Pandemi ve seküler yaşam

Çağımızın en büyük felaketlerinden biriyle yaşıyoruz aylardır. Koronavirüs salgınıyla mücadele ederken büyük savaşlarda verilen kayıplar kadar can kaybı yaşandı tüm dünyada. Ekonomik sistemler büyük bir tıkanıklığa girdi. Turizm, üretim, tarım derken her alanda kaos hüküm sürüyor. Ülkemizde ise sağlık sisteminin gözümüzün önünde çöküşüne, sağlık emekçilerinin canları pahasına uğraşısına rağmen iktidarın umarsızlığı, yanlış politikaları ve yönetim zaafları sürecin ne denli zayıf yürütüldüğünü gözler önüne seriyor. Salgınla mücadele eden ülkeler ikinci dalgayı göğüslerken biz ilk dalganın ikinci peak’ini alabildiğine olumsuz verilerle yaşıyoruz. Salgınla mücadeleyi, günlük rakam bildirimleriyle geçiştiren Fahrettin Koca’nınverdiği bilgilerin gerçeği yansıtmadığını söyleyen TTB’yi kapatmak,halkın sağlığından daha önemliydi iktidar için. Karantina önlemleri almak yerine “Ulusal çıkarları koruyoruz” diyerek, vaka sayılarıyla oynadıklarını itiraf eden tek adam rejiminin maskesi, bir kez daha düşerken, hasta sayımız her gün korkutucu şekilde artıyor.Karantinayı sadece muhalifleri baskılamak için malzeme olarak kullanıp,siyasi propaganda için kalabalıkları örgütleyen iktidar,gelir adaletsizliği ve koşulları düşünmeksizin eğitim alanında da tutarsız kararlar alıyor. Okulların kapanması kadar açılması da bambaşka krizleri tetikledi/tetikleyecek. Eğitimdeki fırsat eşitsizliğinin boyutlarını daha net gördüğümüz bu dönemde her iki bakan da aymazlık içinde açıklamalar yaparak, olayları geçiştirmeye devam etti.Ama bana kalırsa sağlık, eğitim, tarım, turizm, sanayi kısaca yaşamı etkileyen her alanda yönetilemeyen krizve ekonomi kadar zarar gören bambaşka bir olgu daha vardı Türkiye’de: Laiklik ve seküler yaşam.

Koronavirüs’ünülkemizde ilk görüldüğü andan itibaren bilimi yok sayan iktidar yetkilileri, birbiri ardına salgını fırsat gördüklerini açıkça söylediler. Yanlışlara imza attılar. İlk önce kendi sağlığım diyerek sarayına kapanan devletin başından günler süren sessizlik sonrası ‘süreci sabır ve dua ile aşacağız’ açıklaması gelmişti. 18 Mart günü yapılan bu açıklamanın ardından salgınla mücadele adına son derece kaygı verici gelişmeler ve belirsizlik içerisinde kaldığımız yedi koca ayın ardından hastalıkyayılıyor, sağlıkçılar tükeniyor, önlemler seyreliyor, tedbirsizlik ve umarsızlık artıyor.

Acıyı bal eyleyenler

Hastalığın ikinci dalgasını kontrollü yönetebilmek için elzem olan karantina önlemi ekonomik çöküş nedeniyle gündeme bile alın(A)mazken geliri her gün azalan ve toplu taşıma kullanmaya, çalışmaya zorunlu olan insanlarımıza aynı kişiden yepyeni bir açıklama geldi.

"Bu hayatın albenisine kendisini kaptıran insan, dünyasını da ahiretini de kaybeder. Müminin görevi varlıkta şımarmamak, yoklukta sabretmektir. Gerçek mümin acıyı bal eyleyendir.”

