Varoluşçu akımın keskin öznelcilik hatları bile özgürlük tanımı için yumuşuyor. Öyle ki insanın kendini seçerken aslında diğer bütün insanları da seçmesi, olmak istediğimiz kimseyi yaratırken herkesin nasıl olması gerektiğini de tasarlanması durumunu ortaya koyuyor.

Özgürlük topluma karşı sorumluluktur

HANDE ÇİĞDEMOĞLU

Günümüz yaşam koşullarının sıkça önümüze koyduğu, üzerinde en çok tartışılan çoğu kez ise kavramsal çatışmaların başını çeken bir kavram özgürlük. Gündelik hayatta ise çoğunlukla, kişisel özgürlükler meselesiyle karşılaşıyoruz. Artık tartışmasız biçimde kabul edilen birçok bireysel hak, aslında büyük toplumsal mücadelelerin kazanımı. Çeşitlilik gösteren pek çok özgürlük talebi ise hala toplumları demokratikleştiren en önemli hareketlere kaynaklık ediyor. Şimdilerde ise kısıtlı kaynaklarla zorlaşan yaşam koşullarının, pandemi, terör, savaş, doğa olayları gibi hızla değişen gündemin bireysel özgürlük yaklaşımının toplumsal sorumluluklarla çelişerek bireyselciliği tetiklediği de gözden kaçmayan bir gerçek. O halde insanlığı böylesine çepeçevre kuşatan, kendi içinde bile birbirine dolanmış özgürlük kavramına, filozofların düşünce ışığından yararlanarak, erdem ve ahlak temaları çerçevesinde bir göz atalım.

Felsefe direkler arası gerilmiş bir ip ise özgürlük kavramına rahatlıkla ipi geren ana direklerden biri diyebiliriz. Platon, Aristoteles, Spinoza, Hume, Kant, Marks, Nietzsche, Sartre, Bauman. Pek çok düşünür, tarih boyunca insanı kavrama ve anlama, sonrasında da insanlığı mutluluğa yönelten doğru ve erdemli gelişmişliğe ulaştırmada özgürlük kavramı üzerine çalışmış. Felsefe tarihi boyunca meydana atılan halkaları topladığımızda ise elimizde aslında birbirlerine bağlanıp bir bütün haline gelmiş bir zincir kalıyor. Özgürlüğü kavram olarak tanımlayan ve çevreleyen düşünceler farklılıklara sahip olsa da ortak paydaya bakıldığında şunu görüyoruz: Özgürlük, bireysel olarak başlayan, seçimlerin erdem ve ahlaki kavramların sınırlarını, tanımlarını çizerek yol alan, doğa ve topluma karşı sorumlu öznel bir hareket. Basitçe tanımlamak gerekirse “İnsanın herhangi bir baskı altında kalmadan, her türlü dış etkiden bağımsız olarak kendi düşüncelerinin ve isteklerini gerçekleştirmek için seçme durumu”. Bu genel tanım aslında yüzyıllardır tartışılan ve konumlandırılmaya çalışılan felsefi doneleri içinde barındırıyor.

Platon’ un öne çıkardığı hayat, seçim, zorunluluk kavramları aslında özgürlüğün tanımlanmasında bize yol gösterir. Öyle ki onun mitlerinde görülen hayat perisinin (daimon) aslında kişinin kendi öz yapısı olduğu fikri, özgürlüğün yani seçimlerin ve sonuçlarının da insanın kendi iradesinin bütünü olduğu ortadadır. Platon’un “Erdemin bir efendisi yoktur. Hanginiz onu yüceltir ya da küçümserse, ona göre erdem sahibi olur ya da olmazsınız. Herkes seçtiğinden kendisi sorumludur. Tanrı sorumlu tutulamaz.” ifadesi özgürlüğün hatlarını belirlemekte önemli bir çıkış noktasıdır.

