Egemenliğin halktan hanedanlığa devri anlamına gelen bir sürecin ve “rejim tartışmasının” içindeyiz.

Osmanlı tipi özlemlerini “Türk Tipi” diyerek dile getirenler, aslında “Başkanlık sistemi” altında “rejim” değişikliğini yıllar öncesinden gündemlerine almışlardı.

Hedef seçilmiş padişahlık. Hanedanlıktır. İslamcılık ekseninde Halifeliğin “bürokratik” ve “Kravatlı” halde sürdürülmesidir. İstenen de budur.

“Tek adam iktidarı” için istenen;

• Cumhurbaşkanı Kararnameleri ile kanun koyucu olsun! Yasama erki tek ele geçsin!

• Yürütme ve Bakanlar Kurulu Cumhurbaşkanı memuru olsun! Hükümet fiilen işlevsiz ve hükümsüz kılınsın. Yani Yürütme erki, TBMM’ye ve halka değil, CB karşı sorumlu olsun.

• Devleti temsil ve denetim yetkisi TBMM değil, Cumhurbaşkanı’nda olsun.

• Yargı erkine dair tek söz sahibi Cumhurbaşkanı’nda olsun.

Denetleme mekanizması işlevsiz kalsın.

• Egemenliği milletten, Cumhurbaşkanı’na teslim edilsin.

Özetle istenen, söz, yetki ve karar hakkının tek kişi elinde toplanmasıdır. “Ya başkanlık ya kaos” tehdidi ise, bu isteme dair bir meydan okumadır.

İstedikleri, arzuladıkları ve arkaik zihniyetleri, demokratik ve çoğulcu toplum yapısı itiraz ediyor. Bu nedenle de, laik yaşam, laik siyaset ve laik düzenden nefret ediyorlar.

Dünya alem bilir ki, her yönüyle “başkanlık” yani “tek adamlık” rejimleri demokratik bir yönetim biçimi değildir. Yedi asırlık imparatorluk geçmişi olan Osmanlı düşüncesi referans alınarak arzulan “seçilmiş padişahlık” rejimi Türkiye için felaket demektir.

Türkiye gibi tarihsel, dinsel ve kültürel kodlarında “tek adamlığa/Hanedanlığa” dayalı otoriter ve totaliter rejimlere yatkın, geçmişin sosyolojisi diriltilerek, demokrasiye değil, totalitarizme ve teokrasiye yol açılır.

Üstelik bu model, bugün olduğu gibi devleti ve kamusal hizmetleri dinselleştirerek siyasal İslamcılıkla beslendiğinde, ortaya çıkacak tablo daha da vahim olacaktır.

Pakistanlaşma sürecinin içine sokulduğumuz günlerdeyiz. 1 Kasım 2015 seçimleriyle başlayan şiddet sarmalından bugüne 20 üzerinden katliamda 468 insanımızı yitirdik.

Marx’ın deyimiyle “insanın insana egemenliği gayrı ahlakidir"

OHAL ile olağanüstü süreçte, mecliste olması gereken vekiller cezaevindeyken, belediyede olması gereken başkanlar tutukluyken, gazeteciler gazete köşesi yerine, hücrelerin köşesine tıkılmışken, üniversite kürsüsünde olması gereken akademisyenler mahpusken, işsizlik ve yoksulluk artarken, yaşam endişesi 80 milyonun kabusu haline gelmişken, demokratik olmayan şiddet ve baskı ortamında hangi “demokratik anayasa” yapılabilir ki?

Anayasadan fermana..

İslamcılık demokrasi ile barışık değildir. Osmanlı özlemi modeller, demokrasi ve parlamenter sisteme karşı, teokratik ve monarşi rejimin yapılanmasına yol açar.

Osmanlı hanedanlığından, İslam cumhuriyeti hanedanlığına kadar yönelebilir.

Anayasadan Fermanlar devrine geçişin adı olur.

AKP, Türk İslam Sentezci sosyolojiyi arkasına alarak, Türkiye’nin ve ecdatlarının geçmişinde bu model var diyerek, “tek adamlık rejimini” anlatıyorlar.

Aslında anlattıkları model, gurur duyulacak bir model değildir.

Çünkü Osmanlı tarihi otoriter, totaliter ve teokratik sicile sahip hanedanlıktı.

Tek adamlıktı! Padişahlık, Sultanlık ve Halifelikti! Kullar ve efendiler rejimiydi. Hanedanlıktı... İktidarlarını ve tahtlarını korumak için kardeş kanı dökenlerin tarihiydi.

İnsanlığın, asırlardır ağır bedeller ödeyerek, insan hakları alanındaki kazanımlarının elinden alınması anlamına gelen bu saldırlar, halkın değil, halkı faşizme kadar uzanan bu tek adamlık rejimleri mahkûm etmektir. Eskiye özlem, kulluk rejimine özlem anlamına gelir.

Haklar, hukuk, insan hakları, yasama, yürütme, demokrasi, laiklik yerine güce tapınmayı toplumsallaştırır.

Türkiye’nin temel ihtiyacı, parlamenter sistemin demokratikleştirilmesi, halkın siyasete katılım kanalarını açmaktır. Baraj sistemin kaldırılması, siyasi partiler kanunun demokratikleştirilmesidir.

Üstünlük “yasama” ve “yargı bağımsızlığına” tanınmalıdır. Bunları tek adamlık yürütmenin üstünlüğüne bağlamak, tek adamlık rejimleri güvence altına almaktır.

Laiklik gereği kamu kurumları ve hizmetleri, dinsel olandan arındırılmalıdır.

Ülkeyi iç ve dış savaş ve şiddet sarmalına sokacak politik stratejilerden uzaklaşmalı ve önlenmelidir.

Tek adamlık yönetimlerde, egemenliğe millet hakim değildir. Halk üzerinde tek adam tahakkümü ve egemenliği vardır. Halk ise söz, yetki ve karar hakkını, güdümüne girdiği tek adamlık rejime teslim etmiştir.

“Kuvvetler ayrılığı” ise sadece bir masaldan ibarettir.

Halkın kendi iradesini ve gücünü tek adam rejimine teslim etmesi demek, aynı zamanda “benim geleceğimi de sen belirle” diyerek, kendi geleceğine dair her türlü tasarruf hakkını, gönüllü köle olarak, tek adamlık rejime kurban etmiş sayılır.

Yani Marx’ın deyimiyle “insanın insana egemenliği gayrı ahlakidir.”

İşte bu gayrı ahlakiliğe ve tek adamlık hanedan rejimine karşı itirazlarımızı HAYIR cephesinde birleştirmeli ve toplumsallaştırmalıyız.