Hasan Hüseyin ‘acıyı bal eyledik’ derken asırlardır ezilenlerin, yok sayılanların, yok edilenlerin ardından acıyı bal eyleyerek bir olmaktan, mücadele azminden ve dayanışmayla yeni bir düzen kurmaktan söz ediyordu. Ezdikleri topluma sempatik görünmek adına Nazım’dan, Ahmet Arif’ten söz aşırıp zulmünü süsleyenlere Hasan Hüseyin Korkmazgil’den hutbe çıkmaz. Acıyı bal eyledik diyen Hasan Hüseyin ‘gün gün ile barışmalı /kardeş kardeş duruşmalı / koklaşmalı söyleşmeli / korka korka yasamak ne’ diyendir.

Korkuyla, tevekkülle, sabırla ve duayla aşamadığımız salgının kötü giden ekonomiye olumsuz etkilerine karşı azap çekmemizi salık veren AKP Genel Başkanının sarayının sadece bir günlük harcaması 10 milyon!

Virüsü yayanlar ve Diyanet”in rolü

Dini, salgın hastalığı, ölümü fırsat gören yeni rejimin fetvalarla güç aldığı, topluma mesaj vermek için sırtını dayadığı kurum daima Diyanet oldu. Salgının başında hacdan gelenleri karantinaya almayan iktidar, salgın günlerinde siyasi çıkar uğruna zaten ibadete açık olan Ayasofya’da kitlesel namaz şovu düzenlemeyi tercih etti.

Pandeminin başına, Mart ayına dönelim. Umreye giden yaklaşık 21 bin kişiden sadece 6 bin 448 kişinin umre dönüşü yurtlarda karantinaya alındığı ortaya çıktı. Sağlık kontrolü yapıldıktan sonra evlerinde gözetim altına alındığı söylenenlerin karantina koşullarına uymayışı, Ankara'da KYK yurduna yerleştirilenlerin yurdu ''ahıra” benzeterek burada kalmak istememesi ve duvarlardan, balkonlardan atlayarak kaçmasıyla virüs sokağa çıkmış oldu. Öğrencilerin koşulları umursanmaksızın gece yarısından sonra yurtlarından tahliye edilmesiyle kendilerine yer açılanbu kişilerden 14 günlük karantina süresinin sonunda 100 kişide virüs tesit edildi. Samsun'da umreden gelen dedesinden virüs kapan ve bir restoranda çalışmaya devam eden gencin ''süper taşıyıcı'' olduğu söylendi. Rize'de 2 yerleşim yerinde karantina ilan edilmesinin nedeni olarak bu bölgelerde çok sayıda umreden geldikten sonra ziyaretçi kabul eden, mevlüd veren olduğu açıklandı. Kocaeli'nde karantinaya itiraz eden birinin ''tükürdüğü'' güvenlik görevlisinin korona nedeniyle hayatını kaybetmesi tepkilere yol açtı. Konya ve Samsun'da yoğun vaka tespitinin ardından gözler yine bu kentlerde Umre dönüşü karantinaya alınmayan çok sayıda kişiye çevrildi.Cemaate namaz kıldıran Cami imamıgündemdeydi. Bu insanlar bu cesareti kimden almıştı? Kendi sağlıklarını hiçe saydıkları yetmezmiş gibi, kamusal alanda da tehlike oluşturmalarına nasıl izin verildi? Umreden gelmek nasıl bir dokunulmazlık zırhı kazandırıyordu? Bu iktidarı ve yandaşlarını korumak için bir tür Diyanet zırhı mı var devrede?

Salgınla mücadele için kurulan “bilim kurulu” üyeleri arasında Diyanetten bir temsilci koyulması gündeme geldi. Türk Diyanet Vakıf-Sen Genel Başkanı Nuri Ünal, Koronavirüs Bilim Kurulu’nda Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan bir temsilcinin olmasını istedi. Bilim insanları, hekimler, halk sağlığı uzmanlarının bulunduğu bilim kurulunda salgın, enfeksiyon ve tıp konusunda hiç bir eğitimi olmayan DİB temsilcisinin ne konuda görüş sunacağı bu talepte belirtilmedi. Sorulara Sağlık Bakanı doğrudan bir yanıt vermedi. Ancak Fahrettin Koca, takip eden günlerde Toplum Bilimleri Kurulu oluşturulacağını ve bu kurulda din psikologları ve din sosyologlarının da yer alacağını duyurdu. Devletin kalıcı her kurumu içinde kendine kolayca kadro bulan din adamları, bilimi reddederek bilim kurullarında bulunmayı bile bir şekilde başardı.

