Türkiye’de gazetecilik ile mayınlı arazide spor yapmak arasında hiçbir fark kalmadı. Kimin nerede ne zaman mayına basacağı belli değil.

Bütün bunlara karşılık ülkede hala gazetecilik yapmak için uğraşıp didinen insanlar var.

İyi ki varlar.

Onlar da olmasa Türkiye’nin “özgürlükten” ve “mutluluktan” acılar içinde kıvranmakta olduğunu görüp anlatacak kimseler olmayacak.

ozgurluge-mektup-yazmak-256508-1.

Cumhuriyet gazetesinin yöneticileri, yazarları, avukatları, çizeri ve muhabiri için 11 Mart 2017 cumartesi (bugün) Kadıköy Postanesinde bir destek eylemi başlatılıyor.

İçerdeki gazetecilere mektup yollama eylemi bu…

Böyle bir eylem mi olur?

Evet!

Çünkü Silivri Cezaevindeki gazetecilerin mektup yazmaları ve almaları yasak!

OHAL olduğundan böylesi bir önlem alınıyormuş!..

Ne önlemi? Suçları yok ki!

Bu bir özel hissiyat değil, bir tespit. İddianame yok.

Ama önlem olarak siz içinde durun… Ayrıca tecritte kalın. Kalem kağıt ile bağlarınızı da kestik. Mektup yazmayın. Size yazılanları da biz vermeyeceğiz.

Buna karşın gazeteciler inatla mektup, kartpostal yazıp yollayacaklar Silivri’ye… Varsın vermesinler, ama yazılan mektupları yok edemezler, mutlaka onlara teslim edilecektir. Er ya da geç…

Burada birkaç söz de politik olarak İslami sağda duran gazetecilere etmek istiyorum. AKP iktidarı öncesinde sizler de bazı mağduriyetler yaşıyordunuz. Özellikle kılık kıyafet yasası ile derdiniz vardı. Kendileri katiyen dinci olmayan, hatta dindar olmayan, hatta ve hatta inançlı bile olmayan gazeteciler sizler için yazdılar, çizdiler. Üstelik bunu devlet ile sıkı bağları olan yaygın medyanın yayın organlarında iş akitlerini riske ederek yaptılar.

Sizler şimdi bütün bu olup bitenlere bir şey demeyecek misiniz?

İddia makamının bile bir iddianame ortaya koyamadığı garabeti nasıl görmezden gelebiliyorsunuz?

En çok da Şanar Yurdatapan geliyor aklıma… Şimdi Yeni Akit’te yazan Abdurrahman Dilipak için yakın arkadaşlarıyla ilkeleri arasında seçim yapmış, ilkelerinden yana tavır almıştı.

Eski Türkiye’de yargılanıp mahkumiyetler alan Şanar Yurdatapan, Yeni Türkiye’de de aynı şeyleri yaşıyor. Fikirleri nedeniyle ağır ceza istemleriyle yangılanıyor. İktidarın yamacına kurulmuş olan Dilipak, uzaktan seyrediyor. Henüz Şanar’ın aleyhinde yazı yazmadı. Belli ki isterlerse onu da yapabilir.

Dilipakgiller aynaya nasıl bakıyorsunuz?

Gazetecisiniz ya!!!

Türkiye’nin aydınlık yüzü olan toplumun sol yanı yine cezaevlerinde, adliyelerde, postanelerde, yollarda, alanlarda… Mücadele enstrümanları arasına yeni katılan sosyal medya kanallarıyla itiraz ediyor:

-Dayatmalarınıza HAYIR diyoruz!

İlk olarak Cumhuriyet ekibi için başlatılacak olan mektup kampanyası ileriki günlerde genişletilip hapisteki bütün gazetecileri kapsayacak hale gelmelidir. Özellikle de her dönemde okkanın altına ilk gönderilen Kürt medyasındaki gazeteciler başta olmak üzere, geçmişte AKP’ye destek vermiş olanlara kadar yaygınlaşmalıdır. Kimlikler değil, ilkeler ölçü alınmalıdır.

