Pandemi gölgesinde kadın...

Şu son bir yıl içerisinde, pandeminin gölgesinde ne çok şey değişti hayatımızda! Fiziksel mesafeleri ortadan kaldıran küreselleşmenin hızına yetişmeye çalışırken bir anda kendi evimizin içinde, en sevdiklerimizle mesafelenmek zorunda kaldık. Zaten daraltılmış özgürlük alanlarımız, sokaklar sessizleşti.

Kısıtlar, emeğimizle var olduğumuz saatler yerine, insan olmanın sosyal boyutuyla yaşandığı saatlere denk getirildi. İş-ev arasındaki döngüde denge bozuldu, kimi için iş eve taşınarak hayatın her alanını kapladı. Her şey değişti… Değişimin bu ağırlaşan yüküyle bir yeniyi değil, “eskinin normalini” arıyor milyonlar.


DÜZEN ESKİSİ GİBİ

Oysa zaten düzen eskisi gibi… Hatta eskisinden daha fazla, eskinin hırçınlıklarıyla devam ediyor. Salgın toplumsal eşitsizlikleri ve düzenin yapısal sorunlarını bir kez daha gün yüzüne çıkarınca egemen güçler düzeni koruma reflekslerini keskinleştirdiler. Eşitsizlikler altında ezilen, güvencesizliğe mahkûm milyonların düzene itirazına izin vermemek için her tür siyasi hamleyi yapıyor iktidarlar.

Öte yandan düzeni korumaya çalışanlar kadar, yüzlerce yıl önce düzenin ağır yüküne itirazı büyüten ve kadın haklarında önemli kazanımların öncülüğünü yapan kadınların da mücadele azmi büyüyerek devam ediyor! 8 Mart’larla sınırlı olmayan, hayatın her alanında erkek egemen düzenin baskılarından ve salgınlardan yılmayan bir büyük irade kadınlarınki… Mevcut buhran koşullarını daha da zorlaştıran pandemi gölgesinde, kadın mücadelesinin sembol günlerinden 8 Mart bu sene daha da derin bir anlam ve önem kazanıyor.

AYRIŞTIRMA SİYASETİ

Pandemiden önce de Saray rejimiyle Türkiye’de tüm kadınlar için hayat zaten yeterince zorlaşmıştı. Hepimiz her gün yaşıyoruz. Sosyal devletin güvencesini, örgütlenme hakkını yok ederek her şeyi piyasalara teslim eden sömürü düzeni güç dengelerini muhafaza ediyor. Erkek şiddetini ve eril tahakkümü cesaretlendiren cinsiyetçi söylemler neredeyse her gün bir vesileyle iktidar ve iktidarın medya ve sivil toplum temsilcileri tarafından tekrarlanıyor. Bu anlayış ve kadın özgürlüğü arasında mutlak bir çelişki var. İktidarın tarif ettiği dar özgürlük sınırları bugün daha da daraltılıyor. O kadar acı ki, son haftalardaki çıplak arama iddialarını bırakın inceleyip soruşturmayı, hep yapageldiği ayrıştırma siyasetini, bizzat kendi temsilcisi olan kadınların öncülüğünde yürütüyor.
Türkiye’de her geçen gün pekişen sınıfsal eşitsizlikler, işsizlik ve yoksulluk en çok kadınları vurmaya devam ediyor. Bu iklime bir de pandemi koşulları eklenince, kadınlar açısından yaşam her zamankinden de fazla zorlaştı. Rejim pandemiyle pekiştiriliyor.

Evlerden otobüs duraklarına, işyerlerinden sokaklara kadına şiddet vakaları çoğalıyor. Vahşet her an hayatın içinde, en son Samsun’da sokak ortasında yaşanıyor herkesin gözü önünde… Uzun karantina dönemlerinde evde geçirilen sürelerin artmasıyla, ev içi şiddet vakalarında büyük artış yaşanıyor. Her gün en az üç kadın öldürülüyor. Cezasızlık, koruma kararlarının uygulanmaması, 6284 Sayılı Kanun ve İstanbul Sözleşmesi’nin gerekliliklerinin yerine getirilmemesi kadına şiddeti cesaretlendiriyor.

