Pandemiyle geçen bir yıl

PROF. DR. FUNDA BARLIK OBUZ
TTB Büyük Kongre Delegesi

Pandeminin ilk dalgasının üçüncü pikini yaşarken ülkemizde uygulanan günlük politikalarla geleceği öngöremez durumdayız. Salgın tüm dünyada sadece biyolojik değil, psikolojik, sosyal ve ekonomik her alanda hasar yarattı. Ama en çok yoksulları, işçileri, toplumun dezavantajlı gruplarını etkiledi. Pek çok ülkede uygulanan neoliberal sağlık politikalarıyla eşitsizlikler derinleşti.

Türkiye’de salgının en başından bu yana şeffaf olmayan, epidemiyolojik verileri kamuoyu ve bilim insanları ile paylaşmayan, sağlık emek meslek örgütleriyle işbirliği yapmaktan kaçınan bir yöntem benimsendi. Salgından bir yıl önce hazırlandığı bilinen Pandemik İnfluenza Ulusal Hazırlık Planının sadece kâğıt üzerinde kaldığı görüldü. Başlangıçta tek merkezde daha sonra sınırlı sayıda merkezde yapılan testler yaygın olarak kullanılmadı. Pozitif vakaların hızla saptanıp izole edilmesi sağlanamadı. Filyasyon sözcüğü salgının başlamasından en az bir ay sonra telaffuz edildi. En önemlisi salgını baskılayacak gerçek, tam bir kapanma gerçekleştirilmedi. Fabrikalarda üretim hız kesmeden devam etti. Hastalanan işçilerini kapalı devre çalışmaya zorlayan iş yerleri oldu. Hastalığın sadece mesai saatleri dışında, hafta sonları ve bayramlarda kapanarak önlenebileceği düşünüldü. Daha önemlisi ise bir yıl önce salgının başlangıcında uygulanan bu yöntemlerin hala daha işe yarayabileceğinin düşünülmesi oldu. Bu hafta başında artan vaka sayılarına yönelik iktidarın açıkladığı önlemler ne yazık ki bunlardan ibaret.

Halk sağlığı uzmanları salgının durdurulabilmesi için ya etkinliği yüksek bir aşıyla toplumun en az yüzde 70’inin hızla aşılanmasını ya da en az 28 günlük tam kapanmanın gerekli olduğunu söylüyorlar. Bunları uygulayan İsrail, Birleşik Krallık gibi ülkelerin salgını büyük oranda gerilettiği biliniyor. Şu anda Türkiye’de ikinci doz aşısı uygulanmış yaklaşık 7 milyon kişi olduğu düşünülürse toplum bağışıklığı için istenen hedefe çok uzun zamanda ulaşılabileceği görülebiliyor. En başından beri tam kapanmadan kaçınılmasının nedeni ekonomik kaygıların ön planda tutulması oldu. Türkiye, dünyada salgın nedeniyle vatandaşlarına en az ekonomik destek sağlayan ülkelerden biri. Sosyoekonomik destek sağlanmadan uygulanacak bir kapanma kişileri açlık ve hastalık arasında tercih yapmaya zorluyor. Herhangi bir bilimsel temeli olmadan gerçekleştirilen ve sonuçlarına ait verileri paylaşılmayan en ağır sınırlama 65 yaş üstü ve 20 yaş altı vatandaşlarımıza uygulandı.

