15 Temmuz’un ardından geçen 18 ayda ‘artık bir darbe tehlikesi kalmadığı halde’ Olağanüstü Hal (OHAL), kaldırılmadığı gibi ülke bir de ‘müjde’ gibi sunulan Kanun Hükmünde Kararname’ler (KHK) ile yönetilmeye devam ediyor. 695 ve 696 sayılı iki yeni KHK ile kamudan toplam 2 bin 76 kişi ihraç edildi. Üniversiteden atılanlar arasında 6 ‘Barış Akademisyeni’ de var. KHK’ler ile beklenen ‘taşeron işçi düzenlemesi’ de getirildi. Böylece taşeronlaşma, fırsattan istifade yasallaştı, yargı yolu kapatılarak, işçi daha da güvencesiz hale getirildi.

Terör’den yargılanan ya da ceza alan hükümlü ve tutuklulara, tek tip elbise giyme zorunluluğu da yeni KHK’ler kapsamında. Kadınlar için ayrı tasarlanacağı belirtilen badem kurusu rengindeki tek tip için, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, kısa sürede durumu olumlayan bir açıklama yaptı: “Guentanamo’da yaşam tarzı, orada ayaklarına zincir bile takıyorlar.’ KHK’ler ile savunma sanayi de Cumhurbaşkanlığı’na bağlandı. Anlama açık gibi; ‘daha çok savaş ve yandaşa, akrabaya ihale peşkeş.’ 695 sayılı kararnameyle ise 155’i Kara, 155’i Deniz, 327’si hava Kuvvetleri Komutanlığı’nden olmak üzere Türk Silahlı Kuvvetlerinden (TSK) 637 personel ihraç edildi. Ancak bunların yeri başka türlü dolacak!

Tam bu noktada; yeni KHK’ler ve ‘başka bir ordu’ ilişkisinden söz etmek mümkün. Konuyu; biraz gerilere giderek ve örneklendirerek ‘derinleştirelim!’ Gezi Direnişi’nin, AKP iktidarının ve Erdoğan’ın kimyasını bozduğunu biliyoruz. Sokağa çıkmış milyonlarca insanın ‘terörist’ olarak tanımlanmasına da belki de ilk kez Gezi’de şahit olduk. ‘Biz ve onlar’, ‘halk ile millet’ kavramları ortaya çıktı, koyulaştı. ’Milletin palalısının’, talebi sadece özgürlük olan, ‘halkın genç kadınına saldırması’ önemli resimlerdendi. İktidarın, Palalı Sabri gibi ‘göreve teşne’ yasadışı muhafızları, eli sopalıları, şiddet yanlıları kutsandı, korundu, doğal olarak da cezalandırılmadı. Demokrasi talepleri, ‘karşımdaki düşmanlar’ paranoyasında boğuldu.

Türkiye’de zor süreçler bitmek bilmedi. Darbe önemli bir kırılma noktasıydı. İktidar, 15 Temmuz’da sokağa çıkanların bir bölünün silahlı olduğuna bugüne kadar hiç itiraz etmedi. Hatta bazı şahıslara silahlar dağıtıldığı, bu silahların bulunamadığı anlaşıldı. Böylece paramiliter çeteler il kez bir kimlik kazandı.

SADAT gibi yapılar daha sık duyulmaya başladı. İktidar yanlısı mafya tetikçilerinin sesi gürleşti. Halkın Özel Harekat Birimi (HÖH) gibi yapıların il il teşkilatlanması, Osmanlı Ocakları gibi kurumların devlet açılışlarında boy göstermesi kanıksandı. Küçük ama önemli bir parantez açıp, darbe günü yaşananları tutanak ve tanıklar üzerinden aktaralım. Duruşma tanıklardan biri olan Mehmet Şentürk, 18 aydır cezaevindeki Hava Harp Okulu 3. sınıf öğrencisi oğlu Ali Orhan Şentürk için adalet istiyor. Talebi anlaşılır.

‘O gece’ öğrenciler ‘tatbikat var’ denilerek kışladan çıkarılıyor. Sonrasında yaşananlar ve müşteki ifadelerine yansıyanlar konumuzla ilişkili. Öğrenciler Orhanlı gişelerine gelip, burayı yürüyerek geçiyor. Halka ait araçlar arasında yol alırken, üzerlerine ‘sağ karşı taraftan’ ateş açılmaya başlıyor. Öğrenciler yaklaşık 7 dakika yerde yatıyor. Daha sonra geriye doğru sürünerek kaçmaya çalışıyorlar. Kalabalık arasındaki bir kamyonun yanına gelen ayağa kalkıp koşuyor. Bu arada tekrar ateş ediliyor. Öğrenciler ise yolun karşısına geçmeye çalıştıkları esnada, havaya ateş açıyorlar. Karşı atış sonucu bir binbaşı vurulup ölüyor. Yere düşen telefonunu bir öğrenci açıyor. Karşısındaki Alay komutanı; “Direnin, teslim olmayın” diyor. Öğrenci telefonu kapattıktan sonra durumu soran üsteğmene; tereddütsüz şu cevabı veriyor: “Teslim olamazı emretti komutanım.”

Öğrenciler Pendik, Orhanlı gişelerinde teslim olduktan sonra da 2 siyah ‘Vito’ araçtan ateş açılıyor. Halkın arasına bir bomba atan sivil şahıs var. Yine müşteki ifadelerine göre, kalaşnikoflu kişilerin aynı geceye ilişkin; “Bir şarjör boşalttım” şeklinde sözleri bulunuyor. Av tüfeği ile askerlere 500 domuz kurşunu attığını anlatanlar da var. Ancak olay yerinde, 79 boş öğrenci kovanı dışında başka bir materyale rastlanamıyor! Parantezi ‘kim’ ve ‘ne oluyor’ sorularıyla kapatalım. Durumda iki önemli nokta var. Emir komuta zincirindeki öğrencilerin halen tutuklu olması, bir tasviye için toplumu ikna mı sorusunu akla getiriyor. ‘Kim’ sorusunun da bu tasviye ile ilişkili olması muhtemel.

Başa dönüp, 696 sayılı KHK’nin 121. maddesine bakalım. Ne diyor: ‘Resmi bir sıfat taşıyıp taşımadıklarına veya resmi bir görevi yerine getirip getirmediklerine bakılmaksızın 15/7/2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında hareket eden kişiler hakkında da birinci fıkra hükümleri uygulanır.’

Basitçe açalım… Bundan böyle ‘Palalı Sabri’ler dilediği gibi gezecek, siyah Vito’lar her yerde özgürce cirit atacak. Ordudan ihraç sürerken, darbe terör gibi toplumsal olayların bastırılmasında rol alacak sivillere ceza verilmeyecek olması, ‘başka bir ordunun’ yasallaşması, paramiliter çetelerin resmileşmesidir. ‘Makul Şüpheli’ yasasından birkaç yılda geldiğimiz nokta burası. Gazeteci Hayri Tunç ne güzel ifade etmiş: “12 Eylül’ün muhbir vatandaşı, artık vatan için vuran yurttaş olacak.”
Yazık karanlıktan da karanlık bir Türkiye inşası.