Gıda fiyatlarındaki artış, buğday stokları, tedarik sorunları, tarım arazilerinin işlev dışı kullanımına yönelik türlü girişimler gibi gıda krizine ilişkin göstergelerle dolu bir haftayı daha kapadık. Krize ilişkin en çok konuşulan konulardan biri The Economist dergisinin ABD merkezli tarım analiz firması Gro Intelligence’ın dünyada yalnızca on haftalık tüketime yetecek buğday stoku kaldığına ilişkin açıklamasını “Yaklaşmakta olan felaket” başlığı ile kapağına taşıması oldu. Diğeri de Selçuk Tepeli’nin bardağa vurması oldu.

***

En çok konuşulan bu iki haber, amaç ve imalarından bağımsız olarak, iktidarın krizindeki sorumluluğunu gizleme çabasının bir parçasına dönüştürülmek istendi. The Economist’in kapağı iktidarın, gıda krizi ‘tüm dünyada var’ veya ‘savaş kaynaklı’ gibi anlatılarına arka çıktı. Hâlbuki bizdeki gıda krizi savaştan çok daha önce başlamıştı. Selçuk Tepeli’nin bardağa vurması ise tam da sorunları ve sorumluluk sahiplerini gizlemek için sebebinden ve ses olmak istediği öznenin isyanından soyutlanarak sunuldu. Tepeli’nin AKP’li Mücahit Birinci tarafından “edep dışı hareket yapan insansı” olarak nitelenmesi ve kanalın da cezalandırılmasının istenmesi buna tekabül ediyor.

***

Öte yandan bir izleyici olarak bu video bende edep dışı hareket yapılmış hissi oluşturmadı. Aksine bardağa vurmak, sunulan haber ve türevlerine karşı kayıtsızlığa dair verilmiş bir tepki olarak, beni haberin öznesini duymaya, üreticilere kulak vermeye çağırdı. Ne diyordu bu haberin özneleri? “Köylünün toprağına göz diktiler” başlıklı haberde konuşan köylüler tarım arazilerinde kol gezen emlakçılardan yakınıyordu: “Arazi mafyaları bu arazileri alıp başkalarına daha yüksek bedelle satacaklar. Tarım arazileri konut alanına dönüşecek daha sonra” diyordu. Vurulan bardak bu anlamda izleyiciye rant uğruna pazarlık edilmek istenen yaşantısının elinden alınacak olması karşısında köylünün sesindeki endişeyi duyulur kıldı. İzleyiciyi de titreyen sese karşı kayıtsızlığa razı olmamaya çağırdı.

***

Hatırlayalım, önceki hafta Rize’de, Artvin’de çay üreticileri sokaktaydı. Yaş çay fiyatı kilogram başına 30 kuruşluk destek primi ile 7 lira olmasına karşı çıkıyor, kota ve kontenjan uygulamalarının terk edilmesini istiyorlardı. Sesleri duyuldu mu, kulak verildi mi… Hayır verilmedi. Aynı günlerde ÇAYKUR çay fiyatına yüzde 43,7 zam yapmış ve marketlerde çay kuyrukları görülmüştü. Tüketiciye kulak verildi mi… verilmedi. Yine aynı günlerde dünyada buğday stoklarının azaldığı haberlerini okurken ülkemizdeki buğday üreticileri hala taban fiyat açıklanmasını bekliyor ve açıklamanın gecikmesi nedeniyle ekinlerini ot olarak satmak zorunda kalıyorlardı. Malum önceki sene hasat döneminde ithalat yapılmış, çiftçi ürünü maliyetin altına satmak zorunda kalmıştı.

***

Üreticinin bu beklentisine de kulak verilmediği gibi aynı günlerde Bandırma’da ekili buğday tarlalarının Organize Sanayi bölgeleri yapılmak üzere iş makineleriyle ezildikleri görüntüleri izledik. Üstelik köylünün başlattığı hukuki mücadele henüz sonlanmamışken. Bitmedi… Aynı günlerde Tema Vakfı tarım ve meralara ilişkin verileri paylaşmıştı. Türkiye’de 24 ilin tarım alanlarının yüzde 57’sinin, mera alanlarının yüzde 55’inin madenlere ruhsatlı olduğunu söylüyordu.

Görünen o ki iktidar köylüye, üreticiye, tüketiciye, ihtiyaçlara değil, şirketlere kulak vermeyi tercih ederken ‘artan maliyetler altında ezilen üreticiler’, ‘şehirlere göç eden üreticiler’, ‘böyle giderse tarım bitecek’ gibi başlıklara dair kayıtsızlık öfke doğuruyor. İktidar etkisi iki gün bile sürmeyecek market denetleme tedbirleriyle, girdi maliyetlerinin kırıntısını bile karşılayamayacak destek ödemeleriyle sorunu çözmeye çalıştığı imajını ayakta tutmaya çalışadursun, ne üreticiyi ne tüketiciyi inandırabiliyor.