65 yaş ve üstü hedefteydi

Salgınla mücadele için kurulan ancak Cumhurbaşkanı tarafından uyarıları ciddiye alınmayan, karantina önerileri uygulanmayan bilim kurulunun yönlendirmesiyle halk sağlığını korumaya ilişkin ilk karar 65 yaş üstüne koruyucu maske ve kolonya dağıtımıydı. Her eve beş maske vermeyi vaad edip başaramayan hükümet CHP’li belediyelerin maske dağıtmasını, yardım yapmasını yasakladı. Salgını dünyada en iyi yöneten ülke olduğumuzu her fırsatta vurgulayan AKP Genel Başkanı,“Kimi Avrupa ülkelerinin, dezavantajlı grupları, özellikle de yaşlıları adeta gözden çıkartan anlayışlarına asla katılmıyoruz.Tam tersine bizim kültürümüzde, yaşlılarımızı el üstünde tutmak, dünya ve ahiret saadetinin temel şartlarından biri olarak kabul edilir” demişti. Süreç tamamen yanlış bilgilerle 65 yaş üstündekilerin koşulsuz virüs yayıcı olarak konumlandırılması, toplum dışına itilmesi hatta darp ve taciz edilmesiyle sonuçlandı. Sosyal hak ve ihtiyaçları gözetilmeyen, markete gitmesine bile izin verilmeyen bu yaş grubunu camilere çekmek için Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 81 il valiliğine gönderdiği yazıyla 65 yaş üstü yurttaşlar için camilerin açılmasına karar verildi. Kararın tepki çekmesiyle "65 yaş üstü vatandaşlarımız konulu yazı görülen lüzum üzerine iptal edilmiştir" açıklamasıyla talimat geri alındı.

Hükümetin uygulamalarını meşrulaştırmak için kurulduğu anlaşılan bilim kurulunda resmen yer alamasa da siyasal İslamcı hükümetin bilim dışı uygulamalarını meşrulaştırmak için karar ve fetvalar yayınlayan Diyanet işleri Başkanlığı Koronavirüs”ün hızla yayılması nedeniyle camilerde toplu şekilde namaz kılınmasını yasaklamıştı. Ancak Nisan başında, sadece Ankara Beştepe Millet Camii’nde, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından belirlenen kişilerle cuma namazı kılınmasına karar verildi. Bazı ''seçilmiş'' insanların davet edildiği bu ''VIP Cuma'' uygulaması özellikle dindar kesim tarafından eleştirildi. Toplu olarak kılınan Cuma namazını yasaklayan, cami cemaatinin kıldığı vakit namazlarına da kısıtlamalar getiren Diyanet Cumhurbaşkanlığı külliyesindeki camiide keyfi uygulamalarla dini ve namazı araçsallaştırarak iktidarı payelendirirken topluma parya rolü biçiyordu. Din işleri ile siyasetin ayrı tutulmadığı aksine dinin siyaseti şekillendirmek için kullanıldığı gerçeği bir kez daha gün yüzüne çıktı. Türkiye Cumhuriyeti’nin İslam devletine dönüştürülmesi için sistemli şekilde, afet, hastalık, salgın tanımaksızınyol alındı.