Yazıp çizdikleri nedeniyle tek gazetecinin bile hapse atılmadığı bir ülke bütün vatandaşların yüzünü ağartır.

Uğraşları işte bunun için…

-Özgürlüğe mektup yazıyorlar!

***

Basın tarihine katkı: Schwarzkopf Hasan Paşa

İçinde bulunduğumuz hafta Vatan Partisi’ne yeni katılım törenleri yapıldı. Hepsi emekli olan askerlerin rütbeleri ve isimleri de şöyle:

Korgeneral Hasan Kundakçı, Tuğgeneral Süleyman Yüksel, Astsubay Ali Gümüştaş ve Uzman Çavuş Tarık Kölege.

Vatan Partisi basın bürosu Hasan Kundakçı’nın kimliği üzerine bilgiler paylaştığı metnin başlığını atarken 1990’la gitmiş:

-Tamburalı Hasan Paşa!

Kundakçı daimi surette elinde yarı otomatik bir silah olan tamburalı bir tüfek ile dolaştığı için ona bu isim takılmıştı. O da lakabından hoşnuttu ki, hala bu isimle anılmaktan kaçınmıyor.

Kundakçı’nın şöhreti zirvedeyken yanına kimselerin yaklaşamadığı bir dönemde Milliyet’in ünlü muhabiri Celalettin Çetin onunla bir söyleşi yapma randevusunu kopartmıştı. Celalettin Ağabey Babıaili kökenli en eski muhabirdi. Kendi seçimi olarak muhabirliği de hiç bırakmadı.

Güneydoğuya gitti Hasan Kundakçı ile bir iki gün geçirdi. Paşa da Celalettin Ağabeyden hoşlanmış olacak ki onu helikopterine aldı. Kuzey Irak’a geçti. Girilmesi mümkün olmayan ne kadar yer varsa hepsine götürdü. Fotoğraflanan yerler arasında Saddam Hüseyin’in bu bölgedeki sarayı da vardı.

O yıllarda (Kasım 1994 – Nisan 1995) Ufuk Güldemir gelmişti Milliyet’in başına genel yayın yönetmeni olarak. Güldemir, ciddi olan her şeyle dalga geçmeyi seven bir gazeteciydi. Birinci sayfalık bir iş geldiğinde “iyi haber” denilmez, onun yerine “seksi haber” diye yazı işlerinde konuşulurdu.

Celalettin Çetin, bomba gibi fotoğraflar ve özel söyleşiyle gelinde Güldemir’in “seksi haber” ekibi havalara uçtu.

Birinci Körfez Savaşının iz bırakan “Çöl Ayısı” lakaplı Amerikalı generali Norman Scharzkopf o yıllarda çok ünlü idi. Ufuk Güldemir ertesi günkü gazeteye sekiz sütuna başlığı patlattı:

“Scharzkopf Hasan Paşa!”

O gün gazete alt üst oldu.

Milliyet okurları öylesine büyük bir tepki gösteriyorlardı ki, faks cihazlarına kağıt yetiştirilemiyordu.

Bir Türk generali ile nasıl böyle dalga geçilebilir?

Adamın lakabı “ayı” idi. Bu adamla Türk Silahlı Kuvvetlerinin kahraman bir generali nasıl olur da özdeş hale getirip, Milliyet gibi bir gazetede yayımlanabilirdi?

Okur tepkisi akşama doğru azalacağına arttı. Herkes Ufuk Güldemir’in o gün istifa edeceğini tahmin etmeye başladı.

Bu faks yağmurunun içinde çok özel bir mesaj geldi:

“Milliyet gazetesinin bugün birinci sayfasında yayınlanan şahsımla ilgili olarak Celalettin Çetin tarafından yazılmış haber ile ilgili olarak teşekkür ederim! Hasan Kundakçı Korgenaral Diyarbakır Jandarma Asayiş Bölge Komutanı.”