İktidar bloku uzun süredir tabiri caizse köpeksiz köyde değneksiz dolaşmaya alışmıştı. Seçim kampanyalarını bir kenara koyarsak, ana muhalefet partisi Adalet Yürüyüşü’nden bu yana iktidarı kamusal alanda zorlayacak politik bir hamle yapmamıştı. Her ne kadar bütçe görüşmelerinde muhalefet önemli bir çıkış yapmış olsa da o girişim doğası gereği Meclis ile sınırlı kalmıştı. Tartışmalar genellikle grup konuşmalarına, liderlerin ya da parti sözcülerinin açıklamalarına indirgenmişti. Bu durum en çok söz düellolarından üstün çıkabilecek araçlara sahip olan iktidarın işine geldi. Bir sonraki aşama olarak AKP-MHP Meclis’teki siyaset imkânlarını imha etmek için dört koldan atağa geçti. HDP kapatma davası, Gergerlioğlu’nun vekilliğinin düşürülmesi, CHP’lilere yönelik yeni fezlekelerin hazırlanması, İstanbul Sözleşmesi’nden ansızın çekilme kararı bu sürecin bir parçası.

İktidar, kurumsal siyaseti abluka altına alınca toplumsal muhalefeti de rahatlıkla pasifize edeceğini düşündü. Ancak toplumun birçok katmanında biriken öfke tüm engellemelere rağmen kendini dışa vurmaya devam ediyor. Kurumsal siyaseti silkinmeye, mücadele stratejisini değiştirmeye ve topluma kulak vermeye davet eden en önemli unsur toplumsal muhalefet ve onun bir parçası olan sol siyaset. Nitekim son dönemeçte iktidarı rahatsız eden hamlelerden biri SOL Parti’nin il binalarına astığı İstanbul Sözleşmesi afişleri oldu. Önce Artvin’de apar topar parti yöneticileri göz altına alındı, bunun üzerine SOL Parti, pankartları tüm il binalarına asma kararı aldı. Gözaltılar başka illerde de devam etti ancak SOL Parti sözleşmeden çekilmenin hükümsüz olduğunu yılmadan savunmaya devam etti.

CHP’nin 128 milyar doların akıbetini soran pankartlarının ülkenin dört bir yanına yayılması, tıpkı SOL Parti’nin pankartları gibi iktidarın ezberini bozdu. Çünkü bu pankart ve afişler, sandığa sıkıştırılmak istenen siyasetin kabuğunu kırması, muhalefetin kararlılığını her güne yayması anlamına geliyor. Meclis’in işlevsizleştiği bir dönemde onun asli işlevi olan iktidardan hesap sorma yetkisini kamusal alana taşıyor. Sosyal medyada ve farklı mecralarda toplumsal muhalefetin kendine yeni kanallar açmasına, yaratıcı eylemler bulmasına aracılık ediyor. Daha da önemlisi iktidar seçmeninin en azından bir kısmına soru sorduruyor.

Hal böyle olunca Saray rejimi tüm güçlerini seferber edip pankartları indirmeyi deniyor. Fakat buna bir kılıf uydurmakta da epey zorlanıyor. CB’ye hakaret suçu işlendiği iddiası en çok başvurdukları gerekçelerden biri. Ancak iktidarın kendi tabanında bile birçok yurttaş, Merkez Bankası (MB) rezervi ya da İstanbul Sözleşmesi ile ilgili ifadelerde bir hakaret kastı görmüyor. Üstelik meşru bir soruya ya da itiraza bu denli tepki verilmesinin seçmen nezdinde pekâlâ “suçluluk psikolojisi” olarak algılanma ihtimali var.

Mülki amirler, pandemiyi bahane ederek imza toplama, yürüyüş, bildiri dağıtma gibi eylemleri yasaklama konusunda birbirleriyle yarış halinde. En son Edirne ve Karaman valilikleri bir adım öteye gidip pankart asmayı da pandemi yasakları arasına dahil etti. İktidarın kongrelerinde maskeler çene altında slogan atılırken, üst üste tezahürat yapılırken bulaşmayan virüs pankart asarken bulaşıyormuş da haberimiz yokmuş!

Gece yarısı parti binalarına vinçle, kolluk kuvvetiyle dayanan iktidarın gözden kaçırdığı bir gerçek var. Yasak getirdiklerinde pankartlardaki o sorular, o itirazlar ortadan kalkmıyor. Mesela 128 milyar dolar MB’nin kasasında bir anda belirmiyor; düşük kurdan dolar alıp zenginleşenler, tam takır kuru bakır hazineye destek atmıyor. Aksine iktidara yakın birileri kasalarını doldurdukça halkın geleceği çalınmaya devam ediyor.

Yasaklar çelişkilerin derinleştiği gerçeğini de gizleyemiyor. Medya şovuyla patates soğan dağıtmak ya da yoksul hanesinde iftar sofrasına misafir olmak, bir asgari ücretlinin iki yılda cebine giren parayı bir ayda alan bürokratları, bir gecede vergi borcu silinen patronları veya kamu ihalesi rekoru kıran yandaş patronların kazancını perdelemeye yetmiyor; yeni doğacak nesillerin borcunu, pandemide işsiz aşsız kalan milyonları sıfırlamıyor.

Son on günde yaşadıklarımızdan muhalefetin çıkarması gereken dersler var. Politik mücadele haklı sorular, kararlı duruş ve doğru strateji ile birleşip kamusal alanı kapsadığında iktidar bocalıyor, çelişkileri daha görünür hale geliyor. Aşırı güç gösterisine girip aslında acziyetini dışa vuruyor. İktidarın tavanı ile tabanı arasındaki fark açılıyor. Muhalefet “nasıl olsa ilk seçimde gidecekler” kolaycılığına kapılmayınca bugüne dair kazanımlar elde etmenin imkânı doğuyor.