Ekonomik çöküşü kontrol edebilmek adınaBilim Kurulu’nun uyarıları dinlenmeyip karantina önlemleri uygulanmazken halkın sağlığını korumak yerine salgını iş adamlarına vergi affı gibi kolaylaştırıcı uygulamalarla geçiştirmeye çalışan iktidarın İBAN kampanyası başladı. Sosyal devlet anlayışı ve sosyal adaletten uzak zenginin zenginliğini, sarayın çıkarlarını korumak öncelik olunca Diyanete yine iş düştü. “Zekât, söz konusu kimselere mükellefler tarafından doğrudan verilebileceği gibi aracı bir organizasyon vasıtası ile vekâleten de ödenebilir. Açılan zekât hesabına zekât niyetiyle para yatırmakla da vekâlet gerçekleşmiş sayılır. Bu çerçevede zekâtların bugünlerde ulusal düzeyde başlatılan dayanışma kampanyaları vasıtasıyla toplanıp hak sahiplerine ulaştırılması da caizdir''şeklinde bir açıklama yapan Diyanet İşleri Başkanlığı, halkı zekâtlarını hükümetin merkezi kampanyasına yönlendirdi. Böylece belediyelerin yardımlarını yasaklayan AKP'nin topladığı bağışlara çağrı yapan DİB, devletin kurumları arasındaki çatışmanın da bir parçası oldu. Sadece Sünni inanışa hizmet üreten, sünni vatandaşlar arasındaysa gericilik, tutuculuk, yandaşlık üzerinden ayrımcılık yaparak laiklik ilkesiyle mücadele eden diyanet siyasete doğrudan müdahale etmeyi sürdürdü.

Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde ders ücreti üzerinden maaş alan sözleşmeli öğretmenlere okullar tatil edildiği için hiç bir ücret ödenmezken Bakan Berat Albayrak tarafından ücretli öğretmenler ve usta öğreticilerin ek ders ücreti ödemeleriyle Kuran kursu öğreticilerinin de ek ders ücreti ödemelerinin süreç boyunca yapılmaya devam edeceği açıklandı. Hükümet laik ve örgün eğitim sistemine sağlamadığı tüm ayrıcalıkları din ve diyanet için devreye almaya devam ederken kurum içindeki hemen her yetkili durmadan kendisine vazife çıkardı. Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Dr. Burhan İşleyen virüs nedeniyle evlerde geçen günleri inzivaya benzeterek isim-şehir, hırsız-polis ve adam asmaca gibi oyunların oynanmasını tavsiye etti. Günlük hayatımızadair her türlü değer, tutum ve davranış hakkında yorum yapan bu kurum, bu defa da müthiş bir hizmet geliştirerek salgın günlerini daha ''verimli'' nasıl geçirebileceğimize dair büyük bir açıklama yapmış oldu. Adıyaman Müftüsü Mehmet Taşcı, Koronavirüs salgını nedeniyle evde kalan öğrencilerle görüntülü sohbet gerçekleştirirken“Gençlerin evlerini kütüphane, cami ve mescit haline getirmeleri için bir ve beraber olmaya çalışacağız” dedi. Diyanetcami'de namaz kılmayı yasaklarken, Müftü'nün ''küçük'' camiler ve cami cemaatleri oluşturma çabası dikkat çekiciydi.Pandemi nedeniyle uzaktan eğitim bir zorunluluk olarak devreye alınır alınmaz EBA üzerinden sürdürülen ders aralarında çocuklara ilahi dinletildi. Yeni rejim gerici müfredatıyla okullarda sürdürdüğü din baskısına uygun,inanç odaklı toplum yaratmak için yeni bir alan keşfetmiş oldu. Küçücük çocuklara ölüm ve şiddeti meşrulaştıran idam ve kafa kesme görüntüleri izletildi.

AKPiktidarının eşit yurttaşlık haklarını tanımayarak, inanç ve etnik köken üzerinden yerleştirdiği ayrımcılık kadının toplumdaki yerini de belirleyerek kadına yönelik şiddetin artışına neden olmaya devam etti. Karantina döneminde hapishanelerde yer açmak için serbest bırakılan tecavüzcüler, katiller ve dayakçı kocalarla kapalı kalan kadınların yaşadığı şiddet ve travma kimsenin umurunda olmazken Diyanet şiddet gören kadınlara 'hatayı kendinde aramayı', 'şiddeti kabullenmeyi, hatayı kendinde aramayı ve meseleleri aile içinde çözmeyi' tavsiye etti. Pademi sürecinde şiddet gören kadınlar Diyanet İşleri Başkanlığı'na bağlı aile ve dini rehberlik bürolarını aradıklarındakocalarının sevdiği yemekleri pişirerek odaya çekilmeleri söylendi. “Beş vakit namaz kılmaya gayret edelim, Kur’an-ı Kerim okuyalım, İslami hayatımızı yoluna koymaya gayret etsek inşallah düzelir”yanıtı çarpıcı örneklerden.

