Pandeminin içinden: Kadınların yeniden üretim emeği

MELDA YAMAN
Barış Akademisyeni

Yaşamla ölüm arasındaki sınırın bu denli inceldiği pandemi koşullarında, yaşamın - yaşamın yeniden üretiminin her şeyin üstünde olduğunu bir kez daha hatırlıyoruz. İşin aslı bu koşullar bize, kadınların “yaşamı üreten faaliyetlerinin” hayatı, kapitalizmi, dünyayı döndüren başlıca emek etkinliği olduğunu bir kez daha gösteriyor. Bugünlerde dünya dönüyorsa, bakmayın siz Homeros’a, dünyayı sırtında taşıyan Atlas’tan ötürü değil, kadınların yüzü suyu hürmetine dönüyor; dünyayı kadınların dur durak bilmeyen emeği ayakta tutuyor.

Sözün özü pandemiyle gördük ki, sermayenin çarkları dönmese de, makineler çalışmasa da, fabrikaların dumanı tütmese de, yaşam devam ediyor, edebiliyor. Zira yaşamak için otomobil fabrikalarına, küresel dev şirketlere, bankalara, borsalara ihtiyacımız yok; yaşamımızı sürdürebilmek her şeyden önce karnımızın doyması, başımızı rahat bir yastığa koyabilmemiz, hem bedenimizin hem de çevremizin temiz ve hijyenik olması, sağlık hizmeti alabilmemiz, yaşlılarımızın ve hastalarımızın bakım görmesi, çocuklarımızın büyütülmesi, sevgi, şefkat ve değer görmemiz gerekiyor. Bu ihtiyaçlar, yaşamsal ihtiyaçlar; bu ihtiyaçların karşılanması, insanın bir insan olarak, toplumun bir üyesi olarak, üretici bir güç olarak var olabilmesinin temel koşulu. Lakin bu ihtiyaçları karşılayan mal ve hizmetlerin büyük bir bölümü sermaye koşullarında üretilmiyor; hane içinde, kadınların ücretsiz emeğiyle karşılanıyor.

Sermaye açısından bakarsanız eğer, “değerli” bulunan tek şey, kapitalist “değer”dir. İşten sayılan, yasal düzenlemelere konu olan, ücretlendirilen, değer yaratımı ile ilişkili olan –ücretli- emektir. Kadınların hane içindeki emek süreci, bu emek sürecine eşlik ediyor; görünmeyen, değer görmeyen, işten bile sayılmayan, ücretlendirilmeyen, çoğu zaman incelemeye bile değer bulunmayan bir emek süreci -yaşamın yeniden üretimi. İşin doğrusu, sermayenin Marksist eleştirisi bile yaşamı üreten, yaşamı yeniden üreten bu faaliyetleri dikkate almaz görünüyor. Bu da ister istemez bu yaşamsal etkinliklerin görünmezliklerini artırıyor.

Yüzümüzü bu “yeniden üretim” faaliyetlerine çevirdiğimizde, kadınların hane içindeki emek faaliyetlerinin toplumun yeniden üretiminde ne denli önemli bir yer kapladığını görmeye başlıyoruz. Kadınlar hane içinde ilkin türün biyolojik yeniden üretimini sağlıyorlar; yani insan yavrusunu dünyaya getiriyor, besliyor büyütüyorlar. İkincisi her gün –erkek- emek gücünü yeniden üretiyorlar. Üçüncüsü, çocuklara, yaşlılara, hastalara bakıyorlar. Bu emek süreci, insanların günlük ve nesiller boyu toplumsal, duygusal ve fiziksel yeniden üretimini sağlayan bir dizi faaliyeti, davranışı ve ilişkileri içeriyor.

Gelgelelim gebelik, doğum ve emzirme dışında kalan tüm işlerin doğasında kadınlar tarafından yapılmasını gerektiren hiçbir şey bulunmuyor. Bu işleri yapmak kadınların “doğasından” da kaynaklanmıyor kuşkusuz ama bütün bu yeniden üretim faaliyetlerinin gerek organizasyonu gerekse de yürütülmesi neredeyse tamamen kadınlara yüklenmiş durumda.

Gelelim bugüne… Pandemi, kadınların yaşamı üreten faaliyetlerini biraz daha görünür kıldı; bu yaşamsal etkinliklerin değerini bir kez daha hatırlattı. Unutmayalım bugün haneler eskisine oranla daha kalabalık - öğrenciler evde, hane üyeleri ya işsiz kaldığı ya da evden çalıştığı için evde, yaşlılar sokağa çıkma yasakları nedeniyle evde, pandemi tedbirleri çerçevesinde etkinlikler ertelendi, kafe, restoran ve barlar kapandı, sonuç olarak evdeyiz ve kalabalığız. Bu koşullarda kadınlar her gün daha fazla yemek pişiriyor, daha fazla çay demliyor, daha fazla bulaşık yıkıyor, daha fazla tuvalet fırçalıyor. Hastanelere gitmek pandemi nedeniyle riskli bulunduğundan hastalara hane içinde kadınlar bakıyor. Okullar, kreşler, çocuk yuvaları kapalı olduğu için çocuklarla tüm gün kadınlar ilgileniyor. Yine, daha önce ev işçilerinin yapageldiği bakım, temizlik ve diğer yeniden üretim faaliyetleri de kadınlara yükleniyor -bugün dünya genelinde yüzbinlerce bakım işçisi kadının işsiz kaldığını da akıldan çıkarmamak gerekiyor.