Salgının ilk yılında vaka sayılarının illere göre dağılımını, vakaların yaş, cinsiyet ve meslek gibi bilgilerini, testlerdeki pozitiflik oranlarını paylaşmayan Sağlık Bakanlığı, ilk kez 8 Şubat’ta illerde 100 bin kişideki vaka sayılarını açıkladı. Önlemlerin her ilin kendi özelinde İl Hıfzıssıhha Kurulları tarafından alınabileceği belirtildi. En son 29 Mart’ta açıklanan ve risklere göre renklendirilen harita, nüfusun yaklaşık yüzde 80’ini barındıran 58 ilin çok yüksek riskli (kırmızı) kategoride olduğunu gösteriyordu. Yaklaşık iki aylık sürede illerin risk durumuna göre caydırıcı bir önlem alınmazken, sarıdan, turuncuya sonra da kırmızıya dönüşümleri hep birlikte izledik. İzmir’de bu süre içinde vaka sayıları yaklaşık dört kat arttı. Bu arada on binlerce kişiyi bir araya getirmekle övünen parti kongrelerine, açılışlara tanık olduk. Vaka sayılarındaki artışa karşın 2 Mart’ta başlayan normalleşmeyle birlikte kayıplarımız her geçen gün artmaya, pandemi servisleri ve yoğun bakımlar yeniden dolmaya başladı. Bugün başta Birleşik Krallık varyantı olmak üzere tüm varyantlar toplam vakaların yüzde 75’ini oluşturuyor. Çok daha hızlı bulaşan, gençleri de etkileyen ve daha ağır seyrettiği belirtilen varyantlar önümüzdeki günlerin çok daha zor olacağını gösteriyor.

Tüm dünyada olduğu gibi sağlık çalışanları salgında en çok etkilenen meslek grubunu oluşturuyor. Dünya genelinde yaklaşık 17 bin sağlık çalışanının yaşamını yitirdiği biliniyor. Türkiye’de Türk Tabipleri Birliği (TTB)’nin verilerine göre 393 sağlık çalışanını kaybettik. TTB 72. Büyük Kongresi’nde alınan kararla salgında ilk kaybettiğimiz sağlık çalışanı Prof. Dr. Cemil Taşçıoğlu’nun vefat ettiği gün olan 1 Nisan, “Covid-19 Nedeniyle Hayatını Kaybeden Sağlık Çalışanlarını Anma Günü” olarak kabul edildi ve tüm Türkiye’de anma törenleri düzenlendi. İzmir’de ise şu ana kadar 20 hekim, bir diş hekimi ve bir sağlık memuru olmak üzere 22 sağlık çalışanı Covid-19 nedeniyle aramızdan ayrıldı. Onları sevgi ve saygı ile anıyoruz. Bizleri en çok üzen Türkiye’de Covid-19’un hala meslek hastalığı olarak kabul edilmemiş olmasıdır. TTB ve tüm tabip odaları bu konuda yoğun çalışmalar yürüttüğü, TBMM’ye yasa önerisi sunulduğu halde, pandeminin en başından beri özveriyle çalışan kişilere bu hak ne yazık ki çok görülmüştür.

Türk Tabipleri Birliği başta olmak üzere diğer sağlık emek meslek örgütleri pandemiyle ilgili iktidarın karar mekanizmalarında yer almamış, görüşme için randevu bile verilmemiştir. Ancak TTB Merkez Konseyi ve Covid-19 İzleme Grubu salgının en başından bu yana halka doğruları anlatmış, bilimsel gerçekler ışığında her ay düzenli olarak yayınladığı raporlarla tarihe not düşmüştür. Uygulanan baskılara, soruşturmalara karşın halkın sağlığını önceleyen ve gerçekleri dile getirmekten çekinmeyen TTB, en çok güvenilen kurumlar arasında ilk sıralarda yer almıştır.

Pandemiyle geçirdiğimiz bir yılın ardından şu anda geçen yıldan daha kötü durumdayız. Sadece sağlık çalışanlarında değil tüm toplumda yorgunluk, tükenmişlik ve umutsuzluk var. Açıklanan önlemlerin salgını durdurması mümkün görünmüyor. Sosyoekonomik destek sağlanarak tam kapanma, toplumsal hareketliliği en aza indirme, yaygın test, gerçek filyasyon ve temaslıların kesin izolasyonu, aşılamanın bir an önce yaygınlaştırılarak tamamlanması gerekiyor. Bunlar ne oranda gerçekleşir bilmiyoruz. Ama artık daha fazla kayıp vermek istemiyoruz!