Erbaş her zaman kollandı

Diyanet işleri başkanıAli Erbaş’ın pandemi sürecinde verdiği Cuma hutbesinde ‘zina ve eşcinselliğin hastalıkları da beraberinde getirdiğini ve kuşakları çürüttüğünü’ söylemesi ve "İslam zinayı en büyük haramlardan kabul ediyor. Lutiliği, eşcinselliği lanetliyor’’sözleritoplumubir kez daha açıkça kin ve düşmanlığa teşvik etti. Bu ayrıştırıcı söyleme tepki gösteren insan hakları savunucuları, İzmir ve Ankara Barosu ise açıkça hedefe alındı. Yani DİB Başkanının da dokunulmazlık zırhı vardı. O halkı ‘’kutsal değerler’’ üzerinden açıkça tahrik ederek kırılgan bir grubun üzerine salarken, hukuken bunun karşısında duranlara da iktidar korosundan saldırı geldi. Ali Erbaş’a en büyük destek ise "Diyanet İşleri Başkanlığına yapılan saldırı devlete yapılmış sayılır"açıklamasıyla RTE’dengeldi.

Sağlık ve yaşam adına tedbir alınmaz canını tehlikeye atarak insanüstü emek harcayanlara kolaylık sağlayacak hiçbir düzenleme yapılmazken Diyanet’ten ölümü kutsayan ayrımcı bir açıklama daha geldi."Şehitlik, peygamberlikten sonra en büyük mertebedir. Hakiki şehit; vatan uğruna, bayrak uğruna, namus uğruna canını feda eden askerlerdir, polistir" diyen Diyanet İşleri Başkanı, korona nedeniyle ölen sağlık emekçilerini ''hükmen şehit'' ilan etti. Fıkıh ve Hadis-i Şerif'e dayanarak, depremde, yangında, selde, denizde boğulmuş olanlar ve salgın hastalıklara yakalanarak vefat etmiş olanların hükmen şehit olarak kabul edilebileceği söylemiyle yıllardır kutsalı ölüm ve öte dünya olan iktidar ve kurumları nezdinde şehitler de ikiye ayrılmış oluyor. Hakiki ve hükmen şehitlik şeklinde ayrı kavramlar var artık. Erbaş'ın açıklamasıyla görevi başındayken bu salgından etkilenerek yitirdiğimiz sağlık emekçilerinin hayatta kalmalarının hiç önemi olmadığını, canlarından olurlarsa da sakın ola şehitlik mertebesine alınmamaları gerektiğini, hükmen şehit deyip geçmenin yeteceğini anlamış bulunuyoruz.

Din üzerinden meydan okuma aracı: Ayasofya

Umreden gelenlerin karantinaya alınmayışıyla başlayan süreç salgının en yaygın günlerinde Ayasofya açılışıyla devam etti. Recep Tayyip Erdoğan'ın Ayasofya'yı ibadete açan kararı imzalaması sonrası çok sayıda siyasi, sosyal medya hesaplarında gündemi pandemiden uzaklaştıran, virüsle değil seküler hayatla kavga eden paylaşımlarda bunlundu. Bu yazılanlara bakılırsa meselenin müzeyi camiye çevirme meselesi olmadığı, yönetilemeyen salgının yarattığı kopuşa çare olsun diye siyaseten tükenmiş bir parti ve sistemi kurtarmak için iç politikaya yönelik ‘’birleştirici’’ bir hamlenin devreye sokulduğunu kolayca görebiliriz. Zincirler kırıldı, esaretten kurtulduk, hüzün bitti, kavuştuk gibi açıklamalar birbirinin ardı sıra geliverdi. Meğer ne büyük bir yaraymış siyasal İslamcıların bağrında şu Ayasofya.

