Uzay Şairi” olarak ünlenen Süavi Koçer, “Nisuaz” meyhanesinde içmeyi pek sever. Gündüz uğramamışsa, gece yarısı mutlaka damlar. (Salâh Birsel: Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu)

Gece gelirken de üzerinde bir frak bulunur.

O yıllar, Koçer’in çok uzun şiirler yazdığı bir dönemdir.

Mesela, “Ecdadımın Kemikleri” adını verdiği şiiri tam bir defteri doldurur.

Bir büyük sözlük gibi bir şeydir bu...

İçinde, aranılan her sözcüğü bu şiirde bulabilmek mümkündür.

Bir gün, yine hem içiliyor, hem şiir üzerine konuşuluyordur.

Masada bulunan Sait Faik, “Peki,” der, “bu şiirin içinde Kız Kulesi var mı?”

Koçer, “Var elbet” dedikten sonra, “Ecdadımın Kemikleri”ni karıştırmaya başlar ve iki dakika sonra da şiirin içinden “Kız Kulesi” sözcüğünü bulup çıkarır.

“Uzay şairi”, şairliğini kanıtlamıştır.

Kimi geceler de Sait Faik, durup dururken birden Süavi Koçer’e takılır:

“Bir şiirini okusana!”

Bu öneri karşısında Koçer, şu karşı öneride bulunur:

“Ama sen de bir öykünü okuyacaksın.”

Bir gün, Sait Faik ile Nisuaz’un kapısı önünde görünürler.

Koçer, elindeki kâğıttan Sait Faik’e şiir okumaya çalışmaktadır.

Nisuaz’a girer girmez de aralarında bir ağız dalaşı başlar.

Sait Faik’in yüzü, öfkeden kıpkırmızı olmuştur.

Koçer, ısrarla şiirini okumayı sürdürmekte, Sait Faik de “Zorla mı lan, dinlemeyeceğim işte…” diye bağırmaktadır.

Koçer, kendinden geçmiş bir halde şiirini okumaya devam ederken, bir yandan da “Dur birazdan bitecek” demektedir.

Bu esnada Sait Faik, daha da sinirlenerek Koçer’e bir yumruk patlattır.

Koçer, yumruğun şiddetinden yere yıkılmıştır.

Bu durumu gören Nisuaz’ın sahibi Niko, “Polis, polis” diye bağırmaya başlar.

Neyse, araya girilir ve kavga yatıştırılır; Sait Faik de çıkıp gider.

Bu olay üzerine, Sait Faik ile Suavi Koçer herhalde bir araya gelmezler diye düşünülür.

Oysa birkaç gün sonra Sait Faik ile Koçer, kol kola girmiş, Beyoğlu’nda dolaşıyorlardır.

Koçer, yine Sait Faik’e şiirlerinden birini okuyordur.

Daha sonraki günlerde Faik Baysal, Sait Faik’e “Niye Koçer’in şiirlerini hem dinleyip hem kavga ediyorsun?” diye sorduğunda, şu yanıtı alacaktır:

“Dinlemeyip de ne yapayım yani? Adamın kanında şiir virüsü dolaşıyor, yazdıklarını okumazsa ölecek gibi geliyor bana. Ben de bir şairin ölmesine razı olmam ölecek o kadar adam varken.”

Koçer, Ahmet Muhip Dıranas ile Cahit Sıtkı Tarancı’nın da arkadaşıdır.

Her konuşmasında onlardan söz etmeyi sever.

Çünkü en çok, bu iki şairin şiirlerini sevmektedir.

Bir gün Salâh Birsel’e şöyle diyecektir:

“Muhip ile Cahit’in şiiri nehrin bir kıyısında ise, sizin kuşağın şiiri öteki kıyısında. Ama siz öteki kıyıya köprü kurmadan geçtiniz. Şimdilerde ben, bu boşluğu doldurmak için iki kıyı arasına köprü kurmaya çalışıyorum.”

Koçer bir gece de yanındaki masada oturan bir “gündüz yosması”na özgürlük üzerine yazdığı şiirlerden birini okur.

Bu gündüz yosmaları ibadullahtır Nisuaz’da. Bunlar öğleden sonraları iş tutar ve akşam dokuza kadar çalışırlar. Akşam olunca da, evli olanlar günlük kazançlarını -30 ya da 40 lira tutar bu- doğru kocalarına taşırlar.

Süavi’nin kendisine şiir okuduğu, gündüz yosması, bunların en akıllılarından biridir. Yaşamın içinde pişmiş, hadi lafımızı esirgemeyelim filozoflaşmıştır. Bu yüzden Süavi’nin şiirini büyük bir ciddiyetle dinler. Süavi okumasını bitirip de:

“İşte biz ozanlar özgürlük şiirleri yazarız” deyince, o da Nisuaz tarihinde büyük bir yer tutan, Necati Cumalı’nın yüreğine de bir koşturma salan şu özdeyişi döktürmüştür:

“Zaten özgürlüğü koruyorsa şairler ile fahişeler koruyor.”

*Suavi Koçer: Doğumu 1909 İstanbul, ölümü 12 Haziran 1987. Galatasaray Lisesi’nde okudu. Bankacılık, gazetecilik yaptı. Yeni şiir hareketinin ilk yıllarında Servet-i Fünun, Uyanış, Ses, Yeni Ses dergilerinde çıkan şiirleriyle akımın bilinen kalemleri arasında yer aldı. Tek kitabı “Uzay Yolculuğu” (1965) kitabından dolayı uzay şairi olarak anıldı.

•••

Anevrizmada oluşan bir sorun nedeniyle hastanede yattığım sürece arayıp soran sevgili arkadaşlarıma, dostlarıma, okurlara teşekkür ederim.