(‘orta ve üst düzey beyaz yakalı çalışan’ olarak tanımlananlara dönük PSM dergisinin iş dünyası ve psikoloji ilişkisi hakkındaki sorularına kendimce yanıtlar; 2012)

İş hayatında insan psikolojisini etkileyen bireysel çelişki nerede?
Farkında olduğumuz şeyler, daha değişik biçimde yapmak istediklerimiz var; fakat bir yandan da bunları yapmamıza engel olan, elden çıkartmak ya da kaybetmek istemediğimiz, sahip olduğumuzu düşündüğümüz şeyler var. Buradaki çelişki açıklanası bir durum değil. Ama en azından bu çelişkinin varlığını fark edenlerin, fark etmeyenlere göre bir basamak öne geçtiğini söylemek mümkün.

Anlamsızlık nerede başlıyor?
Para bir örnek olabilir. Bugün pek çok kişi çok para kazandığını fakat bu parayı harcayacak “zamanı” olmadığını söylüyor. insanlar, belli bir amaca yönelik olarak para kazanıp bu parayı harcayacak zaman bulamayınca “anlamsızlık” başlıyor.

Günümüzdeki “geçici dervişlik” durumu nedir?
Herkes yaşamda zaman zaman, özellikle de yaşamın kısalığını ya da geçiciliğini gördüğü durumlarda, bir “geçici derviş ruhuna” bürünebilir. Fakat içinde bulunulan gerçeklik, bu “dervişliğin” oldukça kısa ömürlü olmasına sebep oluyor. Herkes “Ferrari’sini Satan Bilge” kitabını okusa da, iş Ferrari’yi satmaya gelince pek kimse buna yanaşmıyor. 

İş hayatında neden zorlanıyoruz?
Günümüz insanının, özellikle beyaz yakalıların (“plazalarda çalışan yüksek ücretli işçilerin”) zorlandığı noktalardan biri, davranışlarının ve tercihlerinin sonuçlarına katlanmak; olabildiğince kaçınıyor çok kişi. Yaptığımız tercihlerin sonucu bellidir. Dilediğimiz gibi bir hayat istiyorsak, bunun bir bedeli var. Bu bedeli ödemek kimi zaman zor geliyor. Olduğumuz yer ile olmak istediğimiz yer arasındaki farkı gördüğümüzde “acı” duyabiliyoruz. Bu çelişkiyi çözmek, bugünden yarına olacak bir mesele değil. Bunu uzun bir süre daha “bir insanlık dramı” olarak yaşamaya devam edeceğiz.

“Çok mutlu olmak” nasıl mümkün?
Binlerce yıllık deneyimlerle süzülmüş ve son yıllarda yapılan bilimsel çalışmalarla da ortaya konan bir bilgi var elimizde: Hayatı anlamlı kılan iki alan var. Biri uğrunda yaşamaya değen amaçlarımız, diğeri ise bu yaşam sırasında yaşama anlam katan ilişkilerimiz. Bu ikisini bir arada gerçekleştirebilmiş insanlar kendilerini “çok mutlu” olarak tanımlıyor.

Amaç var, anlam yok!
Amacımızın ne olduğunu her birimiz kendimiz belirliyoruz ve genelde hepimizin bir amacı da var. Fakat “anlamlı ilişkiler” kısmını, bazen gözden kaçırıyoruz. Anlamlı ilişkiler kurmaya zaman ve enerji ayırabilecek bir yaşam tarzı kurabildiğimiz takdirde mutlu oluyoruz. Arkadaşlık, aşk, çocuk-ebeveyn ilişkisi, iyi bir ofis ortamı gibi anlamlı ilişkiler sağlanabildiği sürece, insanların düşündüğümüzden çok daha az paraya razı olabildiklerini görüyoruz. Neticede çalışanlarını en mutlu eden işyerleri, çalışanlarına en yüksek ücreti veren işyerleri değil. En az sömürenler mi? Bilmiyorum.

Çalışmak psikolojik bakımdan neden değerli?
Çalışmak ve çalışma hayatı, ne iş yaptığından bağımsız olarak, bireye yaşamda bir biçimde üretim içerisinde yer alma fırsatı verdiği için mutluluk veren bir durum. O nedenle çalışmanın alternatifini “çalışmamak” olarak görmemek gerek. Daha ziyade, bizi tatmin edecek ilişkiler ağı içerisinde ve bizim için anlamlı bir amaç uğruna çalıştığımızda mutlu oluyoruz.

