Türkiye'de ''paran kadar konuş'' deyimi sıkl

Türkiye'de ''paran kadar konuş'' deyimi sıklıkla kullanılır. Bizim gibi çulsuzların gevezelik yapmasını engellemek için üretilmiş olsa gerek. Fakat ''para'' ile ''konuşma'' sözcüklerinin aynı deyim içinde yer alması, aynı zamanda akılla ekonomik gücün eşleştirilmesinden kaynaklıdır diye düşünüyorum. Öyle ya, Türkiye'de birinin ne kadar parası varsa o kadar akıllı olduğu gibi yaygın bir inanç var. Cem Uzan'ın kahve muhabbeti tadındaki propagandasını parasıyla tüm Türkiye'ye yaydığında yakaladığı başarıyı anımsayın...


***
Garibanın ise konuşması istenmez, konuşursa da sözüne itibar edilmez!
Her gariban, ya da her çulsuz böyle davranmaz tabii! Doğru bildiğini her ortamda, karşısındakinin ekonomik gücünü hesaba katmadan söyleyenler de var. İşine gelmeyenlerin bunlar için geliştirdikleri yöntemse, duymazlıktan gelmektir.
Birgün de böyle işte... Kurulduğundan beri doğru bildiğini cesaretle söylüyor. Ortakları ve okurları zengin değil. ''Paran kadar konuş'' diye alay edilenlerin ceplerindeki parayı birleştirip aldıkları bir megafon, bir yükseltici Birgün. Susturmakta başarısız olan, Birgün'ü duymak istemeyenlerin geliştirdikleri yöntem ise bir garip: Gözünü kapatıp kulağını tıkamak!
Öyle olmasaydı, Lise Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi programının değiştirildiğini, yeni müfredatın kaygı verici içerikte olduğunu yazı ve haberlerle ortaya koyduğumuzda gerekli tepkinin oluşması beklenirdi. Oysa bizim yazdığımız günlerde gazeteci ağabeyim Melih Aşık dışında konuya ilgi gösteren çıkmadı.
Böyle olacağını bildiğimiz için 18 Mayıs 2005 tarihli, ''Yeni din öğretimi programı'' başlıklı yazımızda, ''Bu konu kamuoyunun dikkatini herhalde daha sonra çekecek. Şimdilik, uyduruk konular üzerinde saatlerce televizyon programı yapanlar, yeni din dersi programından haberdar bile değiller. Hüseyin Çelik de bu konuda hiç konuşmuyor. Ne yapalım, burası Türkiye; 'kıyamet' kopartılmadan, 'hesap verme' günü gelmiyor'' demiştik. Haklı çıkmak bazen sinir bozucu oluyor. Üç gazete, bizim bu yazımızdan 10 gün sonra aynı konuyu haber yapınca kıyamet koptu. Üstelik bu haberlerde, gelecek yıl dört yıl olacak liselerin yalnızca bir sınıfının bir etkinliğinde yer almasına karşın ''Aleviliğin öğretileceği'' gibi ifadelerin kullanılması bizi daha da hayrete düşürdü. Kaçak Kuran kurslarına ceza verilmesine engel olunmasının hemen ertesine denk gelen bu haberler çok daha dikkatli bir dille yazılmalıydı. Tabii, yine de ''kıyamet''in kopartılmasına yetti bu yayınlar. Muhalefetten açıklamalar, televizyonlarda tartışmalar birbirini izledi. Haftalar önce, Birgün'ün manşetine taşıdığı, Polatlı'da bir okul yöneticisinin öğretmenler odasına dinleme cihazı yerleştirmesi haberi de günler sonra bir başka gazete tarafından manşete taşınmıştı. Bunlar bizi haklı çıkaran gelişmeler.


***
Bizim Birgün'ün sayfalarında dikkat çektiğimiz Milli Eğitim uygulamalarına ilişkin haberlerimizin, bakanlığı sallayacak boyutta olduğu dikkatinizden kaçmamıştır. Elbette bakanlık Birgün'ü görmezlikten gelecektir, fakat basın emekçilerinin Birgün'ün haberlerini okumaması anlaşılır gibi değil.
Eğitimin dinselleştirilmesi, kadrolaşma, ürettiği ranttan başka boyutu ile ilgilenilmeyen ders kitapları politikası kimsenin görmezden gelebileceği gibi değil.
Basının görevi olup bitenleri topluma olduğu gibi yansıtmaktır. Bunu yapabilmesi için de önce olup bitenlerin farkında olması gerekiyor. Saatler süren canlı televizyon programlarında üç yıllık eğitim uygulamalarının hesabını sorması gerekenlerin, konularına hakim olmaması Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in hoşuna gidiyor olmalı. Çünkü, bu arkadaşlar kendisine hayallerini anlatmasına fırsat tanıyorlar. Bakanın hayalleri karşısında heyecanlanan programcıların niyetleri kötü değilse, yayınlara çıkmadan önce Birgün'ün eğitim haberlerine bir göz atmalarını öneririm.