Salgının derinleştirdiği gelir kayıplarına karşı iktidar yeterli desteği sağlamadığı gibi uyguladığı politikaların toplumsal cinsiyet eşitliğini gözetmesine dair hiçbir hassasiyet de göstermiyor. Oysa ekonomik buhran ve pandemi birleşince işgücünün dışına ilk itilenler kadınlar oldu. Artan işsizlik zaten düşük olan ücretleri baskıladı. Eve kapanmalar toplumsal cinsiyet rollerini pekiştirdi, kadınların ev içi bakım ve hizmet sorumlulukları arttı. Pandemiyle pekişen bu iklim kadının sosyal hayattan koparılması eğilimini, emek sömürüsünü ve cinsiyet ayrımcılığını da besliyor.

Peki, ne yapmalı? Bu iklimi açık bir siyasi tercihle şekillendiren, bu düzende ısrar eden iktidarın yaşanan bu sorunları çözmeyeceği açık! Yapamayacağından değil, yapmamayı seçtiği için… Dolayısı ile her şeyden önce iktidardaki siyasi tercihlerin değişmesine imkân verecek, demokratik yollarla iktidarın değiştirilmesine dönük siyaset mücadelesini büyütmek gerekiyor.

EŞİTLİĞİ SAĞLAYACAĞIZ

İktidar eşitlik, özgürlük, kalkınma için ihtiyaç duyulan değişiklikleri yapmaz, ama biz yapacağız! O nedenle “ne yapılmalı” sorusundan ziyade “ne yapacağız” sorusuna yanıt vermek önemli.

Kurumlar kapsayıcı, kadınlar karar mekanizmalarının ortağı olduğunda ortaya daha çok eşitlik, özgürlük, barış ve kalkınma çıktığı, krizlerin daha etkin aşıldığının en yakın örneğini pandemide deneyimledi dünya. Siyaset kurumundan başlayarak eşitlik sağlanmalı. Uluslararası deneyimler siyasi temsilde eşitlik için fermuar usulü uygulanacak kotaların yasal bağlayıcılığına ve kadınların karşı karşıya olduğu finansal kısıtların aşılması yönünde desteklerin gerekliliğine işaret ediyor. Biz de buradan başlayacağız değişime…

Sadece kadınları yasa yapıcı konumda ortaklaştırmak yetmez, bugün hem ulusal hem de uluslararası düzeyde sorun, var olan hukuki çerçevelerin dahi uygulanmıyor olmasında! Kâğıt üzerinde kalacak sözleşmeler, hukuki düzenlemeler değil, kâğıtlara yazılı kuralların ve hakların hayatın gerçeğine dönüşeceği iktidar pratiklerini kuracağız. 6284 sayılı kanunu uygulayacağız. İstanbul Sözleşmesi tartışmaya açılmayacak bilakis yol gösterici olacak.

Kadınların ekonomik özgürlüklerini sağlayacak, güvenceli çalışma imkânlarını arttıracak düzenlemeler yapacağız. Bakım hizmetleri kadının yükü değil sosyal devletin tüm yurttaşlara sağladığı bir evrensel temel hizmet olacak. Eşit işe eşit ücreti sağlayacak yasal düzenlemeleri yapacağız. Ve kadınların ortağı olduğu bu düzende toplumsal cinsiyet eşitliğini gözeten herkesle birlikte daha pek çok adım atacağız…

BİN YILLIK ZİHNİYET

Tüm bu tartışma şunu açıkça ortaya koyuyor: İktidarı değiştirme iradesi kadar, kadına şiddetin bertaraf edileceği, toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin giderileceği yeni bir düzen arayışını bugünden ortaya koymalı, büyütmeliyiz. Sadece iktidarı değiştirmeyi değil, düzeni değiştirmeyi hedeflemeliyiz. Zira unutmayalım ki AKP 19 yıldır iktidar, erkek egemen zihniyet ise binlerce yıldır...