Oyunun sonunu bizim belirleyemeyeceğimizi anladığımız bir yaz geçirdik ama çok yavaş da olsa tam istediğimiz gibi olmasa da her şey yavaşça ilerliyor. Aşılamaya güvenmek, maske, mesafe ve izleme gerek.

Pandeminin en gri günleri

Prof. Dr. Esin Davutoğlu Şenol

Neredeyse iki yıla uzanmakta olan, artık farklı genetik varyantların neden olduğu farklı dalgalar ile halk sağlığı bakımından ciddi sonuçları olan ve süregiden bir salgın yaşıyoruz. Oysa başlangıçta çok fazla bilinmeyeni olan bu denklemin çözümünü bulduğumuzda, çözdüğümüzü de zannetmiştik. Hiçbir önlem alınmadığı zaman ne denli bulaşıcı olduğunu ve nasıl, hangi koşullarda bulaştığını çözdüğümüz bu yeni solunum yolu virüsü için maske ve mesafe gibi basit olandan, kapanmalara kadar gerekli önlemleri de biliyorduk mesela. Ancak acil olarak ölümleri, hastaneye yatışları önlemek, azaltmak gerekip, kısıtlamaların kapsamı genişletilmek durumunda kalındığında, zaman kazanmakla birlikte, bu kısıtlamaların kendisi ayrıca mental, motor, psikolojik ve ekonomik hasarlara yol açıyordu. Bir yandan da önlemler kaldırılır kaldırılmaz tekrar hız kazanan salgında, yalnızca ağır ve sonrasında hasarlı olabilecek hastalar ve ölümler artmıyor aynı zamanda virüs genetik çeşitlenme imkânı da kazanıyor, başa sarmak bile değil, bıraktığımızdan daha kötü bir yerden tekrar başlıyorduk.

Kitle bağışıklığı

Kitle bağışıklığı olarak tanımlanan, salgının kontrolü için gereken toplumsal koruyucu duvarın, doğal enfeksiyon yoluyla gelişmesinin ne denli imkansız olduğunu da virüs ve toplumla ilişkili dinamikler gösteriyordu zaten. Kitle bağışıklığı eşiği için başlangıçtaki Wuhan suşu olarak bildiğimiz orijinal suş için yapılan hesaplamalara göre kabaca dünya nüfusunun yüzde 40-70’inin enfeksiyon geçirmesi gerekiyordu ki, ölüm hızı %2 olarak hesaplandığında, 100 milyon hatta daha fazla kişinin ölümü ile sonuçlanacak korkutucu bir senaryo çıkıyordu karşımıza. Daha iyi anlatabilmek için; yazının yazıldığı tarihte toplam 5 milyon ölüm ve 200 milyondan fazla vaka ile bugünlerde en fazla vaka sayılarının kayıt düşüldüğü ve artarak tırmanacağı düşünülen dördüncü dalga yaşanılmakta. Yaşanılan tüm ölümler, kısıtlamalarla ortasından ikiye bölünen yaşamlarımız, yalnızca eğitimsizlik değil, yaşam serüveninden ve özgürlüklerinden yoksun kalan çocuklar, yoksulluk ve yoksunluklarla geçen iki yıla rağmen kitle bağışıklığı için gereken yolun henüz yirmide birini geçebilmiş durumdayız. Denklem yeniden ve bir aşının bulunması üzerinden kurulmak durumundaydı ve o zamana kadar da zaman kazanılmalıydı. Ancak aşılama, yeni bir varyant gelişimine yol açmayacak kadar hızlı ve eşit, homojen yapılabilirse salgının kontrolü hatta eliminasyonu, yani yeni salgınlar olmayacak biçimde tümüyle kontrolü bile olası görülüyordu.

