Ona gerçeği anlatmaktan başka çarem yoktu. Bazı anlarda karşındakine, gerçekten başka ne söylersen inanmayacağını anlarsın ve böyle anlarda anlatılan gerçeğe inanılmadığı hiç olmamıştır

Özlemden çok hasrettir duyduğum

CAN BİNALİ AYDIN / canbinaliay@gmail.com

Onunla ilk göz göze geldiğimde saat dokuza geliyordu. Havanın nemi azalacak kadar akşam olmuştu ve günlerden cumartesiydi. Saçları kıvırcıktı ve bu sanki güleç yüzünü tamamlamak içindi. Kıvırcıkların somurttuğu nerede görülmüş? Ona bakıp bakıp saçlarının düz halini hayal ettim. Kısa hâlini, uzun hâlini. Yataktan kalktıktan sonraki ve duştan çıktıktan sonraki hâlini. Hemen hemen tüm hallerini. Bir şeylerden intikam alır gibi eğlenen kalabalık bir arkadaş grubuydular. Belki bu, özel bir şirketin motivasyon amaçlı haftasonu eğlencesiydi. Gece ilerliyor ve ilerleyen gecede masalara gelen renkli şatlar, dinç kahkaları da beraberinde getiriyordu. Dikkatini, benim onu fark etmemden çok sonra çekmiştim. Ara ara bana dönen bakışlarında merak ve turuncu bir kibir seziliyordu. Yüzünü bana döndüğü kimi anlarda masalarında bir kahkaha tufanı kopuyor, böyle anlarda göz göze olduğumuzdan kahkahalardan ben de nasibimi alıyordum. Eğer merhaba diyecek cesareti bulabilseydim ona şöyle derdim: ‘’Tüm gece üstüme güldün.’’ Birkaç kez uzun ve derin bakışmalardan sonra tuvalete gitti. O tuvalete gittikçe de Ceyhun dirseğiyle ardından gitmem için bana vurdu. Gitmedim. Saat ilerlemişti, sanırım biraz da sarhoş olmuştum. Tuvalete gittim, çıkışta ürkekliğimi cesaretiyle o tamamlamıştı. Kapıda karşılaştık. Kendinden emin bir ses tonuyla: ‘’Selam, Naber?’’

Adı Nurgül’dü ve benden altı yaş büyüktü. Başka bir yere gitmek için mekândan ayrıldık. Kapıya çıktığımızda kafasını yana yatırıp yumuşakça seslendi: ‘’Bana gidelim istersen,’’ İçimde var olduğunu bilmediğim bir tütsü yandı, yağını verdi. Renkli bir hoşluk gövdemi kapladı. Yol üstündeki birkaç tekel bayiiden bira almak için çabaladık. Saat onu çoktan geçtiği için elimiz boş döndük. Eve girdiğimizde, o içilebilecek bir şey var mı diye dolaba bakınırken, ben okuma köşesi olarak düzenlenmiş ortasında bez İkea ışığın olduğu karşılıklı iki tekli koltuktan birine oturdum. Kitaplara göz atarken kişisel gelişimi ve başarıyı arzulayanların okuduğu kitapların çokluğuna üzüldüm. Dolapta bulduğu tek birayı kupalara doldurdu, içmeye başladık. Henüz birkaç yudum almıştık, beni öpmek için yaklaştı, ona doğru biraz sert gitmiş olmalıyım. Dişlerimiz çarpıştı. Çok utandım. Sanıyorum bu bir kadın karşısında hakimiyetimi tamamiyle kaybettiğim ilk andı. Elimden tutup odasına götürdü, elbiselerimle yatakta öylece uzandım. Bluzunu, pantolonunu, ince siyah çorabını çıkarmasını; sandalyenin üzerine nizami şekilde dizmesini izledim. Işığı kapatıp yavaşça yanıma uzandı. Beni öpüyor, öperken saçlarımın arasında gezen eli, buğday başaklarının yüzlerini okşayan sabah rüzgârı gibi ferahlatıyordu ürkekliğimi. Biraz önce koltukta başlayan iktidar, şimdi yatakta da sürdürüyordu. Hayatımın en güzel gecesiydi bu ve gece halen sürüyordu. Şu içmek için uyandı. Mutfaktan döndükten sonra kafasını göğsüme yaslarken karanlıkta daha da irileşmiş ela gözleriyle hâlimden memnun olup olmadığımı süzerce yüzüme baktı. Ben de, o ana dek tavana dikili gözerimle ona... Uyumamış olmamı kendisine bağlayan çekingen bir ses tonuyla:

‘’Uyumamışsın, rahat değilsen diğer odaya geçebilirim?’’

Ona gerçeği anlatmaktan başka çarem yoktu. Bazı anlarda karşındakine, gerçekten başka ne söylersen inanmayacağını anlarsın ve böyle anlarda anlatılan gerçeğe inanılmadığı hiç olmamıştır. Zaten yalana da gücüm hiç yetmemişti. Sonunda ne olacağını hesap etmeden, kusar gibi anlatttım:

Annem, artık yaralı bir hayvan gibi böğürmeye başladığında altı ya da yedi yaşındaydım. Top koşturmuş da soğuk su içmiş bir çocuğunki gibi hırpani çıkıyordu sesi. Telleri gerilir de insan sesinin, çapaklı kadifeye dönüşür ya, öyle. Babam artık ‘’işine karışmamam’’ için beni odama kilitlemeye başlamıştı. Çünkü annem ağladıkça ben de ağlıyordum. Annem ağladıkça babam anneme vuruyor, ben ağladıkça babam yine anneme vuruyordu. Beni odaya kilitleyerek bağırtılarımızın birbirine ulaşmasını engelleyememişti babam, ama yılmamıştı da. Artık beni odaya kilitlediğinde saç kurutma makinasını da açıyor, böylece annemin bağırtılarını ben, benim ağlamalarımı da kendi duymuyordu. Bir kez fişi çekmeye cesaret ettim. Bu hayatımda bir daha yapamayacağıma emin olduğum tek şeydi, ölmeyi denemek dahil. Fakat nedendir elektrik kesildiği gecelerde babamda tuhaf bir dinginlik oluyor, o andan itibaren hiç vurmuyordu anneme. Bu anlar oyunun bittiği, perdenin çekildiği, sahnenin kapandığı anlara benziyordu bizler için. Babamın eve çok geç gelip direkt sızdığı günler hariç her gece üzerime kilitli odada saç kurutma makinasıyla uyudum. Beş ve dokuz yaşlarım arası böyle geçti. İlk günler neredeyse hiç uyuyamıyordum, havanın aydınlanmasından hemen önce artık uykusuzluğa karşı koyamayan güçsüz vücudum ancak baygın düşebiliyordu. Sonra sonra alıştım ama, hatta öyle alıştım ki saç kurutma makinası açık olmadan yatamamaya başladım. Herhangi bir otele gittiğimde herkes odada mini bar, kablolu yayın falan var mı diye sorar, ben saç kurutma makinası sorarım. Çoğu kez bıyık altından gülerek cevap verilen, alaycı cevaplara alışkınım. Ne uzun terapi seansları ne çok renkli uyku ilaçları çarem olmadı. Normal bir insan gibi uyumayı öyle özledim ki.

Galiba özlemden çok, hasrettir duyduğum...

Nurgül, yanlış anlamazsan şimdi saç kurutma makinasını açabilir miyiz?