Burada “İnsan seçimlerini neye göre yapar?” sorusu beliriyor. Özgürlüğün felsefenin irdelediği erdem, ahlak kavramları ile anlam ve nitelik kazandırılması, onun seçmede her türlü etki ve düşünceden bağımsız olma tanımı ile çelişmesi gibi görülebilir mi? Örneğin bir askerin yaralanan arkadaşını sırtlayıp yola devam etme seçimi de, onu orada bırakıp yola/göreve devam etme seçimi de özgürlük olarak tanımlanabilir. İlk seçimde bir insanın hayatını kurtarmak, özgür seçimin ahlaki temelini oluştursa da ikinci seçimde daha fazla insanın hayatını korumak ve görevi tanımlamak adına o askeri orada bırakma seçimi de kendi içinde ahlaki değer taşır. Ya da asker, orada arkadaşını bırakıp, cepheden de kaçabilir. Bir diğeri hem arkadaşını bırakıp hem sivilleri de düşman olarak görüp yaşama haklarını ellerinden alabilir. Bu durumda hangi seçim yadırganabilir? Bu seçimleri bir baskı altında örneğin komutanı tarafından emredildiği için yapmayan kişiler tamamen öz iradeleri ile özgürlük haklarını kullanmış olurlar. İyi ama asker olan biri baskı altına girmeyi kabul etmiştir diyebilirsiniz. Bu durumda kişinin savaşmayı göze alarak bir birliğe katılması da onun öz iradesinin yönelişi olarak yine özgürlüğü temsil eder.

Özgürlükte de bir sıralanış, yükseklik-alçaklık seviyesi var mıdır? Farklı bir örnekle anlatmak gerekirse, gözleri görmeyen bir yaşlıyı karşıdan karşıya geçirmeyi seçen kişi ile bunu seçmeyen kişinin kullandığı özgürlük kavramı seviyelendirilebilir mi? Ya da halkı üzerine kimyasal silah atmaya karar veren bir devlet adamı ile bunun yerine halkının refahı ve barışı için sosyal politikalar üretmeyi seçen bir devlet adamı için tanımlanan özgür irade aynı anlamı mı temsil eder?

İnsan en yüksek amacı olan mutluluğa ulaşmak için, -mutluluk: insan için kendi özüne göre eylemde bulunma hali- kaynağını akıldan alan erdeme dayanarak seçim ve eylemde bulunması tanımını yapan Aristoteles, ancak bunun insana büyük bir doyum sağlayacağını söyler. Bu durumda özgürlüğün çıkış noktası, akla uygun ahlak ve erdem değerlerine dayanır denilebilir. Peki, ahlak kuralları kime ve neye göredir ve nasıl kabul görür? Felsefenin bu bir diğer önemli konusunu irdelemeden, kavramın özgürlük ile olan ilişkisine bakmalı. Örneğin Kant’ın “Ahlak Yasası”; insanın hareketlerinin onun istemini belirleyen ilke ile aynı zamanda genel bir yasamada da ilke olarak geçerli olabileceği yönündedir. Öyle ki Kant’a göre özgürlük, hem kendinin hem de başkalarının özgürlüğünü gerektirir.

Varoluşçuluk akımında “ahlak” içerik olarak değişkenlik gösterse de evrensel biçim bağlamında nettir. Bu durumda, özgür bir bağlanma alanında insan her şeyi seçebilir. Varoluşçular zaten her çağın diyalektik yasalara göre değiştiğini ve geliştiğini savunurlar ki bu da insanları ve seçimlerini dolayısıyla özgürlüğü insan doğasına değil, çağlarının gerektirdiği koşullara bağlar. Sartre’ın “genel bir ahlak yoktur” yaklaşımı bu görüşün dışavurumudur. Şöyle der Sartre: “Her somut koşulda özgürlüğü istemekten başka amacımız olamaz. Biz özgürlük için özgürlük isteriz. Ama özgürlüğü isteyince onun tümüyle başkalarının özgürlüğüne, başkalarının özgürlüğünün de bizimkine bağlı olduğunu anlarız. Gerçi insanın tanımı olarak özgürlük, başkasına bağlı değildir ama ortada bir bağlanma olunca iş değişir. O halde kendi özgürlüğümle birlikte başkalarının özgürlüğünü de istemek zorunda kalırım. Başkalarının özgürlüğünü gözetmezsem kendi özgürlüğümü de gözetemem.”

Sartre’ın sözlerinde dikkat çekilmesi gereken nokta, onun bu yaklaşımı ahlaki bir tercihe dayanmamasıdır. Yani, “Bireysel özgürlük diye bir şey vardır ama biz toplumsal özgürlüğe önem vermeliyiz” gibi bir mantık dile getirmiyor. Tersine, insanın tek başına özgürlüğünün söz konusu olamayacağını vurguluyor. Rousseau’nun benimsediği bir kişinin özgürlüğünün başladığı yerde diğerinin özgürlüğünün bitmesi yaklaşımı değil, bir kişinin özgürlüğünün artması, diğerininkinin azalmasına bağlı olmadan; toplumsal olarak artan veya azalan bir durum olarak özgürlüğü konumlamak onunkisi.

