Özgür ve özerk bir üniversite için öğrenci

Aydın ÖRDEK

Öğrencilik kelimenin olumsuz anlamında mesleğe dönüşmüş durumda. Özellikle öğrencilerin, ailelerin kitlesel olarak müşteriye dönüşmeye başladığı 1980’lerin ikinci yarısından sonra bu hastalıklı hal gittikçe ağırlaştı. 1980’den önce genel olarak bürokrat ve elitlerin çocuklarının eğitim alması için açıldığı ortada olan az sayıdaki kolej ve ortaöğretim kurumuna, bu tarihten sonravakıf üniversiteleri, özel okullar ve dershaneler eklendi. 2020 yılında Millî Eğitim Bakanlığı’nca yayımlanan veriye göre, Türkiye’de bulunan 68 bin 589 okulun 13 bin 870’i, yani yaklaşık beşte biri özel okuldur. Yine Yükseköğretim Kurulu’nun 2020 yılı için yayımladığı veriye göre, meslek yüksekokulları da dâhil 203 yükseköğretim kurumunun 78’i, yani üçte birinden fazlasıvakıflarca işletilmektedir. Diğer yandan esasen birer şirket olarak idare edilen özel eğitim kurumları eğitim sistemi için gittikçe rol model haline getirilmişlerdir. Devlet üniversitesinde çalışan akademisyenler ve öğrenciler şirket çalışanı ve müşteri olarak davranmaya mecbur edildiler.

Öğrenciler müşteri haline geldi

Öğrencinin ve ailesinin müşteri haline gelmesi, öğrenciliğin meslekleşmesinin son dönemdeki belirgin tezahürü olsa da bu durumun daha da yapısal nedeni anaokulundan üniversiteye kadar okul kurumunun halihazırdaki işleyiş biçimidir. Mevcut okul anlayışının hayata geçirildiği en seçkin örneklerde bile bilginin depolanması (muhafazası, ezberlenmesi) düşünmenin önündedir. Düşünme, doğası gereği sınırsız olana sınır koyma etkinliği olduğundan bitmez tükenmez bir etkinliktir ve temelde “Neden?” sorusuna yaslanır. Ancak bilimsel olduğundan kimsenin şüphe etmediği ya da ideal olanının bilimsel olması gerektiği konusunda herkesin hem fikir olduğu modern eğitimde bu soru neredeyse yasaklıdır, çünkü “Neden?” sorusu ile bilimin sınırlarını çizdiği ‘olgusal’ dünyanın sınırlarına anında varıldığı, soruya verilen yanıtların spekülasyona yol açacağı kabul edilir. Bilimin çizdiği sınırlar dâhilinde “Ne?” ve “Nasıl?” soruları yanıtlanırsa, örneğin yer çekiminin ne olduğu ve nesneler üzerinde nasıl etkide bulunduğu açıklanırsa dünyanın olduğu gibi apaçık önümüze serileceği düşünülür. “Neden?” sorusunun dışlandığı bir bilme etkinliğinde düşünmeye yer yoktur. Dolayısıyla etkinliğe başlarken varsayılan dünyanın sınırları dışına çıkılması imkânsıza yakındır. Bu bilme ve eğitim anlayışıyla sistematik keşif imkânı dışlanmış,keşifler krizlerin ve tesadüflerin merhametine bırakılmış olur.

Tutulacak en doğru yol bilim

Günümüz eğitim kurumlarının genel geçer eğitim müfredatlarını pedagojik yenilenmeye bile ihtiyaç duymadan yıllarca tekrar etmesinin başlıca nedeninin eğitimin düşünme etkinliğini büyük oranda dışlamak zorunda olması olduğunu düşünüyorum. Sosyal bilimler alanında söz konusu mecburiyetin nedeni görece kolay anlaşılır, çünkü mevcut toplumsal kuruluşun başka türlü olup olamayacağına varır düşünme etkinliği. Doğa bilimleri alanında ise doğa yasalarının evrensel olduğu, daha doğrusu değer yargılarından bağımsız olduğu neredeyse her ideolojiye mensup insan tarafından peşinen kabul edildiği için “Neden?” sorusunun dışlanmasının düşünme etkinliğini bilimin dışına itmesi durumu görünmez olur, sanki aynı durum doğa bilimleri için geçerli değilmiş izlenimi oluşur. Hatta doğa bilimleri bu yanılsamadan itibar devşirir. Nitekim dünyayı kavrayışımız daha önce defalarca değişmemiş gibi, modern bilimin geliştirdiği kavramlar olgunun yerine geçirilmektedir. Örneğin modern bilimin yer çekimi olarak adlandırdığı ve bizde bu olguyu kavramaya dönük önyargılar yaratan olgu gerçekte düşündüğümüzden apayrı bir şey olabilir mi? Oysa tutulacak en doğru yol olarak kabul edilen bilim, “Neden?” sorusunun yaratacağı çoğu hiçbir işe yaramayacak yeni model, kavram, anlayış imkânlarını dışlamayacak kadar kurnaz olmalıdır. Bilimcilerin konformistliği dikkate alındığında kurnaz olmadıklarını düşünmek pek akla yakın değil. Onlar aslında piyasa değeri olmayan hiçbir fikrin, keşfin, etkinliğin uğraşmaya değmeyeceği kurnazlığıyla hareket etmektedirler. İşte bilimsel bilgi üretimini ve eğitimi belirleyen düşünme etkinliğini içermeyen bilgi ve eğitim anlayışı, özerklik ve özgürlük taleplerini anlamsız taleplere dönüştürmektedir.

