Yılgın ülkenin alkışı bol, her bir saniyesi promosyon ve reyting dehası Beyaz Şov, defnedilemeyen ölü çocuklar diyarından gelen telefonla nerede yaşadığını hatırlamak zorunda kalmıştı.

Stüdyoyu basan soğuk hava, içinde çocuk bekletilen derin dondurucu, serin oda ya da sokakta can çekişerek son nefesini verip bir hafta orada bırakılan, 23 gün sonra ailesinden habersiz gömülen Taybet Ana’nın üzerinden gelen ürpertici esinti gibiydi...

Ve çok kısa bir ‘ölümü’ andıran sessizlik bile olmuştu.

Cıvık popüler kültür üreticisi şov, haftanın ‘danışıklı’ yeni dizi, film, single lansmanı esnasında Türkiye’nin gerçeklik zeminine sert çakılıvermişti.

Tabii ki aynı gök kubbe altında, bebeklerin ana karnında, kucağında vurulduğu ülkede gün olur genç bir öğretmen akış dışı bir anda sözü öldürülen Kürt çocuklarına getirirdi.

Sahi 35 gün, 89 günlük kelebek kadar ömür biçilmiş çocuklar neden yoktu dünyamızda?

Ayşe öğretmenin telefondaki “çocuklar ölmesin” çağrısı, vara yoğa bol alkış stüdyo kalabalığının ortasındaki boşlukta çın çın yankılanmıştı.

Böylece medya milli yasağı, Güneydoğu’da beş aydır sürüp giden ‘çocuk kırımı’ Yeni Rejimle ilişkileri düzeltme peşindeki Medya Grubu kanalında ‘hiç istemeden’ de olsa popüler şov programında delinmişti.

Kitlesel ekranda görünmez kılınan görünmemişti ama duyurulmaz olan ‘duyulmuştu’.

Ayşe öğretmen ‘Yeni Türkiye’nin’ top atılsa sağır kulağına “çocuklar ölmesin, öğretmenler dönebilsin” diye seslenmişti.

Tarih, yine bir haftada üç kişinin domuz gribinden öldüğü haberine Sağlık Bakanı üst üste açıklama yaparken; TİHV’ın raporuna göre son 4.5 ayda operasyon bölgesinde 32 çocuk, 29 kadın, 24 yaşlı dahil en az 162 vatandaşın hayatını kaybettiği haberinin medyadan silindiği tarihti.

Maskeli ‘kamu görevlisi’ özel harekâtçıların Beyazıt Öztürk’e yönelik hazırladıkları tehdit videosu, Yeni Rejim medyasının “Bu Yeni Türkiye’ye karşı provokasyondur” ordu korosu sesleri arasında yayımlamıştı.

Öte yandan ülkenin çatlayıncaya, sersemletinceye kadar eğlence-magazin içerik tedarikçisi Kanal yöneticileri, insanın, toplumun değil “yayıncılık titizliğiyle devletimizin yanındayız” açıklamasıyla ‘özgür medya tarihimize’ mal olmuşlardı.

Ve gündelik dilin “çocuklar ölmesin” naif çağrısı, propaganda makinesi tarafından fiiliyatta terör suçuna tevil edilince...

Savcılık; patronun önüne koyduğu kağıda yan gözle bakarak canlı yayında ‘kırdıklarından özür dileyen, aman dileyen’ benzi solmuş Beyazıt Öztürk, program sorumlusu ve Ayşe öğretmen hakkında ‘terör örgütü propagandası’ yapıldığı iddiasıyla soruşturma açılmıştı.

Yani 8 Ocak itibariyle gündelik dilin “Yazık! İnsanlar ölmesin, çocuklar ölmesin, analar ağlamasın” ifadesine, barış talebi gibi ‘terörist propaganda içeriği’ kazandırılmıştı.

Hanidir dil ve düşünme etkinliği arasındaki dolaysız ilişki ve süreci bloke etmeye çalışan totaliter iktidar stratejisi için ‘dilimizde gayet sınırlı sayıda var olan, yaşamı olumlayan gündelik sözcükler’ terörist dile dahil olmuştu. İnsani temizlikle, gündelik dilin temizliği arasındaki kanlı tarihsel bağ herkesin malumuydu.

Şimdi dayatılan ise; bütün doğruların tek sahibi, total bir zihnin kitlesel tezahürü gibi, ifade ve muhakeme yeteneğine İslamcı rejimce vesayet koyulmuş, yalnızca yaşamaya razı gelmiş güruh halinde, ölü çocuk suretleriyle çevrilmiş ‘batıl alanda’ faillerin yanında kalmamızdı.

Öyle değil mi?... Bu yaygın çıkar ortaklık ağı, insanlık bağından daha güçlü kenetliyordu buralarda herkesi...