Türkiye günlerdir “Palu ailesi hadisesi”ni konuşuyor. Hadisenin şaşırtıcılığı ve istisnailiği nedeniyle de konunun uzmanlarına mikrofon uzatılıyor, röportajlar yapılıyor, görüşler alınıyor. Bu röportajlardan biri cumartesi günü Gazete Duvar’da yayınlandı ve özellikle sosyal medyada ciddi şekilde gündem oldu; çünkü röportajın yapıldığı Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji bölümü öğretim üyesi Nükhet Sirman, meselenin tarihsel boyutunu anlatmaya çalışırken, son derece “ilginç” […]

Türkiye günlerdir “Palu ailesi hadisesi”ni konuşuyor. Hadisenin şaşırtıcılığı ve istisnailiği nedeniyle de konunun uzmanlarına mikrofon uzatılıyor, röportajlar yapılıyor, görüşler alınıyor.

Bu röportajlardan biri cumartesi günü Gazete Duvar’da yayınlandı ve özellikle sosyal medyada ciddi şekilde gündem oldu; çünkü röportajın yapıldığı Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji bölümü öğretim üyesi Nükhet Sirman, meselenin tarihsel boyutunu anlatmaya çalışırken, son derece “ilginç” iddialarda bulundu.

Sirman, Cumhuriyet rejiminin akraba evliliğine karşı olmasını, “Akraba evliliğinin illa sakat çocuğa sebebiyet vermediği açık” ifadesini de araya katarak, “Akraba evliliği, aile cemaatinin genişleyip büyümesi sonucunu da getiriyor. Oysa Cumhuriyet, daha kolay kontrol edebileceği çekirdek aile istiyor” sözleriyle açıklıyor ve devamında da şöyle diyordu: “Cumhuriyet, bireyle kendisi arasındaki bütün ara mekanizmaları yok etmeye odaklanıyor. Tekke ve zaviyelerin bile din karşıtlığından ziyade, bu nedenle kapatıldığını söyleyebilirim. Çünkü tekke ve zaviyeler, geniş aileler, kabileler, aşiretler, cemaatler cumhuriyetle birey arasında birer bent oluşturuyordu.”

Tekke ve zaviyelerin kapatılmasının din karşıtlığından kaynaklanmadığı ifadesi yanlış olmakla birlikte, tıpkı diğer bütün modern devletler gibi, Cumhuriyet’in de bireyle arasındaki bariyerleri, geleneksel topluma ve feodaliteye ait kurumları ortadan kaldırmayı ve onu sadece kendisine tabi kılmayı istediği doğru.

Ancak burada Sirman, bu sanki sadece bize özgüymüş, bütün modernleşme ve modern devlet oluşumu süreçlerinin temelinde bu yokmuş gibi “özgücü” bir tutum takınıyor. Üstelik diyalektik bir bakış açısına sahip olmadığı için, modern devletin yeni iktidar teknolojileri üzerinden bireyi biçimlendirme biçimlerini eleştirirken, geleneksel, feodal, arkaik kurumları tasfiyesini görmezden geliyor ve gericiliğe kapı aralıyor.

Oysa modernite birey için yeni tahakküm biçimleri yaratır, ulus-devlet bireyi ulus parantezine kapamaya çalışırken, aynı zamanda onu özgürleştiriyor, geleneksel bağlarından kurtarıyor, yani diyalektik bir süreç işliyor. Tebaadan yurttaşlığa, toprak köleliğinden ücretli emeğe, örf, adet ve geleneklerden modern hukuka, anayasal yönetime, parlamentoya böyle geçiliyor. Dolayısıyla modernleşmeye, moderniteye böyle bakmak, ondaki özgürleştirici potansiyeli görmek ve eleştiriyi de yine modernite içerisinden yapmak gerekiyor.

Aynı şekilde, bütün liberallerde gördüğümüz üzere, Sirman, Cumhuriyet’in kazanımlarını küçümsüyor, önemsizleştiriyor ve değersizleştiriyor. Başta Medeni Kanun olmak üzere kadınlara yönelik düzenlemeleri tarihsel bir ilerleme olarak görmüyor, burada da asıl gördüğü şey Cumhuriyet’in “Osmanlı’da başka paşalara tabi olan erkekleri evin paşası yapması” ve böylece kendisine tabi kılması. Yani yine sürecin sadece bir tarafına bakıyor ve sadece orayı görüyor.

Peki Palu ailesini ortaya çıkaran 2019 Türkiye’sinin sosyolojisine dair herhangi bir şey bulabiliyor muyuz röportajda? Kesinlikle hayır. Ne kapitalizmin en piyasacı versiyonu olan neo-liberalizmin ne de dinci gericiliğin aile ve toplum üzerindeki etkisine dair tek cümle var. Çünkü liberal perspektif, piyasacılıkla gericiliğin birlikteliğinin toplumu nereye getirdiğini görmeyi engelliyor.

Oysa Palu ailesi hadisesi, ciniyle, büyüsüyle, ensestiyle, çocuk istismarıyla, tecavüzüyle, cinayetiyle, medyatikliğiyle yeni Türkiye’nin yarattığı bir ucube olarak karşımızda duruyor. Bunu görmemek ise hem düşünsel sahtekârlık, hem de düpedüz gericilik anlamına geliyor.