Açılışta elinde kılıçla hutbe okumak için minbere çıkan Diyanet İşleri Başkanı’nın bu şovu da övgülere mazhar oldu. 1950’lerden itibaren gittikçe yükselen siyasal İslamın ve artan popülist sağ politikaları nihayet amacına ulaşmış oldu.

Gelelim bu sembolik meydan okumanın şu dönemde yapılma ısrarına ve sonuçlarına. Yönetemedikleri her kriz gibi, on yıllardır hayalini kurdukları bu ‘İlk Cuma Namazı’nın Ayasofya’da kılınması da yönetilemedi. Sakarya Belediyesi, şehrin değişik yerlerinde stantlar açarak, bu görkemli açılışa katılmak isteyen Sakaryalıları oraya taşıyacağını ve bunu 100 otobüsle yapacağını duyurdu. Bir çok belediye birbiriyle yarışa girişti. Mamak Belediyesi aynı amaç için 50 otobüs organize etmişti bile (Sendika.org’un haberine göre Ağustos ayında 99 kişinin öldüğü Mamak’ta bu sayı Eylül ayında %30 artarak 130 kişiye çıktı). İstanbul’un AKP’li belediyeleri de üzerine düşeni yaptı. Tekbir getirerek cüppeleriyle Ayasofya’ya yürüyen binlerce insan organize güç olarak bu ultra mega açılışa yönlendirildi. Basında yazılanlara ve RTE’nin açıklamasınagöre 350 bin kişi bu açılışa katıldı. Sağ muhafazakâr ve milliyetçi kesimde adeta İstanbul’un ‘’yeniden fethi’’ gibi bir algı yaratılarak açılış gerçekleştirildi. Hacettepe Üniversitesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Sarp Üner’e göre, Ayasofya’nın ibadete açıldığı gün önlemlerin göz ardı edilmesi sonucu 3 bin kişiye korona virüs bulaşmış oldu. Ayasofya’nın içinden ve çevresinden diğer AKP’liler ve katılımcılarla fotoğraflar paylaşan ve “Minarelerinden yeniden ezan ve salaların yükseldiği, kubbelerinde yeniden tekbir ve salavatların yankılandığı, bu tarihi güne tanıklık ediyoruz. Elhamdülillah…”paylaşımdabulunan AKP Manisa Milletvekili İsmail Bilen’in Covid-19 test sonucu pozitif çıktı. Daha önce de aynı açılıştan maskesiz video paylaşan AKP Hatay Milletvekili Hüseyin Şanverdivirüse yakalanmıştı. Ardı ardına virüse yakalanan milletvekilleri gibi bürokratlar da nasibini aldı. Sayılar yine halktan saklandı. Hasta olanlar gizlendi. Takip eden süreçte Ankara ülkenin en kalabalık nüfuslu ili İstanbul’un en az iki katı vakaya ulaştı.

Türkiye’de kurumsal laikliğin tesis edilişiyle 1 Şubat 1935’te müzeye dönüştürülerek yeniden açılan Ayasofya, bu kez de tüm dünyaya ve Türkiye’de yaşayan laik muhalif kesime büyük bir meydan okumayla camiye dönüştürülerek açılmış oldu. Müzenin bin yıllardır korunan freskleri kapatıldı. Recep Tayyip Erdoğan’ın Ayasofya’yı yeniden camiye dönüştüren lider olarak görünmek istemesi, içeriye ve dışarıya (Batı’ya ve özellikle Ortadoğu’da müslümanların çoğunlukta olduğu devletlere) İslam âleminin en büyük ve hatta tek egemeni olduğu mesajının verilmesi amacını da taşıyor. Ancak ne yazık ki bu açılış yönetilemeyen sürecin faturasını örtmeye yetmedi. Bugün ‘büyük Ortadoğu’nun lideri’ tarihinin en yalnız dönemini yaşıyor. Çökmüş ekonomiyi kurtarmak sıcak para yaratmak için topraklarımızı karış karış sattığımız Katar’dan başka dost ülke kalmadı. “Din kardeşlerimiz” ülkemize ambargo koyuyor.

