Özgürleşmeden gol olmaz

Baktığımızı algılamadaki özgürlüğümüzü rehin verdiğimiz sürece hiçbir şey doğru olmaz.

Birtakım izlerin birbirine karışmış gibi pazarlanan olayların ve esir alınan algıya tek tip anlayış içine sokularak sunulması, bir sakat zihniyetin alan bulmasından başka bir şey değildir.

Halbuki ortada karışan at izi-it izi yok, her şey o kadar açık ki, anlamamak ancak iradenin korkuya esir verilmesinden başka bir şey değildir.

Sorun; doğru yazılanların kaygı yaratmasıdır!

Algının ve iradenin esir verildiği ortamda özgürlüğe dem vurulan yazılar korku yaratır.

Esir alınmış, belleklerin içi uyuşturulmuş, yaşam içindeki ‘kader’ ve ‘çok şükür’ olarak sunulan yaşama çomak sokmak düşmanca görülür.

Çünkü gerçek yüzleşmektir.

Ama adam gibi yüzleşmektir.

Kaçacak deliğin kalmadığı ve hani; ‘kıçın yiyorsa anlama’ dercesine bir yüzleşmedir.

Eğer bu yüzleşme korkusu sistematik kurgu haline getirilmişse; altındaki her şeyi alsalar ‘çok şükür’ denir.

Yaşamın her alanında artık öğretilmiş çaresizlikler içindeki yaşamın kabulüyle gerçek yaşam herkesi terk etmiştir.

Futbolda da aynı koşullar ve korkular egemendir.

Esir alınan kulüpler, esir alınan taraftarlar, esir alınan takımlar, esir alınan milli takımlar, esir alınan federasyonlar.

Hepsinin tek gerekçesi, tüm özgürlük gerçeklerini inkâr ederek, kendisi yerine koydukları korku imparatorlarının peşine takılarak, kendini güvende hissetme çaresizliğidir.

Bu yüzden Azizi Yıldırım Fenerbahçe’nin üstünde tek adam oldu.

Bu yüzden Fatih Terim Milli Takım üstünde imparator oldu.

Bu yüzden Fikret Orman Beşiktaş üstünde başkan oldu ve kendi basiretsizliği yüzünden herkesi çok rahat paralelci yaptı.

Halbuki çıplak olan krala kıyafet giydirme çabası bir türlü dikiş tutmadı ve sadece anlaşılması gereken kralın çıplak olmasıdır.

Bu kadar!

Bunun için esarete gerek yok, bu bir düşünme özgürlüğü kullanma hakkıdır.

Ve bu, sanal tek adamlara ve sanal imparatorlara hatalı olduklarını anlama özgürlüğünü bahşetmektir ki bunu da anlamazlar.

Onların ki; kendi başarısızlıklarına rağmen kaybetmeme kaygılarından dolayı, kaybettikleri özgürlükleri yüzünden, baskı ve despotizm içine girerek, herkesi baskı altına alma çabalarından başka çareleri yoktur.

Kaos ve saldırı onların tek savunma mekanizması oldu.

Ve hata yapıyorlar.

Ama her şeye rağmen, iradeyi emanete bırakan güruh karşısında maalesef yaptıkları karşılık bulmaktadır.

Zaten o yüzden hâlâ oradalar.

Yaptıkları hataların bedelini kendileri ödemiyor, geri kalan herkes, takımlar, taraftarlar ağır bedel olarak ödüyor.

Karşımıza çıkan yüzleşmeleri bile anlamama esareti herkesi kör yaptı.

İşte Avrupa Kupaları, işte Avrupa Şampiyonası.

Bu korkunun sağlamış olduğu cesaret bu kişiler karşısındaki herkesi özel mülkiyet alanına sokar ve tek karar verici ve sahip olma dürtüsü karşısında diğerlerinin sadece ‘şey’ olarak görülmesini sağlar.

İşte Terim’in yaptığı basın toplantısı ve ‘ben’ ve ‘diğerleri’ temalı konuşma içeriğinin karşılığında koca bir boşluk olması.

Bu boşluk ile kimse ilgilenmemekte, kimseyi ilgilendirmemekte, burada önemli olan Terim’in olayı kaos hüviyetinde kalmasını başarabilmesidir. Arkadaki gizli gündemi; çözümsüzlük sürecini kullanmak ve ta ki istediği koşullarda ve geri dönüş ortamını sağlayarak ayrılmayı başarmak.

Bizler ise Arda ve prim girdabı içine girerek, futbolun yetersizliklerinden uzak kalarak ‘milli’ hissiyat içine sıkışıp kaldık.

Politik antrenör olmanın avantajlarını Terim her zaman başarıyla kullanmaktadır ve bunu basın toplantısında da kullandı.

Çok iyi biliyor; karşısındaki kitlenin esaret altında nasıl tepkisiz kaldığını.

Özgürleşilmediği sürece hiçbir şeyin farkına varılmaz.

Oyunun kalitesi anlaşılmaz.

Şutun, pasın, mücadelenin değeri anlaşılmaz.

Çünkü top özgürlüğü sever, gol özgürlüğü sever.