Bununla da sınırlı değil. Evden çalışmanın getirdiği yükleri karşılamada da, kadın emeği tampon bir mekanizma olarak devreye sokuluyor. Artan işsizlik ve kriz koşullarında işini ev içinde sürdürebilen “şanslı” kadınlar açısından durum o kadar da parlak görünmüyor. Mesai saatleri uzuyor; kahve ve çay molaları, öğle yemeği araları ortadan kalkabiliyor; yemek pişirirken bir telefon görüşmesi yapmak, bebeği beslerken bir e-postayı yanıtlamak gerekebiliyor. Üstelik hane içindeki erkeklerden biri işini evden yürüttüğünde, kadınların iş yükü katmerleniyor. Daha önce işyerlerinin sorumluluğunda olan yeniden üretim faaliyetlerinin pek çoğunu kadınlar yapmak zorunda kalıyorlar: Çalışma masasının ve çalışma ortamının temizlenmesi, çay ve kahvenin hazır edilmesi, öğle yemeklerinin hazırlanması, tuvalet ve lavaboların temizlenmesi gibi. Sermaye bu “maliyetlerden” sıyrılırken, aradaki farkı kadınların emeğinin kapatması bekleniyor. Böylece kadınların yeniden üretim yükü kat be kat ağırlaşıyor.

Üstüne üstlük pandemi koşulları hanelerin yeniden üretimini giderek güçleştiriyor; yeniden krizi içinde olduğumuzu, yeniden üretimin giderek sürdürülemez hale geldiğini ortaya koyuyor.

İŞSİZ KALANLARIN ÇOĞU KADIN

Bilindiği üzere küresel ekonomi yıllardır bir kriz içindeydi. Pandemi bu krizi derinleştirdi, küresel ekonomide muazzam bir daralmaya sebep oldu. IMF, küresel ekonomik faaliyetin Büyük Buhran'dan bu yana görmediğimiz bir ölçekte azaldığını söylüyor. İçinden geçtiğimiz kriz, akıl almaz boyutlarda işsizlik de yaratıyor. Gerek ILO gerekse de uluslararası kadın örgütleri risk altındaki sektörlerde çalışanların ve işsiz kalanların çoğunun kadınlardan oluştuğuna dikkat çekiyor.

İşte bu işsizlik ve yoksulluk koşullarında kadınlar, hane üyelerinin yaşamsal ve çeşitlenen yeniden üretim ihtiyaçlarını azalan gelirlerle karşılayabilmek ve böylece hanenin ayakta kalmasını sağlamak için çeşitli stratejiler geliştirmek zorunda kalıyorlar. Bu da hem kadınların iş yükünü ağırlaştırıyor hem de sağlık ve geleceğe ilişkin belirsizliklerle birlikte stres ve kaygı bozukluğu yaratıyor. Ne var ki kadınlar bu ağır koşullarda bile, “iyi kadın”, “iyi anne”, “iyi eş” olmakla sınanıyorlar; yorulmalarına, söylenmelerine, öfkelenmelerine hiç iyi gözle bakılmıyor. Üstelik kadınların bu yoğun emek yükünü, erkek şiddetine açık koşullarda yerine getirmesi bekleniyor. Pandemi günlerinde kadınlara yönelik erkek şiddetinin arttığı, gerek sağlık gerekse de ekonomi ile ilgili kaygıların erkek şiddetini daha da körüklediği görülüyor. Eve kapanıp kalmak kadınların şiddetten korunmasını, dışarıdan destek almasını da güçleştiriyor.

Öbür yandan pandemi koşulları, ekonomik krizlerde olduğu gibi, hem sınıfsal hem de ataerkil çelişkileri keskinleştiriyor; çelişkiler keskinleştikçe yeni mücadele zeminleri de kuruluyor. Bir yandan artan işsizlik, yoksulluk ve yalıtılmışlık; öbür yandan artan iş ve bakım yükü, kadınların hem kapitalist sisteme hem de ataerkil eşitsizliğe karşı topyekûn mücadelesini harekete geçirmesine kapı aralayabilir. Mevcut sistemin vaatleri tükendikçe, kadınların sınıfsız, her türlü emek sömürüsünün ortadan kalktığı, kadınlarla erkeklerin eşit olanaklara kavuştuğu, kadınların emekleri, bedenleri, cinsellikleri üzerinde tek başına söz sahibi olduğu eşitlikçi ve dayanışmacı bir dünya ufkunu yeniden yeşertmelerine olanak sağlayabilir.

Bütün bu koşullarda ne mutlu ki 8 Mart’ta alanlarda olacağız. Ne mutlu ki dünyanın dört bir yanında birbirimizden güç alacak, birbirimize güç katacağız. Gözümüz o ufukta, hiç aşağı bakmayacağız.