Pandemi döneminde itibarı yükselen meslek, öğretmenlik

Son yıllarda öğretmene ve öğretmenlik mesleğine yöneltilen eleştiri, tespit ve öneriler bu mesleği iyileştirme, geliştirme, mesleğin sorunlarını çözme ve nihayetinde niteliğini yükseltme niyetinden uzak olduğu gibi mesleği neoliberalizmle uyumlu hale getirip yok etmeyi amaçladı. Üsluba dikkat edilerek ve hatta kutsallığı korunarak yapılan eleştirilerin örtük mesajı, modern eğitimin bu mesleğe atfettiği rollerinden vazgeçmesi yönündeydi. Modern eğitim öğretmenden, bilgi ile öğrenci arasında iletkenlik yapmasını istiyor; öğretmene, bilgiden elde ettiği entelektüellik rolünü kullanabilmesine imkân veriyordu. İtiraf etmek gerekir ki her yerden ve herkesin aradığı bilgiyi bulabileceği argümanı ile bilginin nakledilen bir şey olamayacağı anlayışı, öğretmenin itibarını zedeleyerek bu asli rolünün elinden alınmasında işe yaradı. Ne yazık ki bu tartışmada, öğretmenliğin bilgi aktarmaktan ibaret olmayıp, nakil sırasında bilgiye etik değer kattığı karşı argüman olarak yeterince dile getirilemedi. Mesleği elinden alınan öğretmenler bile konu özlük hakları olmadığı sürece mesleklerini ilgilendiren saldırı nitelikli eleştirilere karşılık olabilecek yanıt geliştirmedi.

Neoliberalizm öğretmenleri oldukça zayıf oldukları anlarında yakalamıştı. İçinden çıktığı ve kolaylıkla iletişim kurabildiği "köylü sınıfı" çocuğunu da alarak kentlere göç ettiğinde köylülerin ardı sıra kente gelen öğretmen, homojen ve aynı zamanda küçük topluluklar için geliştirdiği dilini kentlerde kullanamadı. Bu, kendisini dil üzerinden ifade edebilen bir meslek için tarifi olanaksız bir zafiyetti. Daha büyük homojen topluluk içinde tutunma mücadelesi, kentli ebeveynleri etkileyecek eğitim düzeyi ve kültürel donanıma sahip olamamak, eğitimde kullanılan teknolojiyle öğrencisiyle aynı anda karşılaşıp uyum sağlamada sorun yaşaması, dışsal bir neden olarak 12 Eylül faşizminin toplumla bağ kurmasını engellemesi öğretmenin bir entelektüel olarak ortaya çıkma cesaretini kırdığı gibi telafisi uzun sürecek saygınlık kaybına da yol açtı.

Eğer kısa sürede toparlanıp bir araya gelmezlerse, kent kalabalığının içerisinde yok olup gitme korkusu öğretmenleri 1990'lı yıllarda ikamet ettikleri varoşlardan çıkıp kent merkezlerinde toplaşmaya zorladı. Önceki politik bağlar, hemşerilik, işyeri ve komşuluk ilişkileri üzerinden kurulan sosyal dayanışma grupları her ne kadar sendikal örgüte dönüşse de baskıcı devlete varlıklarını ispat mücadelesi, öğretmenlerin kitlelerle yeniden buluşma olanağını elde etmelerini sağlamadı. Kabul etmek gerekir ki bu yıllar, toplumun da öğretmenin fikrine ve dayanışmasına ihtiyaç duymadığı yıllardı.

Öğretmenler, sosyal ve entelektüel bakımdan en güçlü oldukları bir anda, 12 Eylül faşizmiyle saha dışına itildikleri 1980'den bu yana ilk kez toplumsal bir vakıa (Covid-19 pandemisi) ortamında varlığı ve yokluğu toplumu ilgilendiren, toplumun onlarla diyalog geliştirme ihtiyacı duyduğu kişiler olma şansını yakaladı. Gün itibariyle, günün herhangi bir saatinde Eğitim Bakanlığı'nın yanıtlamadığı sorusuna yanıt, iktidarın neden olduğu soruna çare arayan onlarca öğrenci ve bir o kadar ebeveynin telefonunda kayıtlı olan güvenilir kişilerden biridir artık öğretmen. Öğretmenler, IPSOS 2019 Güvenilen Meslekler Anketi’nde hem dünya hem Türkiye sıralamasında bilim insanları ve doktorların ardından üçüncü sırada yer alıyordu. Bağlı oldukları bakanlığın güvenirliği sarsılmasına rağmen öğretmenlerin 2020’de de sıralamadaki yerlerini koruyacağı şimdiden söylenebilir.(Din görevlileri 2019 anketinde dünya sıralamasında yüzde 21 ile 14'üncü iken Türkiye'de yüzde 12 ile 17'nci idi.)

