İnsanlık tarihi bir bakıma siyasal, ekonomik ve tinsel kelepçelerden kurtulma tarihidir de. Ezilenler, özgürlük alanlarını genişletmek isteyenler, kendilerini ayrıcalıklı sınıftan sayanlara karşı özgürlük savaşı verdiler. Özgürlük; birçok yenilgiyle karşılaştı, ancak direnişin kazanımları da çok oldu. Baskıcı rejimlere karşı savaşırken ölmenin, özgür olmaksızın yaşamaktan daha iyi olduğu inancı insanın bireyselliğini en açık bir biçimde ortaya koyma şekliydi. Tarih, insanlığın kendi kendini yönetmesinin, kendi adına karar vermesinin olanaklı olduğunu kanıtlıyordu sanki. Egemenlikler yıkılmıştı/insanlık egemenlikleri yıkmıştı. Kilisenin egemenliğini, mutlakiyetçi devletin egemenliğini vb...

Ancak yüzyıllar süren direnişlerin sonucu elde ettiği kazanımlarını yok sayan yeni yeni sistemlerin ortaya çıkması sıkıcıydı. İnsanların toplumsal ve kişisel yaşamlarını tümüyle ve etkin olarak denetimi altına alan bu sistemlerin özü, bir avuç insan dışında herkesin, kendilerinin denetleyemedikleri bir yetkeye boyun eğmelerine dayanıyordu.
Hitler ve Mussolini yalnızca kurnazlık ve hileyle devlet aygıtının tümünü ele geçirmişler, etki ve yetke sahibi olmuşlardı. Bunlar ve onların uyduları ülkelerini zor kullanarak yönetirken, insanlar, ihanet ve terörün iradesiz nesnelerinden başka bir şey değildi. Milyonlarca insanın, özgürlüklerini başkalarının eline teslim etmede gösterdikleri isteklilik şaşırtıcıydı. Özgürlük istemek yerine, ondan kaçmanın yollarını aradılar. Özgürlüğü savunmayı, uğrunda savaşmaya ve ölmeye değer bir olgu olarak görmediler. Nasıl oluyordu da, özgürlük hem pek çok kişinin ulaşmak için can attığı bir amaç hem de çok kişi için de bir tehdit oluşturuyordu?

Acaba güdüsel bir boyun eğme isteği de var mıydı? Bunu içgüdüyle açıklamak saçma geliyor değil mi? Eğer bu istek yoksa, bugün birçok kişinin gösterdiği, ‘lidere hayranlık’ olgusunu nasıl açıklayacağız? Yoksa temiz olmadıklarının deşifre olma korkusu mu? Kişisel çıkarları ve bu çıkarlara uygun hareket etme yeteneğiyle donanmış ussal varlık olarak insan! Ya temiz olanların boyun eğmeleri? Katliamlara, katillere, ölümlere karşı sessiz kalanlar temiz olabilir mi? Almanya’da faşizm iktidara geldiğinde, insanların çoğu, gerek kuramsal ve gerek pratik açıdan hazırlıksızdı. İnsantekinin böylesine derin kötülük eğilimleri ve büyük iktidar hırsı, zayıfın haklarını böylesine yok sayma eğilimi, ya da büyük bir boyun eğme özlemi taşıdığına inanamıyorlardı.

ozgurluk-ve-boyun-egme-104338-1.

Biliyoruz ki; açlık, susuzluk, cinsellik gibi bütün insanlarda ortak olan bazı gereksinimler vardır gerçi ama sevgi ve nefret gibi, iktidar hırsı ve boyun eğme arzusu, duyusal zevkleri yaşama ya da yaşamaktan korkma gibi insanın kişiliğindeki farklılıkları oluşturan itkilerin hepsi de, toplumsal sürecin ürünleridir. Çirkin eğilimler değişmez ve biyolojik olarak var olan insan doğasının bir parçası değildir, bunlar, insanı yaratan toplumsal sürecin sonuçlarıdır.
Leni Riefenstahl sinemacı ve fotoğrafçı, Nazilerin propagandasını yapması liderine inançtan mı geliyordu? Bir yetkeye boyun eğmekle, onun propagandasını yapmakla tarihin en korkunç ölümlerine ortak olmadı mı? Şimdi söz Leni’nin değil, merak edenler daha fazla bilgi edinmek için Riefenstahl’ı araştırıp okuyabilirler. Hitler Almanyası’nı etkili yönetim örneği olarak bahseden Tayyip Erdoğan’ın fotoğraflarını çeken Ara Güler’e gelmek istiyorum ve yorumum da kısa olacak; Hak vermiyorum ama, -çektiği fotoğrafları ne amaçla kullanacağını zamanla göreceğiz- şimdi bir anda Leni Riefenstahl gibi muamele görmesini de erken buluyorum. Kütüphanede elinde bir kitap karıştıran Erdoğan’ın fotoğrafı, gece yarısı saat dördü on geçe dahi ülkesi için çalışan(!) Napolyon’un fotoğrafını anımsatıyor. İçgüdüsel bir boyun eğme mi, lidere hayranlık mı? “Hiç bir nedeni yok,” bir yanıt olabilir mi?