Gözaltına alınan, tartaklanan pek çok gazeteci var. Gazetecilerin çalışamadığı bir dönem bu. Onların yerine maaşlı ve emirle yazı yazan “gazeteci”ler yetiştiriliyor ve bunlar, her biri bültene dönen “saray”ın himayesindeki “gazete”lerde yazıyor.

Beklenen oldu: Can Dündar ve Erdem Gül, 26 Şubat sabahı 03.15 sularında tahliye edildi. Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın, ertesi gün bir açıklama yaparak bunun bir tahliye olduğunu, beraat olmadığını vurguladı ve “davanın takipçisiyiz” dedi. Belli ki bilenmişler, davayı sürdürecekler ve Anayasa Mahkemesi’nin kararını hiçe sayarak ilerleyecekler. Can Dündar ve Erdem Gül, bu arada gazetecilik faaliyetini sürdürecek. Yapmaları gereken şeyi 93 gündür yapamıyor olmaları, bu iktidarın utancı. Yazık ki onlar yerine utanan yine biz oluyoruz. Baştakiler, anayasayı ve hukuku takmadan ilerliyorlar ki örnek aldıkları “adam”lardan biri olan Turgut Özal’ın şu veciz sözünü hatırlamanın tam da zamanı: “Anayasa bir kere delinmekle bir şey olmaz.”

26 Şubat, hem Recep Tayyip Erdoğan’ın hem de Ahmet Davutoğlu’nun doğum günü. Bu, dünya üzerinde de ilk muhtemelen. Hoş, bugüne kadar kutlanmayan bu “kutlu” doğum gününü bu yıl birdenbire kutlamaya karar vermiş olmaları enteresan. Tahliyelerle bu sevincin yarım kalmış olması da tarihin hoş bir cilvesi –ki Can Dündar, açıklamasının ilk cümlelerinde bunu söyledi zaten: “Sizi bu saate kadar beklettik ama galiba bizi bekletenlerin asıl niyeti 25’inden 26’sına günün dönmesiydi. Bugün sayın cumhurbaşkanının doğum günü, biliyorsunuz. Kendisinin doğum gününü kutluyoruz ve böyle bir tahliye kararıyla kutlamaktan dolayı da çok mutluyuz.”

Açıklamanın burasına takılmayalım, ironi deyip geçelim. Dündar ve Gül, sonrasında sözü içerideki gazetecilere getirdi ve bunun “yeni bir başlangıç” olduğunu söyledi. Dündar’ın şu vurgusu önemli: “Saraya tabi olmayan bir yargı kurumu, saraya tabi olmayan medyanın önünü açacak çok önemli bir karar verdi.” Erdem Gül’ün “barış” vurgusu da öyle.

24 Ocak’ta, Uğur Mumcu’nun öldürüldüğü güne denk gelen Pazar günü, elinizde tuttuğunuz derginin yazarları olarak, Can Dündar ve Erdem Gül’ün özgürlüğünü talep etmiştik. Ben, yazımda, içerideki gazetecileri hatırlatmıştım… O gün itibariyle sayı 31’di, Dündar – Gül ikilisi dahildi ancak tahliye sayıyı azaltmadı, artırdı. Şu anda (ikilinin tahliyesinden sonra bile) 32 gazeteci içeride. Bunlara, Cizre’de bir bodrumda yakılarak öldürülen Azadiya Welat gazetesinin yazı işleri müdürü Rohat Aktaş’ı da eklersek, tablo daha da vahimleşiyor. Dahası, Aktaş’ın o bodrumlardan çıkartılan 140 cenazeden biri olduğunu bilmek, kanımızı donduruyor. Gözaltına alınan, tartaklanan pek çok gazeteci var ayrıca. Gazetecilerin çalışamadığı bir dönem bu. Onların yerine maaşlı ve emirle yazı yazan “gazeteci”ler yetiştiriliyor ve bunlar, her biri bültene dönen “saray”ın himayesindeki “gazete”lerde yazıyor. “Saray”, sevmediği/istemediği yazarları/kanalları susturmaya devam ediyor. Yazının yazıldığı saatlerde imcTV’nin ekranı karartıldı. Bu, son olmayacak.