Öğretmenin, saygınlığını pekiştirmiş "halk entelektüeli" olarak toplumla buluşmasının politik sonuçları olması kaçınılmazdır. Bir süredir profesyonel biçimde yürüyen halk-öğretmen ilişkisi, öğrencinin ders durumunu açıklama veya okulun bütçesine katılım gibi birbirine görevini anımsatan samimiyetsiz diyaloglar okul (eğitim) sorunlarına politik çözüm arayan muhabbete dönüşebilir. Samimiyete, tasa birliğine dayalı ilişki en çok da öğretmenleri cesaretlendirir. Öğretmenler, pozisyonlarını kaybetmelerine neden olan ve rollerini tartışmaktan vazgeçmeyeceğini bildikleri (başta bakanları olmak üzere) neoliberal eğitimin temsilcileriyle karşı karşıya gelme cesaretini göstermekten çekinmemelidirler.

Neoliberaller, öğretmeni, öğrenmenin yöntem ve araçları arasında ele alıyor: Önce öğrenme/öğretme yöntem ve kurumlarının zayıf yönlerini işaret ederek teknolojik ve sosyolojik değişimlere ani tepki veremeyen modern eğitimin tüm unsurlarını değersizleştirme yoluna gidiyor ve ardından okul bilgiyi aktarma merkezi, öğretmen de bilginin aktarıcısı olmaktan uzaklaştırılmalı diyerek öğretmeni hedef tahtasının ortasına yerleştiriyor. Topluma ortak bakış açısı kazandıran okulun anlamını ve okula anlam katan öğretmeni “öğrenenin öğrenme ihtiyacını kendisinin belirleyeceği” popülist söylemi ile yıpratmak hâlâ etkili ve geçerli bir yöntem. Bu argümanı tartışmaya açmakta yarar var. Çünkü müfredatı, okulun işlevini, öğretmenin rolünü ve bir bütün olarak eğitimin amacını öğrenenin belirlemesi gerektiğini düşünen ve etiği eğitimden ayırmaya çalışan İslamcılar, sağ ve sol liberaller ve hatta kimi solcu eğitimciler boş durmayacaktır. Biliyorlar ki müfredatı, öğretme yöntemleri ve bilgi kaynakları değiştirilse de okul ilişkisel bir toplanma mekânı; toplumsal kuralları koyan ve uygulayan bir örgüt ve örgütlenme alanıdır. Kapısından içeri girdiğinizde lideri öğretmen olan bir topluluğun üyesi oluyor, başka biriyle iletişime giriyor, o sizden, siz ondan bir şeyler öğreniyorsunuz. Neoliberaller, sırf bu nedenlerle okulları yıkmak gerektiğini söylemekten vazgeçmeyeceklerdir.


Az değil, 40 yıllık soğukluğun ardından öğretmen halkla, halk öğretmenle sıcak ve samimi ilişki geliştirecek bir ortam yakaladı. İronik olan, insani ilişkileri zayıflatıp toplum kesimleri arasındaki bağı koparmakta kullanılan dijital araçların bu diyalogun gelişmesine aracılık ediyor olmasıdır. Henüz bir ay öncesine kadar uzaktan eğitimin kutsiyetini tartışma konusu dahi yapmayanların eğitimin öğretmensiz olamayacağı anlayışını dillendirmeye başlaması ise başka bir ironi! (Daha ironik olan ise öğretmenlere yönelik mesajına “200 yıl önce okullar bilgiyi aktarma merkezi olarak tasarlanmıştı” cümlesiyle başlayan ünlü bir profesörün yeni bilgi kaynağı olarak beceri ve davranışa dönüşmeyen bilgi dağıtımı yapan interneti işaret etmesidir.) Görülüyor ki en zayıf anlarında dahi altlarını oyanlar bile öğretmenleri karşısına alma cesareti gösteremiyor. Bu onların başarısı, o nedenle yarınki 5 Ekim Dünya Öğretmenler Günü'nü hakkıyla kutlayabilirler.