Mimar hapsedildiği Labyrinthos’tan, oğlu İkaros’la birlikte tüylerden ve balmumundan kanatlar yaparak kaçar. Yüksekleri keşfetmenin sarhoşluğuna kapılan İkaros, babasının uyarılarına uymayıp yükseldikçe yükselir ve ‘Güneş-Tanrı Helios’u hor görme suçu’ işler.

Özgürlüğün geldiği gün ölmek

Aydın AFACAN

Karşımda Fransızca yazılı bir levha: “Burada öldü” diyor, “Fransız şair ve direnişçi Robert Desnos, 8 Haziran 1945.” Ansızın gelen soğuk bir ölüm haberinin yarattığı şok gibi: Donup kalıyorum orada öyle anlamsız bir sessizlik içinde. Bir Nazi kampında öldüğünü okumuştum ama o an dehşetini daha bir artırarak ‘kaydını’ düştü belleğime. 2007 Temmuz’unun ilk haftası olmalı, bir grup sanatçı ve akademisyenin düzenlediği gezide, Prag yakınlarındaki Terezin’deyiz (Theresienstadt). Korkunç ölüm kamplarından biri olan bu mekânı, dehşetle, bazen gözlerimizi kaçırarak, acıyla hayıflanarak gezerken o levhanın önüne gelmiştik. Kayıp bir arkadaşa dair acı bir haber gibi: Öldüğü kesinleşmişti artık, öldüğü yer ve tarih de belliydi. Öfke ve acı karışık duygular: Orada o esnada hayıflanmanın bir tür avunma veya kaçış olduğunu mu düşünmüştüm? Orada, sanki tam o anda, insan imgeleminin el değmemiş bölgelerinde keşfe çıkmış, uykularda şiir bulmuş bir insan ölmüştü. Yıllar önce sürrealist sanat ve şiir üzerine bir çalışma yapmıştım, şiirleri gerçekten ilginçti; şeylere, hayvanlara, doğaya başka türlü dokunan bir kâşif…

Medusa’nın başı ve insanın taş hali

İstanbul’da ‘Yerebatan Sarnıcı’nı gezenler bilir, orada bir sütunun altında ters çevrilmiş Medusa başı vardır. Farklı ‘tradisyon’larla aktarılmış olsa da baştan sona ataerkil bir hayal gücü ile biçimlenmiş efsaneye bakılırsa Medusa, doğrudan bakanın taş kesildiği yılan saçlı, korkunç bakışlı bir Gorgon’dur. Onu Zeus’un, ‘kılık değiştirmelerinden’ olma çocuklarından Perseus öldürür. Katil ‘kahraman’ bu eylemini Olymposlu tanrılardan Hermes ve Athena’nın desteğiyle gerçekleştirir. Onlardan aldığı kanatlı pabuçlar, aynalı kalkan ve orak biçimindeki bir kılıçla, Gorgonlar uykudayken, Medusa’ya aynalı kalkanından bakarak öldürür… Sanat ortamında, gerçekliğe ‘doğrudan’ bakışın veya sanatın gerektirdiği dolayımı göz ardı ederek ‘doğrudan aktarmanın’ sanat eserine zarar vereceği düşüncesine sahip olanlar da “Medusa’nın Başı” metaforundan yararlanır. Bunu yapanlardan biri de Italo Calvino’dur: Amerika Dersleri’nde “Bakışını Gorgon’un yüzüne değil, bronz kalkanındaki imgesine çeviren Perseus”, gerçeklik karşısında taş kesilmeden güç bir işin üstesinden gelen sanatçı gibidir… Peki, söz konusu eğretileme, insan duyarlığı konusunda da kullanılamaz mı? -Kullanılmıştır nitekim.- Bunca kötülüğün olduğu bir dünyada, olup biten karşısında ‘taş kesilmek’? Bunun da farklı biçimleri var elbette: En kötüsü de taş kesilmenin, vicdanın veya duyarlığın körelmesi anlamına gelen biçimi olsa gerektir. Bir şey daha: Korkunç şeylerin olduğu bir ortama alışan insan ‘taş kesilmiş’ değil midir? Ya da korkunç şeyler yapan biri, örneğin bir işkenceci, akşam çocuğuna ‘o elleriyle’ dokunmayı başarabiliyorsa ‘taş kesilmiş’ değilse nedir? ‘Taş kesilme’nin bazı korkunç halleri Nazi ölüm kampları ile ilgili anlatılarda, filmlerde farklı biçimleriyle görülebilir. Oralarda olup bitenleri bizzat yaşayanlardan Primo Levi şunu vurgulamıştır: “… onca vahşi ve aptalca savaşa karşın, ne kapsam ne de nitelik açısından, Nazi toplama kamplarının yine de bir benzeri yoktur”. Agamben’in Kutsal İnsan’ın üçüncü cildi olan Tanık ve Arşiv’de Levi’den aktardığı şu söz, aslında bazı konularda ‘susan’ herkese yönelik olmalıdır: “Dibe vuranlar, Gorgo’yu görenler, yaşadıklarını anlatmak üzere geri dönmediler ya da taş kesildiler…” Katilin -Perseus gibi- maktulle göz göze gelmekten çekinmesi de bir tür ‘taş kesilme’ korkusundan olabilir mi? Ya ‘kahraman’ fiillerini överken taş kesildiklerinin farkında bile olmayan insanlar?