İşten çıkarılma korkusu?
İşimiz olduğunda çok çalışmaktan şikayet ediyoruz fakat işsiz kalmaktan da çok korkuyoruz. “Aç kalmaktan” korktuğumuzu söylüyoruz, ama aç kalmayacağımızın da bilincindeyiz. Asıl mevzu “işe yaramaz görünmek”… İşten çıkartılmanın bize en dokunan yanı, dünyada bir yerimiz olmadığını, vazgeçilebilir olduğumuzu duymaktır. Bir şekilde işten ayrılmak zorunda kalmanın ilacı aslında, işe yararlılığımızı göstereceğimizi, anlamlı ilişkiler ağı içerisinde olduğumuzu görebileceğimizi, anlamlı katkılar sağlayabileceğimizi görmekten geçiyor.

Şirketler çalışan mutluluğunu nasıl sağlayabilir ?
Bayi toplantılarına gelen şarkıcılar, şehir dışında düzenlenen eğlenceler, birtakım sahici olmayan, zorlama olduğu bariz hafta sonu piknikleri, tekne kullanma egzersizleri. Bunlar o an hoş gelse bile işyeri ile çalışanın ilişkisini pekiştirici olamıyor nedense… Üst düzey yöneticilerin bu tarz “kaynaştırıcı” etkinliklerle elemanlarını bir türlü tatmin edemediğini görüyoruz. Bu tarz etkinliklerde tatmin olmayan beyaz yakalı çalışanlarla temas kurduğumda bana söyledikleri, bu etkinliklerin sahici değil, dosyadaki “check list”e işaret koymak üzere yapıldığına inandıkları. “Sahicilik” boyutu es geçildiği takdirde, adet yerini bulsun diye yapılıyor hissi veren ilişki kurma çabaları beyhude; hatta hiçbir çaba göstermemekten daha negatif etkiye sahip.

Hayatımıza teknolojinin etkileri neler? Dünya gerçekten de düşündüğümüz kadar “başkalaşmıyor” mu?
Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerdeki bazı yöneticilere baktığımızda her şey ne kadar dijital veya teknolojikse o denli “ileri” sayılıyor. Oysa bu bir yanılsama. Bunun bir yanılsama olduğu ileride çok daha net görülecek. Elbette dijital teknoloji ile bambaşka bir dünyaya açılıyoruz. Fakat bu “bambaşka” dünya düşündüğümüz kadar başka değil.
Telgrafın getirdiği hız devrimi aslında internetin bize getirdiği hız devriminden çok daha büyük. Çünkü telgraf 3 haftalık iletişim zamanını 7 dakikaya indiren bir icat.
Elbette günümüzde imza atılan teknolojik buluşlarda ileride kendi kültürünü yaratacak ama bu belki de yüzlerce yıl alacak. Dolayısıyla günümüz teknolojisi karşısında çok da heyecanlanıp, geleneklerle süzülüp gelmiş olan bazı iletişim alışkanlıklarını, örneğin kalem ve kağıt kullanmayı es geçmemek gerekiyor. Kalem kağıtla ve özellikle el yazısıyla yazı yazmak, düşünme süratimizi ve düşünme kalitemizi, klavyeyle yazmaktan çok daha fazla geliştiriyor. Bu anlamda sosyal ilişkilerimizde bu metot çok daha etkili.

Yöneticiler çağın içindeki çağa nasıl ayak uyduracak?
Yöneticilerin veya liderlerin aynı anda birden çok çağın değerlerinin geçerli olduğu bu zaman diliminde, çok vitesli bir araba kullanıyormuşçasına, farklı değerlere hitap edebilmesi gerekiyor. Bu da ancak sahicilikle, başkalarına gerçekten değer vermekle mümkün olabilir. Bunun tam bir reçetesi yok; sahicilik için gerekli olan unsurlardan birisi, insanların birbirleriyle karşılaşma imkanına sahip olması. Bu bazen kahve molalarında kahve makinesinin önünde olabilir; bazen öğle yemeğinde… Sahiciliğe çok ihtiyacımız olan bir zamandayız; çünkü her şeyin sahte olma ihtimalinin çok yüksek olduğu bir dönemdeyiz. Zira bu kadar çok talebe sahici mal yetişmiyor!