Elinde kılıçla hutbe okuduktan sonra kendisine güveni daha da artanDiyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, sel felaketinin yaşandığı Giresun'a giderek incelemelerde bulundu ve yaptığı açıklamada "Tüm vatandaşlarımız için dua ediyorum, sabır ve tahammül tavsiye ediyorum. Çünkü Allah´tan gelene karşı boynumuz kıldan incedir ama tedbirlerimizi almalıyız. " dedi. Sel felaketinin yaşandığı bir yere sağlık bakanı, içişleri bakanı ya da savunma bakanının gidip yerinde incelemesi alıştığımız ve beklediğimiz bir durum iken diyanet işleri başkanı halka sabır dilemek için Giresun’da çıkıveriyordu karşımıza. Dokunulmazlığının bir işareti olsa gerek, lüks araçlarla, korumalarla, ayağında sarı çizmelerle ‘’tektik” etti kendisi olay yerini. Hangi uzmanlıkla?

AKP iktidarının laik Cumhuriyet kurumlarını talan etme girişimi Ayasofya’yla başlamadığı gibi onunla sınırlı kalmadı elbette. Mustafa Kemal Atatürk'ün emriyle 1924 yılında Heybeliada'da kurulan Türkiye'nin ilk pandemi hastanesi olan 'Heybeliada Sanatoryumu' 'İslami Eğitim Merkezi' kurulmak amacıyla Diyanet İşleri Başkanlığı'na devredildi. Bu kararla hayatta kalma mücadelesi veren her kesimin sinir uçlarıyla oynamaya devam ettiler. Oysa Atatürk ismine ve kurduğu demokratik sekülersisteme karşı devrim hayali kurarak 2023, 2071 ve 2453 planları yapan iktidarın asla gerçekleşemeyecek kotalarla kullanım garantisi vererek yaptırdığı gayri yerli ve milli yeni havaalanı açılınca atıl kalan Atatürk Havalimanı’nın pistleri satılıp sökülerek kullanıma açılmayanbir sahra hastanesi yapılmıştı.

Bütçe rekortmeni Diyanet”ten kulluk tavsiyeleri

Sarayın kurumlar ve temsilcileri üzerinden sistematik bir biçimde laik düzene karşı yürüttüğü gerici saldırılar artık kurumsal ve düzenli. Sistematik saldırının en heyecanlı faillerinden biri de uzun bir süredir Diyanet İşleri Başkanlığı.İşte bu kurum “Bu salgın imtihanın ve kulluk sınavının parçasıdır” diyerek bir pandemi raporu yayınladı. Rapor özetle salgının başında olduğu gibi önlem ve tedavi değil dua öneriyor. İslâma dönelim, Allaha emanet olalım, tevekkül edelim, ölürsek şehit, ölmezsek kul oluruz diyor. “Koronavirüs salgınını kesin bir kıyamet alameti olarak sayamasak da bunu ‘ilahi bir ikaz’ olarak kabul edebiliriz. Yaratıcısını unutan, kulluk bilincinden uzaklaşan ve kendisini her şeyin sahibi görmeye başlayan modern insana Yüce Allah adeta mikroskopla bile görülmeyen bir virüsle bir uyarı göndermektedir. Koronavirüs salgını, İslam dünyası tarafından kendi değerlerine dönmek için önemli bir vesile olarak algılanmalıdır. Yaratıcımıza yalvarıp yakarmalı, hakiki dine dönmeliyiz.”

Öte taraftan, 2020 yılındaki 11,5 milyar TL’lik bütçesi ile çok sayıda kamu kurumunun bütçesini geride bırakan DİB, tanıtım için 2 milyon TL, satın aldığı 26 araç için ise 2,6 Milyon TL ödedi. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Başkan Yardımcısı Burhan İşleyen Diyanet’e yakınlığı ile bilinen bir internet sitesinde yayımlanan yazısında, “Keşke fakirlik de bulaşıcı olsaydı. Milyon dolarlık rezidanslarda, milyon liralık arabaya binip cenneti bekleyenler belki o zaman okula giden çocuğuna harçlık verememenin ne demek olduğunu anlardı” ifadelerini kullandı. Adeta, yoksullukla kıvranan halkla alay etti.

