin alamam şirketten” diyorlardı. Bizim o yıllarda verdiğimiz konser sayısı çok azdır. Dizi müziklerinden para kazanıyorduk Cengiz, ben. Ama diğer arkadaşlar memurluklarına devam ediyorlardı. Bu bir dengesizlikti. Üniversiteden gelen arkadaşlarımızdı, içimizde halletmeye çalıştık ama 2000’lerden itibaren verdiğimiz konserler o dönemin 50 katıdır. Böyle de bir sıkıntılarımız vardı.

ozgur-olmayan-toplumlar-sanatta-basarili-olamazlar-627763-1.

► Derya Köroğlu denildiğinde Yeni Türkü, Yeni Türkü denildiğinde Derya Köroğlu akla gelmesi sizi rahatsız etti mi?
Tabii. Yani şöyle, ben hala sahnede bütün grubu öne çıkartmaya çalışıyorum. Grup ruhundan ayrılmadım. Ama insanlar beni ayırmaya çalıştılar. Hatta plakçılar. 88’de geldiler ve “Grubu bırak tek başına devam et” dediler. Bu benim için çok anlamsız bir şeydi. Bizim varlığımız zaten grup olmaktı. Selim Atakan’ın lafını hatırlarım. 88’de o Londra’da yaşarken Türkiye’ye geldi. Ben de bekâr evim var. Eve misafir oldu. Yeşilmişik’in bütün çalışmaları öyle başladı. O zaman dedi ki, “Sen frontman olmuşsun. Bunun lamı cimi yok. Bu böyle gitmeli.” Selim’in çok objektif, takdir edilesi bir düşünce sistemi vardır, bir şeyin hakkı neyse onu verir. Bunun üzerine bir kapris yapmaz. Selim’in böyle bir şey yapmışlığı vardır. Besteleri beraber yapmışızdır ama benim önde olmamdan hiç rahatsız olmamıştır.

► 80’lerde sizler gibi politik söylemi olan gruplar var oldular. Ama bugünler de 80’lerden daha iyi yıllar değil. Peki, bunca baskının ve zulmün olduğu bu zamanda sizin gibi politik söylemleri olan grupların çıkmamasını neye bağlıyorsunuz? Ya da çıkıyor mu, takip ediyor musunuz?
En büyük olay ‘Susamam’ tabii. Helal olsun çocuklara. Çok birebir bir karşı koyma var orada. Bizim dönemimize baktığınızda biz daha sembolik sözler üzerinden geldik: “Sakın çıkma patika yollara.” Bunu anlayan gayet iyi anladı, cunta da bizi içeri atmadı. Susamam’da ise “Hukuk kalmadı, adalet kalmadı” gibi doğrudan sözler var. Biz bu kadar yalın ve didaktik olmayı sevmeyen insanlarız. Ama o kadar çıplak bir duruma geldi ki hayatımız… Bugün çok belli, neler olmadan yaşıyoruz. Nasıl bir otokrasiye razı geliyoruz ya da o otokrasi içerisinde çaresizce yaşıyoruz. Bu çaresizlik yalın bir saldırıya dönüşüyor. Sanattan ziyade bir öfke bu. O yalınlık var Susamam’da. Rap de buna çok uygun. Ama doğrusu müzikal olarak da, klip olarak da çok güzel bir prodüksiyon.