Böylece özgürlüğü akıl, ahlak ve erdem temelleri ile birlikte ele alırken, yol bizi bireycilikten toplumculuğa doğru sürüklüyor. Varoluşçu akımın keskin öznelcilik hatları bile özgürlük tanımı için yumuşuyor. Öyle ki insanın kendini seçerken aslında diğer bütün insanları da seçmesi, olmak istediğimiz kimseyi yaratırken herkesin nasıl olması gerektiğini de tasarlanması durumunu ortaya koyuyor. Böylece “Genel bir ahlak yoktur.” yargısı olsa da, insanın aklının tasarıları hem öznel olarak kendini yaşatıyor hem değerleri oluşturuyor. Bu değerlere dayanan kavramlar ise anlam kazanıyor. Sonunda “İnsan insanın geleceği” (Ponge) oluyor. Temelde her eylemin irade özgürlüğüne dayanması esası özgürlüğü seçimler ve bağlanmalarla tanımlar. Ahlaki eylemlerin doğası irade hakkında bir seçim sorunudur. Özgürlük isteme özgürlüğüdür ve ahlaki eylemin temeli, özü ve güvencesidir (Aristoteles). Bu durumda aslında ahlakı ve erdemi oluşturan düşünsel şartlar da özgürlük sayesinde oluşur.

Bu noktada insanın sorumluluk hali de masaya yatırılmalıdır. Özgürlük kavramının kimi zaman sınırsızlık, umursamazlık ve hatta egoistlik davranışları ile birlikte algılanması büyük bir yanılgı. Özgürlüğü insanın kendi doğasının zorunluluklarına uyma durumu olarak tanımlayan Spinoza’ ya göre insanın kendisine ve dünyanın kavrayışına sahip olması özgürlüktür. Bu da sorumluluk duygusu ile yola çıkmayı gerektirir. Aynı zorunluluk ve sorumluluk hali Marks’ ın özgürlüğü toplumsal zorunlulukla özdeşleştirmesinde de karşımıza çıkar. Marks’a göre gerçekte özgürlük diye bir şey yoktur. İnsan ancak doğada olduğu gibi toplumdaki zorunlulukları görürse özgür olabilir.

İnsan bireyselliğinden yola çıkarak toplumları şekillendiren özgürlük düşüncesi ve yaklaşımı, insan aklının, sezgilerinin ve özünün gerekliliğidir. Özgürlük insanın varoluşunun temel verisidir (Sartre). Ancak özgürlüğü insanın kendi öznel meselesi olarak irdelemek, konuya sığ yaklaşmaktan öteye gidemez. Çünkü toplumsal özgürlüğün yapı taşı bireylerin özgürlüğüdür. Yasaların koruyuculuğu ve sınırları içinde, başkalarının özgürlüğünü kısıtlamadan hareket edebilmek, bu önemli kavramın çıkış noktası olarak kabul edilebilir. Nitekim toplumsal özgürlük insanın kendi yasalarını kendisinin koymasıdır (Rousseau). Bu durumda özgürlük toplumsal zorunluluklarla özdeşleşmiştir diyebiliriz. Ancak doğada olduğu gibi toplumdaki zorunlulukları görebilmek özgür olabilmeyi sağlar. Çağa, koşullara, toplumsal dinamiklere göre şekillenen ahlak kavramı ile özgürlüğün paralel hareketi, toplumsal özgürlüğe sonrasında da insanlığın gelişimini sağlar.

Sonuç itibariyle özgürlük, Platon’un mağara metaforunda gördüğümüz insanın düşünebildiği, hayal edebildiği ölçüde aklının içinde özgür olduğu düşüncesi, Kant’ın özgürlüğü bir ide olarak görüp insan aklının ürettiği ve insanoğlunun sahip olduğu olanağa ilişkin bir fikir olarak görmesi ile soyut bir kavram olarak kendine yer buluyor. Bu soyut kavramın insan hayatında somutlaşması, bireysel özgürlüğün toplumsal özgürlüğe temel oluşturması, sonrasında insanlığın ilerlemesine, gelişmesine ve evrilmesine yol açıyor. Özgürlüğü insan istekleri ve seçimlerinin bir bütünü olarak görürsek bu bağlamda insanın seçimlerin sonuçları ve bedelleri ile karşılaşmada da gösterdiği cesareti de konuya dahil edebiliriz. Birey olarak eylemlerimizden, seçimlerimizden ve bunların bedellerinden sorumluyuz. Serbest bir bağlanma alanında insanın her şeyi seçebilmesi olarak tanımlanan bireysel özgürlük, kaynağını akıldan alan erdem ve ahlak zırhıyla kuşanarak gerçekleştiğinde, topluma ve doğaya karşı duyulan sorumlulukla anlam kazanır.