Şimdi biraz da rakamlara bakalım:

Diyanet İşleri Başkanlığı'nın 2021 yılı bütçe ödeneği yüzde 12.66 oranında artırılarak 11.5 milyar liradan 12 milyar 978 milyon lirayı çıkacak. Bu bütçe 16 bakanlıktan sekizinin bütçesini geride bırakıyor. İçişleri Bakanlığı, Tarım ve Orman Bakanlığı, Ticaret Bakanlığı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı, AB Bakanlığı, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ile Kültür ve Turizm Bakanlığı, bütçe büyüklükleri ile Diyanet’in gerisinde.Büyük kısmı başta imamlar olmak üzere personel harcamalarına gidecek olan Diyanet'in ödeneği iki haneli artarken, memur ve memur emeklisinin zammı toplu sözleşme ile belirlenen miktar uyarınca ve enflasyon farkı hariç yüzde 3+3 ile yine tek hanede kalacak. Diyanet, dernek, vakıf gibi kurum ve kuruluşlara aktarılan tutarları ifade eden ‘kâr amacı gütmeyen kuruluşlara transferler’ kalemi için sekiz ayda 21 milyon TL harcama yaptı. Diyanet’in bu kuruluşlara önümüzdeki üç yılda toplam 125 milyon TL aktarması öngörüldü. Ensar gibi geçmişi skandallarla dolu denetlenmeyen vakıflara tam destek verilmeye devam ediliyor.

Bu yıl Covid-19 salgını nedeniyle giderleri artan Sağlık Bakanlığı'na 2021 yılı için verilecek ödenek ise 77.4 milyar lira. Bu yıl yaklaşık 59 milyar liralık bütçeyi yöneten Sağlık Bakanlığı'nın bütçe ödeneği yüzde 31.4 artmış olacak. Covid 19 nedeniyle en fazla ihtiyaç duyulan doktor, hemşire, hasta bakıcı, sağlık teknisyeni, laborant, ebe, sağlık personeli açığı çok yüksek. Üniversite bitirdiği halde atanamayan doktor ve sağlık personeli sayısı 320.000Aylardır salgınla mücadele eden sağlık çalışanları için %16-50 oranında ek ödeme öngörülüyor ancak hastahanelerde görev yapan imamlara öngörülen artış oranı %100.

Geçtiğimiz hafta yapılan açıklamaya göre Diyanet İşleri Başkanlığına 5000 yeni personel alınacak.Pandemi koşullarında eğitim alanında sağlık alanında atama ve görev bekleyenleri duymayan iktidar Diyanet’in ek bütçe taleplerini geri çevirmiyor. 95.000 i imam, müezzin ve kuran kursu personeli olan Diyanetin talebi ile sayı 100.000 e ulaşacak.Sağlık Bakanlığındaki toplam personel sayısı 164.000 iken DİB personel sayısı ise son 10 yılda yaklaşık 50.000 artarak 130.000 e ulaştı. Ülkemizde yılda bir kez öğretmen ataması yapılıyor ve bir seferde en fazla 20.000 yeni öğretmen alınıyor. Başta köy okulları olmak üzere birçok il ve ilçede okullar öğretmen olmadığı için kapalı. 465.000 öğretmen atama bekliyor. 2023 te üniversite bitirip atanamayan öğretmen sayısı 1 milyona ulaşacak. Örgün eğitimde, 54 bin 715'i resmi okul, 13 bin 870'ü özel okul, 4'ü açık öğretim okulu olmak üzere toplam 68 bin 589 okul bulunuyor. Cami sayısı 89.259 Kuran kursu sayısı 19.264

Evet acıyı bal eyleyeceğiz. Ama önerildiği şekilde susarak, sömürülerek değil. ‘Ekilip ekin gelerek, ezilip un gelerek, bir gidip bin gelerek’ çıkacağız bu düzenden. Yaşayacağız, seveceğiz, sarılacağız. Yeter ki bilgisiz kalmayalım.