Ülkenin düşünce düzeyinin, özellikle de siyasal düşüncenin yerlerde süründüğü bir dönemdeyiz.

O kadar ki, Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan, Gezi Parkı Direnişinin gösterisine katılanlar için, dokuz yıl sonra, “bunlar çürük, bunlar sürtük” diyebiliyor.

Böyle bir ortamda altı muhalefet partisinin genel başkanlarının geçen pazar günü yaptıkları toplantıdan sonra yayımladıkları İlkeler Bildirgesi, sınırlı da olsa, olumlu bir açılım özelliği taşıyor.


İlkeler bildirgesi şu on ana başlık ve her birini tamamlayan kısa açıklamalardan oluşuyor:

"Kuvvetler ayrılığı ilkesine dayalı güçlendirilmiş parlamenter sistem; özgürlükçü kamu düzeni; her türlü ayrımcılığa son verecek çoğulcu, katılımcı ve özgürlükçü demokrasi; düşünce, ifade ve basın özgürlüğü; din ve vicdan özgürlüğü; toplumsal barış ve tarafsız/bağımsız yargı önünde hesap verilirlik (verilebilirlik); Sosyal devlet ve gelir adaleti; üretim ve istihdam odaklı ekonomi; siyasi etik reformu; etkin ve itibarlı dış politika”.

Bildirge, özgürlüğün büyük bir toplumsal özleme dönüşmüş olmasını yansıtıyor, denilebilir.

***

Ülkemizin özgürlüklerin gelişmesinin en tartışmalı, en duyarlı ve bir türlü çözüm bulunamayan sorunlu alanı din ve vicdan özgürlüğüdür. Bildirgede, “Din ve vicdan özgürlüğü” ana başlığını altında da şu görüşlere yer veriliyor:

“Ortak hedefimiz, bugüne kadar vatandaşlarımızın elde ettiği insan hakları kazanımlarını daha da ileri götürerek evrensel standartlara tam anlamıyla ulaştırmaktır. Kimseyi yaşamın hiçbir alanında ayırımcılığa maruz bırakmayacak, kimseye de özel bir ayrıcalık tanımayacağız. Kamusal ve özel yaşamda herkesin inanç pratiğine saygılı olmayı özgürlükçü laiklik anlayışın zorunlu bir gereği olarak görüyoruz. Bu bağlamda din ve vicdan özgürlüğü çerçevesindeki kazanımların koruyucusu ve güvencesi olacağız”.

İnsan hakları evrensel standartlarının neler olduğunu boşlukta bırakmasının yanında burada kullanılan iki kavram çok sorunludur. Sorunlu kavramların başında “özgürlükçü laiklik” geliyor; öbürü de “kazanımların koruyucusu ve güvencesi olacağız” sözleridir.

LAİKLİK ÖZGÜRLÜKTÜR

Doğuşu ve gelişmesi incelenirse kolayca görülür ki, laiklik kamu yönetiminde herhangi bir dinin referans alınmamasını ve devletin dinler karşısında tarafsız olmasını savunan bir ilkedir. Somut, cismi, nesnel ve bilimsel niteliği olan laiklik, soyut ve dinsel olandan ayrıdır; tanımı gereği, özgürlüktür; özgürlüğün ta kendisidir. Bu nedenle, özgürlükçü laiklik kavramı, kendi içinde tutarsız ve çelişkilidir.

Özgürlükçü laiklik söylemi, kolayca anımsanacağı gibi, 2016’da Anayasa değişikliği tartışmaları sırasında gündeme geldi, o günlerdeki Meclis Başkanı’nın “laiklik ilkesi Anayasa’da yer almamalı” görüşüne karşı geliştirildi. Başta Erdoğan ve onu destekleyen bilinçsiz okumuşlar, Cumhuriyet’in kuruluş aşamasının laiklik uygulamalarını, o dönemin koşullarını dikkate almadan “otoriter” olarak suçluyorlardı ve bu tutumlarını 2017 rejim değişikliği sürecinde iyice yoğunlaştırdılar. Cumhuriyet’in kuruluş yıllarının çağdaşlaşma değerlerinin temeli olan laiklik uygulamaları hiçe sayılarak, özgürlükçü laiklik kavramı o bağlamda dolaşıma sokuldu ve o dönemi karalamakta kullanılır oldu.

SINIRSIZ SİYASAL İSLAM

AKP, AYM tarafından 2008’de “laiklik karşıtı faaliyetlerin odağı” olduğunu saptamasına karşın, hiçbir zaman, Siyasal İslam’ı sınırlama uygulamasına yönelerek özgürlükçü olmadı. Tersine o alandaki faaliyetlerini, özgürlükçü laiklik söylemine sığınarak, artırmaya devam etti, AYM başta olmak üzere hukuk yapısı, barolara varıncaya kadar, uygun deyimiyle, düzeltildi. Bu konudaki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi -AİHM kararları, sürekli olarak, hiçe sayıldı.
Başta, artık 4-6 yaş grubundan üniversite sonrasına kadar tüm basamaklarıyla, üniversite dahil, eğitim olmak üzere, kamu yönetimi yapısı İslamcı tarikat ve cemaatlerin yarış alanına dönüştürüldü; dinselleştirildi. Bilinen anlamda kamu düzeni diye bir şey kalmadı. Kamuda işe almalarda, dahası üniversitede atama ve yükselmelerde, acımasız bir tutumla, dindarlık ölçü alındı; alınıyor. Millet ve ümmet kavramları eşanlamlı alınarak, bir taraftan bu ülkenin gençlerine “sadece bu milletin değil tüm ümmetin umudu” olma görevi verilirken, bir taraftan da dünyadaki bütün Müslüman toplumlarıyla yakınlaşma ve İstanbul başkentli bir dinsel birleşme yoluna giriliyor. Dış siyaset de bu ana çizgiye göre biçimlendiriliyor. Önemle eklemek gerekiyor; Diyanet İşleri Başkanlığı’nın gücü, devlet faaliyetlerinin her alanında artmaya devam ediyor.

Çok kısa olarak ve bilindiği kadarıyla, özetlenebilen AKP’nin dinsel uygulamaları ortadayken Bildirge’nin “Bu bağlamda din ve vicdan özgürlüğü çerçevesindeki kazanımların koruyucusu ve güvencesi olacağız” düzenlemesi karşısında, “ne oluyoruz? “bir dakika” demek gerekiyor.

Çünkü Altılı Masa, bu sözleriyle, AKP’nin “özgürlükçü laiklik “adı altında uyguladığı devletin ve toplumun Siyasal İslamcı yönde köklü dönüşümünü tümüyle sahipleniyor. Bu sahiplenme çok açık olarak, AKP işbaşından uzaklaşsa da bu uygulamanın, korunarak devam ettirileceği anlamına geliyor. Sıra, işbaşına geldiğinde bu konuda ne yapacağı belli olan “adayımızın” saptanmasına gelmiş bulunuyor.

Bu yaklaşımın, önüne konulan sıfat ne olursa olsun, laiklik ile uzaktan-yakından bir ilgisi yoktur. Altılı muhalefet, gerçekte, Siyasal İslamcılığı biz AKP’den daha akıllıca yaparız diyor; ne eksik, ne fazla!