Pandemi koşulları bir anlamda bu eşitsizliği daha görünür kılmış gibi duruyor ancak bir yandan da bunun karşısında bu eşitsizliği tersine çevirecek bir örgütlenmenin ve onu yaratabilecek bir dayanışmanın ihtiyacını da her zamankinden daha çok hissettiriyor

Pandemide toplumsal yeniden üretim

GÖKSU CENGİZ

Dünya genelinde devam eden olağanüstü pandemi koşullarında insan hayatının devamı için olmazsa olmazları ve hayatımızdaki yerini hatırladığımız günler yaşıyoruz.

Günlük yaşamımızı devam ettirebilmek için gereken temel ihtiyaçlarımızın yalnızca evde olup bitenlerle de sınırlı olmadığını burada yalnızca cinsiyetler arası bir eşit görev paylaşımından da öte tüm bu işlerin sağlıktan, tarıma; temizlikten dağıtıma ve hatta eğitime kadar geniş bir ilişkiler ağından oluştuğunu düşünmek durumundayız. Bu işleri kim yapıyor, hangi koşullarda yapılıyor ve nasıl ulaşılıyor? Bu soruları yeniden düşünmek tüm bu işlerin yapılış koşulları, bu sektörlerdeki kadın ağırlıklı çalışmanın yaygınlığı, maddi karşılığı, insani yaşam standartlarını sağlayıp sağlamadığı, tüm diğer üretim faaliyetleriyle arasındaki ilişkinin görünür olmasını da yaşamı üreten işleri yapanların gücü ve imkanlarını da hatırlamamıza yardımcı olabilir. Her ne kadar ihracatın insan hayatından daha önemli olduğunu ulusa seslenişlerden defalarca duyduğumuz, belli ki bir gün tek bir gün plaza inşaatını durdursa ekonomimizin yarını göremeyeceğine inandırılan bir ülkede yaşıyor olsak da tüm dünyada ortak olan bir şey var ki yaşamı yeniden üreten işleri durduramıyoruz. Öyleyse bu işler arasındaki ilişki üzerine düşünmek durumundayız.

Örneğin sağlığın herkes için ulaşılır olmasının ücretsizliğinin yanı sıra kamusal olması bir diğer deyişle hem sağlık emekçileri hem de tüm yurttaşlar için eşit ve kayıtlı, standartları olan anlamına da geldiğini ve bunun hayatiliğini görmüş olduk. Bugün -tamamı kadınlarca sürdürülen- yıllık karşılığı 10.8 trilyon doları bulan ücretsiz bakım emeğinin ve bugün özelleştirmelerle giderek denetimsiz ve ulaşılamaz olan sağlık, eğitim gibi kamu hizmetlerinin toplumsal yeniden üretimin ilşkili parçaları olduğu görülebilir. Bu durumda bakım hizmetlerinin de içinde olduğu toplumsal yeniden üretimin bütününün kamusallığına olan ihtiyacın acilliği de. Yoğunluğunu kadınların oluşturduğu kayıtdışı çalışma koşullarının ağırlığı da kesinlikle yok sayılan ev içi bakım hizmetleri de toplumsal yeniden üretimin bütününün kamusallığına olan ihtiyacımıza işaret ediyor. Pandemi koşulları bir anlamda bu eşitsizliği daha görünür kılmış gibi görünüyor ancak bir yandan da bunun karşısında bu eşitsizliği tersine çevirecek bir örgütlenmenin ve onu yaratabilecek bir dayanışmanın ihtiyacını da her zamankinden daha çok hissettiriyor.

Son yıllarda çokca ses getiren feminist grevler tam da bu anlamda üretim ve toplumsal yeniden üretim arasındaki ilişkiyi göstermeye dayanan iş bırakmadan, evde, markette, mahallede ve okulda yani neredeysek orada yaşamı üreten işleri durdurmaya ve bunları kimin, nasıl yaptığını hatırlatmaya çağıran bir eylem biçimi öneriyordu aslında. Kamusallık ve eşitlik gibi taleplerin buluştuğu bu noktada belki de bugün en çok ihtiyaç duyduğumuz üretimden tüketime gıda paylaşım ağlarından, bakım emeğini kolektifleştirebilecek deneyimlere kadar genişletilebilecek dayanışma biçimleri ise büyük feminist grevleri mümkün kılan başlangıç noktalarıydı. ‘Normal’e dönüş için büyük bir beklentinin hakim olduğu bugünlerde, yaşamı üreten emeğin gün yüzüne çıkmasını da buradaki eşitsizliğin tersine çevirilmesine dönük taleplerin savunulmasını da göz ardı ettiğimiz bir ‘normal’le ancak daha büyük krizlere varabiliriz.