Çetin Altan’ın kocaman sesini ilk nerede duydum bilmiyorum ama sonrasında yakalayabildiğim bütün konuşmalarını dinledim. Yıllar sonra, Ankara’da tesadüfen elime geçen bir plak, bu konuşmaları bugün istediğim yerde dinlememi kolaylaştıran şahane bir materyal

Başlıktaki kocaman sesin sahibi, geçtiğimiz Perşembe aramızdan ayrılan Çetin Altan. Sadece yazdıkları değil, konuşmasıyla da bizi etkilerdi. Memleketin en büyük hatiplerindendi. Dört yıl süren milletvekilliği sırasında, iktidardaki Adalet Partisi’nin korkulu rüyası oldu. Öyle ki, tek başına yaptığı muhalefeti, ona dayak atarak ve silahla tehdit ederek susturmaya kalkmışlardı.

Çetin Altan adını ortaokulda duydum. Çanakkale’de, 12 Eylül sonrasında kapanan, “solcu teyze”nin işlettiği kitapçıdan aldığım kitaplarda tanıştığım Pıtırcık, Pippi Uzunçorap, Afacan Beşler, Gizli Yediler gibi “arkadaşlarım”ı unutmamı sağlayan bir kitabı sayesinde. Babam bir gün elinde onunla geldi ve önüme koydu. Kapağındaki şiş şeklinde resmedilmiş divit uçlarına ve örgü çizimine bayıldım ilk. Elime aldım, biraz kurcaladım, sonra başladım ve hızla bitirdim. “Ufarak” ressamın, kedileri seven eski yazarın, sorulan sorulara “ça va” diyen genç şairin hikâyesini bir çırpıda okumuştum. Kitabın yazarı Çetin Altan’dı, tanıdıklarını anlattığı şahane portreler kitabı ise “Bir Yumak İnsan”. Dönüp dolaşıp yeniden okuduklarımdandır.

“Bir Yumak İnsan”ı takiben, babamın kitaplığında bulduğum “Gölgelerin Gölgesi”ni okudum. Kırmızı kapağını çok sevmiş, Çetin Altan adını çıkmayacak şekilde hafızama kazımıştım. Ara ara eve giren Milliyet’te yazılarını okur, severdim. Eve Hürriyet girerken “Milliyet alalım” ısrarım, biraz da bu yüzdendi. Arada Sabah ve Hürriyet’te de yazdı ama Çetin Altan, benim için hep “Milliyet’in yazarı” olarak kaldı. Bir şey daha: Köşe yazısı okuma alışkanlığım onunla başladı.

Lise yıllarım İzmit’te geçti. Çetin Altan romanları “Büyük Gözaltı” ve “Bir Avuç Gökyüzü”nü o yllarda okudum. Bayıldığım “2027 Yılının Anıları” ve “Rıza Bey’in Polisiye Öyküleri”ni de. Anıların içindeki “Al İşte İstanbul” bölümü, beni bambaşka yerlere götürdü: Görmeden, İstanbul’u sevdim. Sadece filmlerde ve dizilerde karşılaştığım, şarkılarda sıklıkla adını duyduğum için değil, biraz da bu bölüm yüzünden… 1969 yazında, Akşam gazetesinde yayımlanan bir yazı dizisi bu. Çetin Altan’ın, foto muhabiri Ara Güler’le İstanbul’u dolanarak yazdığı bu yazılar, bugün yaşadığım şehrin o yıllardaki halini, bütün çıplaklığıyla önümüze getiriyor. Yıllar sonra Yapı Kredi Yayınları tarafından (Ara Güler’in çektiği fotoğraflar eklenerek) yeniden basılan bu kitap, o yıllarda sadece metin olarak basılırdı ve Çetin Altan’ın yazdıklarını okurken, fotoğrafların eksikliğini anlamazdık bile.