Ölüm demekmiş ‘özgürlük’

Nazi kamplarının kapısına asılan, ‘Çalışmak özgürleştirir!’ (Arbeit Mach Frei!) levhası tutsakların özgürlük umuduna yönelikti. Bu umut her geçen gün tükenecekti. Ve zaman içinde ‘her şeye karşın yaşamak’ isteği… Savaşın bitiminde gelecek ‘özgürlük’ ve ‘yaşam’ nasıl bir şey olabilirdi ki? “Kurtulanın suçluluk duygusu,” der Agamben Tanık ve Arşiv’de: “Kamplara ilişkin literatürün locus classicus’udur [klasik bir örneğidir]”ev. A. İ. Başgül). Böyle durumlarla karşılaşmış bir insanın önünde yığınla ‘açmaz’ oluşur. Kamplardan sağ çıkanlardan bazılarının sonradan intihar etmesi başka neyle açıklanabilir? ‘Bunlar da mı İnsanın (Asıl adı: Se questo è un uomo) yazarı Primo Levi de bunlardan biriydi.

‘İkaros’ Desnos

Robert Desnos, dik başlı, uzlaşmaz bir şair. Sonradan arkadaşlarından kopsa da sürrealist hareketin en ilginç şairlerindendir. “Seni öylesine düşledim ki yitirdin gerçekliğini” diyen bir şair; “Bizim serüvenci kaptan” (çev. E. Canberk) onun yaşamını özetler bir açıdan. Sürrealizme özgü bilinç akışı, doğaçlama, serbest çağrışım, sonradan daha bir geliştireceği söz oyunları ve özgün imgelerle örülü bir şiirdir onun şiiri. Sürrealist Manifesto’nun yazarı André Breton, Nadja’da, onun hakkında şöyle yazar: “Şimdi Robert Desnos geliyor gözümün önüne tekrar, onu tanıyan bazılarımızın, uyku dönemi diye adlandırdığı dönemdeki Desnos. ‘Uyuyor’ Desnos ama uyurken de yazıyor, konuşuyor (…) Ve Desnos benim görmediğim şeyi görmeye devam ediyor, ancak o gösterdikçe görebildiğim şeyi görüyor”(çev. İ. Yerguz). Hayatı ve düşleriyle tam bir özgürlük tutkunu olan Desnos, Fransız direniş hareketine katıldıktan sonra Nazilerin eline geçer ve kamptan kampa sürülür. Ve sonunda Terezin… Karısı Augustina Fuçik, Nazilerin öldürdüğü Çek Komünist Julius Fuçik’in Darağacından Notlar kitabına yazdığı notta şunu söyler: “Hitler Almanya’sının 1945 Mayısındaki yenilgisinden sonra, faşistlerin öldürecek kadar işkence etmeye zaman bulamadıkları tutuklular salıverildiler.” Desnos da kurtulacaktı, tifüsten ölmeseydi…

Direnci ve inadı ilginçtir:

Yüz bin yaşımda da bulacağım gene/
Seni bekleme gücünü, ey umudun sezdiği yarın /.../ Ama gecenin dibinden tanıklık ediyoruz hâlâ/ Günün ve tüm armağanların görkemine./ Uyumuyorsak şafağı gözlemek için uyumuyoruz./ En sonunda bugünde yaşadığımızı kanıtlayacak şafağı.”. (çev. T. Yücel) ‘Özgürlüğün geldiği gün’ ölmesi, onun öyküsünü Yunan mitos kahramanı İkaros’un efsanesiyle buluşturur: Girit Kralı Minos, insan bedenli boğa başlı bir canavar olan Minotauros’u saklamak için ünlü mimar Daidalos’a Labyrinthos’u yaptırmıştır. Daidalos, sonradan Atinalı kahraman Theseus’un Minotauros’u öldürmesine yardım ettiğinden kral tarafından oğluyla birlikte oraya kapatılır. Mimar da hapsedildiği Labyrinthos’tan, oğlu İkaros’la birlikte tüylerden ve balmumundan kanatlar yaparak kaçar. Yüksekleri keşfetmenin sarhoşluğuna kapılan İkaros, babasının uyarılarına uymayıp yükseldikçe yükselir ve ‘Güneş-Tanrı Helios’u hor görme suçu’ işler. Bu yüzden kanatları erir, Ege denizine düşer ve ölür. İkaros, tutsaklıktan kurtulduğu gün ölmüştü. Desnos da öyle.

Küçük yaşta ailesiyle birlikte sürgün yaşamış olan Cemal Süreya da şiirin ‘yasa’larından birine ‘kesin’ ve ‘tek’ bir yasak koyacaktı:

TEK YASAK

Özgürlüğün geldiği gün

O gün ölmek yasak!