Tam da burada, Can Dündar’ın açıklamasındaki şu sözlerin altını çizeyim: “İçeri girerken bir tek şey diliyordum: Bizi içeri tıkan o nefret, kin, öfke bizi zehirlemesin. Zehirlenmeden çıktık. Kin duymuyoruz, öfke duymuyoruz ama mücadeleye kararlıyız. Eskisinden de yüksek bir sesle kendimizi savunmaya devam edeceğiz.” Açıklamada sarf edilen en “sert” sözler bunlar. Dinleyen biliyor ama dinlemeyen, Can Dündar’ın açıklamasını “gazete” üzerinden okuyan, onların “intikam yemini” ettiğini sanıyor çünkü “haber” öyle veriliyor! En fenası bu: İnandırıyorlar. Biat edenler, körü körüne söylenene inananlar var ve bunlar hiç de azımsanamayacak sayıda.

Yine şarkısız ilerliyor yazı. İyisi mi, eskilerden bir plağı alalım ve yine aslında hiçbir şeyin değişmediğine şaşarak pikabımızda döndürelim… 1978 tarihli bir 45’lik plak bu. Ön yüzünde, Edip Akbayram’ın sesinden meşhur olan ve o dönem, Bedia Akartürk’ten Behiye Aksoy’a, Ahmet Özhan’dan Timur Selçuk’a herkesin repertuarına giren Kerem Güney bestesi “Aldırma Gönül” var. Bizim dinleyeceğimiz şarkı arka yüzde ama plağı döndürmeden, Perşembe günü 109. doğum gününü kutladığımız Sabahattin Ali’ye selam çakalım zira “Aldırma Gönül”, belki de en bilinen Sabahattin Ali şiiri. Şimdi plağı döndürebiliriz. Elimdeki plak, Selda’nın. Arka yüzünde yer alan, bir Âşık Mahzuni Şerif uyarlaması olan “Suç Bizim”: “Efendim dünyada bütün rezalet / Yıllar yılı başımızda taç bizim / Vicdansızlar adam vurur marifet / Gerçeği söyleriz hemen suç bizim // Ankara’da türlü türlü plan var / İstanbul’da açık açık talan var / Seksen bine köpek alıp satan var / Hele sorsak değerimiz kaç bizim // O Süleyman emir vermiş askere / Avrupa’ya seferi var kaç kere / Viyana’da at sürdüğü yerlere / Çöpçülüğe akın eden göç bizim // Hele âşık gel de bozma asabı / Soysun dursun fırsatçılar kasabı / Bilmem kim soracak bir gün hesabı / Halkımıza adanacak baş bizim…”

Ne kadar tanıdık değil mi? Ankara’daki “planlar” her dem tüyler ürpertiyor. Önümüzdeki günlerde ne yaşayacağımızı bilmiyoruz. Talebimiz çok net: Barış ve özgürlük. Yazık ki savaş isteyen karşı taraf, elindeki bütün imkanlarla saldırıyor ve bu saldırı, barış isteyenleri “terörist” olarak damgalamaya yetiyor. Memleketin yarısı, diğer yarısının terörist olduğunu düşünüyor. “Barış” kavramı üzerine düşünmeden, savaşın götüreceklerini hesaplamadan yapıyorlar üstelik bunu. Paragrafın başındaki cümlede “karşı taraf” ifadesini kullanmam bile durumun vahametinin göstergesi. Ne acı!

Bir büyük ismi anarak bitireyim: Yaşar Kemal, geçtiğimiz yıl bugün bizi bırakıp gitti. “Öldü” diyemiyorum çünkü kitaplarıyla ve fikirleriyle yaşıyor, yaşamaya devam edecek. Yazının sonunda, sözü Yaşar Kemal’e bırakayım ve 2012’de basılan “Bu Bir Çağrıdır” (YKY) adlı kitabına adını veren giriş yazısında söylediklerini hatırlatayım. Bugün bize gerekli olan bu çünkü:

“İnsanlık, doğamızı korumanın yaşamımızın birinci koşulu olduğu bilincine nasıl varmışsa, dilleri ve kültürleri korumanın da aynı olduğunun bilincine çoktan vardı.

Coğrafyasından ve çokkültürlü bir toprak olduğundan dolayı çağlar boyu dünya kültürüne kaynaklık etmiş Anadolu, binlerce çiçekli bir kültür bahçesidir. Böyle bir zenginliği yok etmek, insanların yüreğine kin ve öç tohumlarını ekmek hiçbir ülkeye hayretmez.

Bugün bir umutsuzluk yeli ortalığı kasıp kavuruyor. Ben diyorum ki, bu yaraların sağılması bizim elimizde. Ülkemizin onurunu, ekmeğini, kültür zenginliğini kurtarmak elimizde. Gelin de doğru dürüst bir demokratik düzenin kurulması için aklımızla, yüreğimizle elele verelim.

Bu bir çağrıdır.

Sözüm sizedir.”