Paradigma içinde kalamayız
Fotoğraf: DepoPhotos

Aysun GEZEN

Yıkılan bir yapıyı, yıkılmasının nedeni olan harçla yeniden kuramazsınız. Ya da Einstein’ın çok sevdiğim bir ifadesiyle sorunlar en başta ona yol açan paradigma içerisinde kalarak çözülemezler. Dünyanın her yerinde kapitalizmin sürekli daha fazla kâr elde etme anlayışıyla yarattığı ekonomik, siyasal, toplumsal, ekolojik yıkım pandemiyle daha da görünür olmuşken, sol ve sosyalist düşüncelere yönelim ve arayış artmışken, eşit ve özgür başka bir yaşam için gereken devrimci dönüşüm için zemin her zamankinden daha da uygunken çözüm olarak sunulan programların aynı paradigma içinde kalması emekçiler açısından değişen pek bir şey olmayacağı öngörüsünü haklı çıkarır nitelikte.


Birkaç gün arayla anayasa taslağı ve ikinci yüzyıl vizyonunun açıklanması AKP’nin “yozlaşmış döneminde” cisimleşen eskiye kıyasla daha iyi yanlar içeren bir gelecek tahayyülü sunsa da emekçilerin tüm değerleri yaratan asıl özne olarak yer almadığı, açlık, geçim derdi, işsizlik, güvencesizlik gibi çok somut sorunlarına acil ve somut çözümlerin büyük ölçüde yer almadığı, emekçilerin yine yokluğuyla müsemma olduğu bir program gördük.
Mülksüzleştirilen, yoksullaştırılan ve emek gücünü satmaktan başka elinde bir şeyi olmayan milyonlar her gün hayatta kalma savaşı veriyor, evine bir ekmeği dahi nasıl götüreceğinin derdinde. Okullarda her gün açlıktan bayılan öğrenciler, barınma sorununu çözemediği ve masrafları karşılayamadığı için eğitimden kopan, işçileşen gençler ve “eve gelir gelmiyor, mecburen okulu bıraktım çalışıyorum” diyen onlu yaşlarında çocuklar ve bunu kışkırtan bir eğitim sistemi bu ülkenin gerçeği. Sermayedarlar ve bankalar karlarını katlarken açlık sınırının da altında olan ortalama ücret haline gelen asgari ücretle kiraya, ısınmaya, temel gıda maddelerine yetişmenin, imkansız bir matematik problemine dönüştüğü hayatta kalma savaşı bu ülkenin gerçeği… Ve evet, bu yaşamak falan değil! Paraya tapanların işçilerin canını ve güvenliğini “azaltılacak maliyet girdisine” indirgeyen düzeninin her gün işçilerin canını aldığı, yaşamını çaldığı, ülkeyi sermayenin ucuz iş gücü “cennetine” çevirdiği emek rejimi bu ülkenin gerçeği. Ve de acil çözüm bekleyen sorunları!

Anayasa taslağında “ödev” yazan yerlere “hürriyet” getirip, “insan onuru dokunulmazdır ve anayasal düzenin temelini oluşturur”u maddelere eklemekle ama diğer yandan sosyal haklar ve özgürlükler, bilhassa da sendikal haklar ve örgütlenme özgürlüğü konusunda 12 Eylül anayasası hükümlerini koruyarak insan onuruna yaraşır bir yaşamın maddi koşullarını oluşturmak mümkün değil. Kaldı ki her gün eve nasıl ekmek götüreceğini kara kara düşünen milyonlar açısından son derece soyut kalıyor bu programlar; emeğiyle geçinenlerin yaşamlarına dokunmaktan, taleplerini karşılamaktan uzak.
Nitekim Refet Gürkaynak’ın konuşmasında vahşi kapitalizm […] kötü çalışan bir sistem, fakat doğru düzgün bir düzenlemeyle yön verilmiş bir piyasa sistemi yürüyebilen bir şey” vurgusu tüm programın özünü, ruhunu yansıtıyor. Topluma alternatif olarak sunulan daha kurumsal işleyen, ehlileştirilmiş bir serbest piyasa sistemi. Çünkü sorunun kaynağı AKP’nin, altın yıllarının aksine yönetim anlayışındaki yozlaşmada bulunmuş durumda. Yani eğer kapitalizmin krizinden çıkış için sunulan neoliberal reçete kurumsal bir işleyiş ve “demokrasi” içinde uygulansaydı sorun olmayacaktı. Yani yapısal kriz kapitalizme içkin bir şey olmaktan çıkarılıp kötü yönetime bağlanmış. İşte bu nedenle “restorasyon” diyoruz. Nitekim asıl değer yaratanın emek değil de sermaye olduğu anlayışıyla değer ve istihdam yaratmanın koşulunun sermaye programından geçtiği anlayışıyla hazırlanmış bir kalkınma programı, devletin işlevinin bu programın uygulanmasını kolaylaştırmakla tanımlanması, grev yasaklarını ve lokavt hükmünü koruyan anayasa taslağı bir süreklilik arz ediyor. Ya da pandeminin gör dediği, sağlık hakkının asla piyasa işleyişine bırakılmaması gereken bir hak olduğu meselesi görmezden gelinip özel sektörün bu alandaki varlığının anayasada güvence altına alınması da sürekliliğin parçası.

İnsan onuruna yaraşır bir yaşamı sağlayacak olan şey ekonomi ve siyasetin temeline halkın ihtiyaçlarını, tüm değerleri yaratan emekçileri koyarak paradigmayı değiştirmek elbette; kamucu, dayanışmacı, eşitlikçi, planlı, ekolojik ve toplumsal cinsiyet eşitliğini esas alan bir ekonomiye ve sosyal politikaya ihtiyaç var. Nitekim sosyal devletin tasfiyesine dayanan neoliberal politikaların bu alanı cemaat ve tarikatlara açmasıyla toplumu nasıl çürüttüğünün en acı örneklerini yaşıyoruz ya da yoksullaştırılan kitleleri iktidara bağımlı hale nasıl getirdiğinin. Sivil toplumcu değil kamucu bir anlayışla güçlü bir sosyal politika her zamankinden daha da elzem.