İyi, Kötü ve Çirkin

İyi, Kötü ve Çirkin filmini bilmeyen, Clint Eastwood’un isimsiz sarışın olarak “İyi”yi oynadığı ikonik rolü unutabilen var mıdır? Filmde, ülkedeki iç savaş nedeniyle kaderleri ortaklaşan, iyi, çirkin ve kötü olarak tanımlanan üç kovboyun, ödül için mücadeleleri ve kazananı sürekli değişen bu mücadelenin unutulmaz son sahnesini anımsayalım. Son sahnede, tüm kovboy filmlerindeki gibi kazananın “iyi” olduğu üçlü düellonun sonunda, “iyi” ödülün yarısı ile yola çıkarken, sıktığı son kurşun ile asılmakta olduğu ipten kurtardığı çirkin elleri bağlı olarak ödülün diğer yarısı ile bir çölün ıssız sonsuzluğundadır. Bu dördüncü dalganın kahramanı olan “delta “adlı varyant, bu filmdeki başına ödül konulan ve her seferinde başına konulan ödül “İyi“ tarafından alındıktan sonra kurtarılan “Çirkin”e benziyor sanki. Son sahnede çirkin ile mücadeleyi kazanabilirsek bizim de alabileceğimiz, hedeflediğimiz ödülün yarısı olabilecek ancak. Filmdeki “kötü” ile benzerlik bakımından ise her yeni varyant haberinde, zombi filmlerindeki “mutant”lar gibi bir metafor ile korkularımızın toplamına sarılıp ağlaşıyorsak da, yaşamakta olduğumuz sahnede “kötü” sürekli sondan başa saran bir zaman makinesinin düğmesine basan, en büyük mutasyonunu yaparak bizim filmi başlatandı zaten. Pandeminin en gri günleri gerçekten. Bir aşımız hatta çok iyi aşılarımız oldu ama iyi “aşılama” yapamadık. Bu yaz maskeleri çıkarıp eski normale dönmek ile ilişkili daha en başında çok naif bulduğum yersiz iyimserlik sonbaharla birlikte öğrenilmiş çaresizliğe evrildi. Oysa hiçbir şey yeterince iyi gitmiyor hissi veren bu gerçekçi olmayan iyimserlikler yerine temkinli ve gerçekçi bir umuda vesile olarak, aşılar hala ve çevresel uyumunu en iyi şekliyle gerçekleştirmekte olan varyantlara dahi yüksek düzeyde etkili. Basit ve rasyonel olanları, maske, mesafe, havalandırma ve aşılanma yaparak hem yaşamlarımızı sürdürebilecek hem de aşılanmış olmak nedeniyle ağır hastalanmayacağımız ve ölmeyeceğimiz bir salgın hastalık ile yaşayabileceğiz. Ama biliyorum ki bu gri sözcükler kümesi, bitse de gitsek diyen ama o gün geldiğinde nereye gideceklerini bilemeyenleri teselli edemez.

Tüm dünyada bugün itibarıyla 5,5 milyar doz olarak yapılan aşılar, Avrupa bölgesindeki 100 kişiye 100 doz, Afrika’da 100 kişiye yalnızca 7,8 doz olarak yapıldı. Şu ana kadar aşıların yüzde 81’i zengin ülkelere, yüzde 0,4’ü ise salgının en hızlı seyrettiği, bulaşmanın en fazla olduğu ve dolayısıyla korkutucu senaryolara evrilme potansiyeli de taşıyan yeni genetik varyantlar için yayılma bölgeleri olan yoksul ve kalabalık ülkelere yapılabildi. Aşılamada üstünlük kazanan, Mart ayında nüfusunun yüzde 80’den fazlasını aşılamış olan ve yaz boyunca maske, mesafe her türlü önlemi kaldırarak eski normaline dönmeyi test eden İsrail ise delta varyantı ile aşılılar arasında da yayılmaya başlayan ve artan vakalar nedeniyle, erkenden üçüncü doz uygulamasına geçti. ABD ‘deki, İlaç ve Gıda kurumu FDA (Food and Drug Administiration)’da bu yönde karar bildirdi. Aşılamaya, yavaş ve yayılmış bir takvimle başlayan ve yalnızca salgının değil, ölüm sayılarının da dünyada en hızlı tırmandığı ülkelerden olan Türkiye bir benzeri daha olmayan dördüncü doz uygulamasına randevu açtı.
Bu benzersiz uygulamaya geçilmesi ile ilişkili tek açıklama, başlangıçta yaptığımız ve aşının “bilindik” özellikleri nedeniyle bir ölçüde zaman aşımına uğraması kaçınılmaz olan inaktif aşının uluslararası seyahatlerde kabul edilmeyişi gerekçe gösterildi. Aslında aşılama sürecinin duyarlı ve yüksek riskli gruplar nedeniyle ne kadar hatalı başlanılmış olduğunun kabulü denilmesi daha yerinde olacaktır.

Gri bir soru daha, tekrarlanan dozlardan beklentimiz ne kadar gerçekçi? Açarak ve mevcut verilerle anlatmak bu yazıda bu seferlik bana ayırılan yer nedeniyle mümkün değil. Ancak cevap şu; hiç gerçekçi ve gerekli değil. Tekrarlanan dozlar için şöyle düşünüyorum, sizi daha az hastalandıran, neredeyse ölmemenizi garantileyecek kadar doz aşı almışken, neden daha fazla doz aşı olmak isteyesiniz. Aşılananlar arasındaki, hafif, soğuk algınlığı benzeri delta enfeksiyonlarını rakamlara vurup, üçüncü hatta dördüncü doz denilmesi yerine, bu rakamlar ile aşılılar deltaya rağmen hafif atlatıyor, maske, mesafe, havalandırma ve izleme devam demek daha doğru ve adil bir yaklaşım. Navigasyonumuzu bozan gri sorulardan çok, bu gri zamanlarda verilen ya da verilmesi istenilen, siyah ya da beyaz cevaplar. Oyunun sonunu bizim belirleyemeyeceğimizi anladığımız bir yaz geçirdik ama çok yavaş da olsa tam istediğimiz gibi olmasa da her şey yavaşça ilerliyor. İnsanlığın ancak birlikte başarabileceği, salgının eliminasyonu yani tümüyle kontrol ederek bir an önce eskiye dönmek hedefimizdeki ödülün yarısını bir kurşunla asılmaktan kurtarıp, ellerini bağladığımız “çirkin” ile bıraktık, diğer yarısı henüz bizim elimizde.