Çetin Altan’ın kocaman sesini ilk nerede duydum bilmiyorum ama sonrasında yakalayabildiğim bütün konuşmalarını dinledim. Yıllar sonra, Ankara’da tesadüfen elime geçen bir plak, bu konuşmaları bugün istediğim yerde dinlememi kolaylaştıran şahane bir materyal. Âşık İhsani plaklarını da yayımlayan Aşkın Plak tarafnıdan 1968 yılında basılan, yazarın iki konuşmasını içeren bir küçük hazine bu. Kapağında, şu not var: “Asırlar boyu ezilmiş Türk palkının uyanışında büyük katkısı olan Sayın Çetin Altan’ın kendi sesini Halkımıza duyurmakla şirketimiz kıvanç duyar…”

Plağın ön yüzünde yer alan “Ağıt”, Vietnam savaşını ve oradaki çocuk askerleri anlatıyor. Arka yüzdeki “Eğlenin Yavrularım” ise, 23 Nisan 1968 tarihinde yayımlanan yazısı: “Bugün Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışının yıldönümü. Bugün Egemenlik ve Çocuk Bayramı. Eğlenin yavrularım, eğlenin, gülün, oynayın, koşun, bağırın. Egemen bir ülkede özgür ve mutlusunuz. O kadar özgür ve mutlusunuz ki, kazara aklınıza vatanımızda dalgalanan çok yıldızlı bir yabancı bayrağına bakarak kuşku girerse, savcı yapışabilir yakanıza, ‘niye düştünüz bu kuşkuya?’ diye. Ve şayet küçücük çıplak ayaklarınızla, koskoca İstanbul şehrinde yatacak bir yer bulamıyor da, kapı diplerinde kıvrılıyorsanız, yüreğiniz hiç kararmasın, 23 Nisan Egemenlik ve Çocuk Bayramı sizler içindir.” Konuşmayı dinlerken, dünün gerçeklerinin nasıl da bugünkülerle örtüştüğünü hayretle fark ediyoruz.

Vurucu nokta, çalışan çocuklarla alakalı kısım: “Savcılar, polisler, zindancılar, jandarmalar ‘egemen ve özgür değiliz’ demeye çok kızarlar. Hele küçücük boyunuz, daracık göğsünüz, sıska vücudunuz ve yırtık pantolonunuzla araba vapuru iskelelerinde otomobil camı silerken, gözünüz arabanın içindeki temiz giyimli, şık ayakkabılı, taranmış saçlı çocuklara kayarsa, içinizi çekmeyin. Bir iç çekiş sosyalistlik, iki iç çekiş komünistlik, üç iç çekiş anarşistlik, dört iç çekiş ihtilal, özgürlüğe ve egemenliğe karşı çıkmak, Rus casusu olmak, Pekin’e satılmaktır. Sonra sizlere, ‘fakirlikte eşitlik arıyor’ derler, ‘demokrasi düşmanı’ derler, ‘millî değilsiniz’ derler. İçinizi çekmeden silin arabaların camlarını. Ellerinin tersiyle, sinek kovar gibi sizleri kovanlara, özgürlük ve egemenlik aşkına, neşeli gülücükler yapınız. Ezilip, horlanıp, sürünmek şanıdır demokrasimizde yaşayan fukara çocuklarının. Bu şandan sizleri tutamaksız bırakanları yoksun etmeyiniz.”

13 Eylül 1976’da yazdığı “Oyuncaksız Çocuklar Ülkesi” başlıklı yazı, oyuncaksız yetişen çocuklarımızı anlatıyor. Orada bir öngörüsü var: “Yirmibirinci yüzyılın evleri minüskül birer elektronik oyuncak merkezi olacak. Postanenin aracılığı olmadan, dünyadaki dilediğin yer ve kişiyle dilediğin an, hemen ilişki kurabileceksin. Dilediğin kütüphanedeki dilediğin kitabı, dilediğin an, evindeki ekrandan okuyabileceksin. (…) Yani bir anlamda hem evde, hem dünyanın her yanında aynı anda olacaksın.” Oyuncaksız büyüyen çocuklarımızın, “sibernetik” aleme alışamayacağını söylüyor. Yanıldığı tek nokta, sonuncu. Bugün çocuklar hâlâ oyuncaksız (ve hatta oyunsuz) büyüyor. Ellerindeki ekranların tutsağı oldukları için çevrelerinde olan biteni de görmüyor çoğu. Ben, oyunla ve oyuncakla büyüyen şanslı çocuklardanım. Kitapları sevmek, asıl şansım. Çetin Altan, ortaokulda benim elimden tuttu, çok şey öğretti. Yazık ki, bugün, oyuncaksız çocuklara yol gösterebilecek bir Çetin Altan yok.

Anısı önünde saygıyla eğiliyorum.