Kısacası, bizler kötülüklere teslimiyete Evet denilmesine Hayır diyoruz ya... Bu Hayır’ı çoğaltmanın bir yolu var: AKP seçmeninin bir kısmı da Hayır diyenlere, Evet diyebilsin. Özgürlük korkusu içindeki o tür AKP seçmeni ikna edilebilsin, yeter...

Nedir özgürlük korkusu?

Altı yıl önce, ilk sıralar Arap Baharı denilen ve kısa sürede IŞİD’leşen bir şeyler başlamıştı İslam coğrafyalarında. Olup biteni anlamaya çalışırken, İslamiyet ve isyan arasındaki bağlantıda özgürlük olmadığına işaret etmeye çalışmıştım, Erich Fromm’un ‘İtaatsizlik Üzerine’ ve ‘Özgürlük Korkusu’ kitaplarına göndermede bulunarak.

Eh, çünkü söz konusu coğrafyada Müslim’ler yaşıyordu, yani ‘teslim olmuş’ olanlar... İsyancı-cihatçılar da özgürlük değil teslimiyet için kan döktüler ve döküyorlar. Ne kadar din o kadar otorite ve o kadar da teslimiyet!

İşte bu yüzdendir ki referandumda da teslim olmak/almak, Evet demek/dedirtmek istiyorlar.

Elbette ‘eski’ Türkiye’de de muhalefetin sınıfsızlaştırılarak manevileştirilmesi geçerliydi, ama din henüz iktidar ile muhalefet arasında sadece tampon mekanizma boyutundaydı. Erich Fromm kavramıyla söylersem, bu boyut ‘otoriter vicdan’ sayesinde canlı tutulurdu.

Yani? ‘İslamiyet’ ya da ‘otoriter vicdan’, kitlelerin hoşnut etmeye gönüllü olduğu, hoşnut edememekten korktuğu bir olgu olarak tanımlanıyordu. Din, böylece zaten muhafazakâr olan toplumun adeta bir süper-ego’su, bir üst-benliği (isterseniz üst kimliği deyin) olarak kurgulanmıştı. Toplum ‘çocuklaştırılmıştı’. Tıpkı bir çocuğun korku nedeniyle babasının yasaklarına boyun eğmesi ve emirlerine itaat etmesi gibi... Zaten kitlelerin karşısında bir de ‘Devlet Baba’ vardı. Din ise, kapitalist devletin yardımcısıydı.

Biliyoruz ve yaşadık ki AKP’yle birlikte çok şey değişti, din ile devlet kaynaşırken, otoriter vicdan yerine otoriter vicdansızlık bile meşrulaştırıldı. Çünkü Devlet Baba ile Reis Baba özdeşleştirilmekteydi artık.

O AKP ki programına, hedefinin ‘piyasa toplumu kurmak’ olduğunu yazmış olan bir partidir, kapitalizmin nimetlerinden vazgeçecek değildir elbette... Reis’in sopası ‘polis devleti’ olarak, piyasa toplumunda kurulu düzenin muhafazası sağlanıyor. İmam hatipli polisler bu iş için oldukça elverişli. Zaten imamlar da her konuda kanaat önderi kılınarak devreye girdiler.

Gelinen noktada, İslami faşizm olarak tecelli eden otoriter vicdansızlık ise ‘devlet görevlisi’ yargıçlar, polisler, imamlar vb. eliyle yeniden kurumsallaştırılmış durumda.

Öyle ki, Erich Fromm’un da işaret ettiği üzere, insanlar ancak itaatkârlıkları ölçüsünde ve sayesinde kendilerini ‘taptıkları’ (uhrevi ve dünyevi) gücün bir parçası olarak görebiliyorlar. Kendileri adına verilen kararlar sayesinde günah işlemediklerine, hata yapmadıklarına inandırılıyorlar. Ve en önemlisi kapitalist cemiyetin yalnızlaşmış bireyi, cemaatler bünyesinde kendisini çoğalmış hissedebiliyor, daha önemlisi, onun sağladığı menfaatlerden faydalandığına da iman ediyorlar!

İman etmediği zaman? Sadece Reis’e değil, kadere ve hatta tanrıya kafa tutmuş duruma düşürülüyorlar. Reislik ise zaten bir kader olarak önlerine konulmuş oluyor.

Oysa “Yaratma mucizesi –yaratma her zaman mucizedir- onun [Müslim’in] duygusal deneyiminin dışındadır.” (Erich Fromm, Özgürlük Korkusu, s. 103)

Evet, anladınız, ‘yaratma mucizesi’, burada, uzun dönemde elbette devrimdir! Devrim ise her türlü otorite tezgâhını bozabilen yegâne imkân... Ama şu iki ay içinde ‘yaratma mucizesi’ kesinlikle Hayır diyebilmektir. Çünkü bu tercihle yeni bir ülkeyi ‘yaratmak’ için ilk adımlar atılacaktır.

İşte kendisi için bu tehlike karşısında AKP’nin elindeki tek silah korkutmaktır: Kaderle, tanrıyla ve Saray gücüyle korkutmak...

Öte yandan devlette ve dinde cisimleştirilen ‘otoriter vicdan(sızlık)’ yanı sıra, bir de ‘insani vicdan’ var. Otoriter vicdan, bilinçsizleştiriyor; insani vicdan sayesinde ise özgürleşmenin kapısı aralanabiliyor.

Yeter ki Müslim’lere özgürlük korkusuyla baş edebilmeleri için azıcık özgürlük cesareti telkin edilebilsin. ‘Otoriter vicdana teslimiyeti’ ile uğraşmadan, otoriter vicdansızlığa karşı çıkabilmesi için gereken insani vicdanı hatırlatılsın ve böylece Hayır diyenlere “Evet haklısınız” diyebilsinler.

O kararsız AKP seçmenlerini, iyilikle ve güzellikle, iyilikler ve güzellikler için insani vicdan düzlemine çekebilmek yeterli ve gereklidir.