Akademik özgürlük ifade özgürlüğünden fazlasıdır

Üretilen bilgi, toplumsal ve doğal bağlardan serbestleşme manasında özgürleşmeyi veyeniliği öngörmüyorsa, hatta bu imkânı dışlamak amacıyla üretiliyorsa akademik özgürlük ve özerklik talebinin ne anlamı olabilir? Hiçbir olgu ve kavram için söz konusu olmadığı gibi, bu kavram çiftinin de bağlamdan bağımsız anlamları olamaz. Üniversitelerin modern yükseköğretim kurumları olarak meydana gelişlerinde özellikle Katolik Kilisesi’ne karşı mücadeleyle kazandıkları birer imtiyazdır özgürlük ve özerklik. Böyle olmakla, gereksiz oldukları düşünülmemelidir elbette. Ama düşünmek etkinliğinin eğitimden ve bilimden, bilim adına sürüldüğü bu çağda özerklik ve özgürlüğü skolastik bilimciler topluluğunun imtiyazları olmaktan çıkarmanın yolları aranmalıdır. Bunun için öncelikle üniversite özerkliğinin kurumun mali, idari ve akademik işlerini kendisinin belirlemesinin ötesine geçmesi gerektiği, akademik özgürlüğün ise ifade özgürlüğünden fazlası olduğu kabul edilmelidir. Daha açık bir ifadeyle, özerk ve özgür üniversitelerin, topluma ve doğaya karşı sorumlu ve bunlardan olabildiğince bağımsız bireylerden oluşan özgür toplumlarda mümkün olacağını kabul eden ve bu doğrultuda faaliyet gösteren öğrenci ve akademisyenlerden oluşan kurumlar olduğu kabul edilmelidir. Ancak bunun afaki, hükümsüz bir kabul olmasının, yani hiçbir zaman varılamayacak bir ufuk olarak belirlenmesinin önüne geçilmesi hem akademisyenler hem de öğrenciler için okulun, üniversitenin meslek olmanın ötesine taşınması ile mümkündür. Hakkıyla icra edildiğinde özgür olmak zorunda olan düşünme, bilim ve eğitimin odağı kılınmalıdır. Bu ise özgür ve özerk üniversitenin, mensupları eliyle afaki bir gelecekte değil şimdi ve burada kurulmakta olduğunu, sistematik keşfi amaçlayan düşünmenin böyle bir kurumun temel etkinliği olduğunu, bu temel etkinliğin yasal, biçimsel, metazori yollarla engellenemeyeceğinden meslek olarak öğrenciliğin ve meslek olarak akademisyenliğin reddiyle mümkün olduğunu kabul etmeyi gerektirir. Böylelikle üniversiteden mezun ya da emekli olunamayacağı peşinen kabul edilir. Üniversiteler bir mesleği icra etmeye izinli olmamızı belirleyemezler, ama nasılsa üniversitelerden mezun oluyoruz. Üniversitelerde belirli bir müfredatı okumak üzere bir süre bulunabiliriz ama öğrencilik, yani düşünme ve keşfin sonu yoktur. Özgür ve özerk üniversite için öğrencilerin asıl talebi, siyasal iktidarların üniversiteleri baskı ve sindirme pratiklerinin kullanışlı birer laboratuvarına dönüştürmesine son verilmesi değil (bu elbette talep edilmeli) ama sistematik keşif sürecinin bir parçası olmak olmalıdır; böylelikle öğrenciler bilgiyi depolamaya, muhafaza etmeye değil yaratmaya talip olacaklardır, sıralamayı başarı ölçütüne dönüştüren, ancak asıl olarak kişiliksizleştirici, tahripkâr denetim araçları olan sınavlara karşı çıkacaklardır. Özgür ve özerk bir üniversite, geleceklerine, yani insanlığın ve doğanın geleceğine sahip çıkan, öğrenciliği yaşamlarının önemli bir kısmına yayılan bir meslek değil ama sistematik keşfe yol açan düşünme etkinliği olarak gören bireylerle mümkündür.