Kendi deyimiyle ‘öz be öz anadolu çocuğu’ Fethullah Gülen

Kendi deyimiyle ‘öz be öz anadolu çocuğu’ Fethullah Gülen ( her ne kadar kimi o eskidenmiş şimdi onu ABD evlatlık edindi, artık o bir Yanki çocuğu deseler de) herkul.org adlı siteden Hanefi Avcı’ya yanıt vermiş. Yanıt türkçe mealiyle “ her ne kadar dilim varmıyorsada cehennimin dibine git” şeklinde. ‘ Hoca Efendi’ Avcı nezdinde topyekün bir yanıtta buılunmuş aslında. Aynı zamanda bir yandan yanıt veririrken diğer yandan da güncele ilişkin görüşler belirtmiş.
Örneğin; “Zira insan hür olduğu sürece vardır, onun hürriyetine prangalar vurulmuşsa, artık o mezar-ı müteharrik bir bedbaht ve talihsizdir. Üzerinde değişik vesayetler olduğu sürece, o insan gerçek manasıyla insan değildir, insanlığından çok şeyler kaybetmiştir. Hürriyet çok önemlidir. “ diyerek özgürlüğe vurgu yapmış. Her ne kadar özgürlük yitimini talihsizliğe bağlayıp bunu bir şans işi olarak görsede bu durum her halde bedbahtlar ve şanssızlar arasına bir çizgi koymak ihtiyacından kaynaklanmış olsa gerektir. Özgürlüğünü yitirmiş olanları mezar-ı müteharrik bedbahtlar olarak nitelemiş. Bu mezar-ı müteharrik bedbahtlar lafı aslında Said Nursi’den apartma. Geçmişte Said Nursi “ Eyy mezar-ı müteharrik bedbahtlar nesli atinin önünden çekiliniz” diyerek gelecek nesilin önünü açmak üzere feryat etmiş ve netekim bu gün o günlerin nesli atisi sahne almıştır.
Bu mezar-ı müteharrik bedbahtların  kısaca türkçe meali, yürüyen mezar bedbahtları yani zombilerdir.  Elbette sözünü ettiği bedbahtlar Melih Pekdemir’in sözünü ettiği solcu zombiler değildir. SS Hoca Efendi bu sözleriyle ve referandumdaki tavrıyla gelecek nesillerin istikbaline kendini adadığını belirtmektedir. Kendisine biçtiği bu misyona bakarak Said Nursi’ye öykündüğünü sanmayın. Verdiği ropörtajın satır aralarına bakacak olursanız asıl ikonunun, asıl öykündüğünün çok daha ulvi bir şahsiyet olduğunu görürsünüz.  O satır aralarında “ Fettulahçı” sözcüğünden ne kadar çok rahatsız olduğunu açıklarken hemen akabinde “ illaki bir şekilde tarif edecekseniz muhammedi ruhun toplumun sinesinde yeniden canlanması olarak tarif edin” diyerek hangi şahsiyetle kendini özdeşleştirdiğini net olarak anlarsınız. Bu aslında psikolojik bir ruh halidir. Tarihte pek çok tanınmış şahsiyetin kendince bir ikonu, öykündüğü bir kişilik olmuştur. Anımsayın Kenan Evren’in tren camından dışarıya bakan fotoğraflarını ve bastonlu, pelerinli kıyafetlerle sahne alışını…Tarihin bu şahsiyetlerinin, Hitlerden Saddam’a, Mussolini’den Evren’e hepsinini benzer özellikleri mevcuttur.
Hepsi takkiyecidir. Kendileri ve peşinden gelen izdeşleri ‘beyaz’ diyorlarsa bilin ki ‘karayı’ tarif ediyorlardır. Hürriyet ve demokrasi diyorlarsa bilinki, esaret ve zorbalıktan söz ediyorlardır.
Nasıl mı?
Örneğin bireysel özgürlükten dem vurup, türbandan  ve kadınların kendilerince özgürlüklerinden söz ediyorlarsa aslında tam tersi daha fazla kadının siyasi islama teslimiyetinden dem vuruyorlardır.  Türbandan dolayı kadınlara yönelik bireysel özgürlüklerden söz ederken zorunlu din derslerinde ısrarcılıklarıyla özgürlükten neyi anladıkları yada kime ve kim için özgürlük istedikleri anlaşılmalıdır.
Sorarsanız dinde zorlama yoktur. Uygulamaya gelince zorlamanın Allahını görürsünüz. Oysa yasak ile zorlamanın arasında bir fark var mıdır? Yasak ne kadar demokrasi dışı bir tutumsa, zorlamada o kadar demokrasi dışıdır. Türbanda özgürlükçü, zorunlu din dersinde zorba. Sorarsanız SS Hoca Efendi ve izdeşleri memlekete ileri demokrasi getiren, ileri demokratlardır.
Pabucumun demokratları. Ve arkalarına dizilmiş olan zombiler siz özgürlük dediğinizde, SS Hoca Efendi Yunus Emre’nin  “ döven elsiz, söven dilsiz derviş gönülsüz gerek” sözünü diline pelesenk ederken, üniversitelerde YÖK eliyle barındırılan , kendisine sempati duyan ‘sempatik’ coplarının altında yeni bir nesil ezim ezim ezliyor. Okullardan atılılarak öğrenim hakları ellerinden alınıyor. Maphus damlarında çürütülüyorlar. Ama ne gam onlara göre bir tek konuda öğrenim hakkı söz konusudur ve de  gerisi lafı güzaftır. Bu ‘demokrat’ ulema güruhu ekonomik büyüme diyorsa bilinki sadece sermaye sahiplerinin büyümesinden bahsediliyordur. Ve onlar büyürken işsizlik ve yoksullukta büyüyordur. Bu ulema güruhu işçiden, çalışandan söz ediyorsa bilinki sendikaları teslim almaktan, kıdem tazminatlarını budamaktan, sendikasız, güvencesiz, üç otuz paraya insanları çalıştırmaktan söz etmektedirler.
SS Hoca Efendi arkadaşlarıyla birlikte boş vakitlerinde oturup kitap eleştirleri yapmakta imiş. Robert Mc Kee’nin ‘ Story’ adlı kitabından hoşlarına giden bir cümlesini sizlere aktarayım;” Hikaye piyasayı eleştirmek değil, sanata hakim olmaktır.”
Piyasaların kabesi bir memlekette öz be öz anadolu çocuğunun bu kadar etkilenmesisi de doğal olsa gerek değil mi?
Pabucumun demokratları memleketi kepir tepeye çevirmişler üzerinde kurdukları vahada malı götürmekteler. İçlerinde zor günlerin giderek yoğunlaştığı ömrü yokuşlular ise bu vahadakilere her geçen gün sayıları artarak kurban ediliyorlar. Dönem kurban dönemidir. Bayramı da yaklaşırken üstelik, öz be öz anadolu çocuklarının sılada kalmasına gönül el vermiyor. Her ne kadar Anadolu’da “kısmetsiz it kurbanda sılaya gider” derlerse de yine de insanın içi sızlıyor. Dön be Hocam!...
Sensiz kurban sofralarının tadı yok.. Bak TUSİAD bile kredisini yitirdi. Hani gözden ırak olan gönüdende ırak olurmuş ya onun için dediydim…