“Başbakan, Çankaya’yı vesayet makamı olmaktan çıkarıp siyasal makama dönüştürme vaadiyle, ‘Başbakanlık avantajı’nı kullandığını itiraf ederek eşit olmayan ve hukuk-dışı bir kampanya yürütüyor” (Bkz. “Ne vesayet, ne de siyaset makamı”, BirGün, 7.4.14).

Şimdi ise, 400 milletvekili talebiyle halktan oy isteyen CB,  Anayasa-dışı yolla erken seçim kampanyasını başlatmakla yetinmedi; TBMM’den “örtülü ödenek” de koparttı. Bundan böyle, “400 mv” için gezilerini bu ödenekten yapacak; AK Parti de, hazineden aldığı yardımla... Kısacası, “paralel kampanya”, bütün halkın sırtından yürütülecek.  Üstelik, devlet olanakları da seferber edilecek. CHP ve MHP ise, sadece hazine yardımı ile yetinecek… HDP ve diğeri, bundan bile yararlanamayacak…

Bu arada, “toplumsal muhalefet”, hiçbir yerden yardım almadığı ve siyasal aktörler onların cebinden nemalandığı halde, sokakta bile kendi görüşlerini dile getirmekte güçlük çekecek…

AKP, hep vesayet ve  darbe mağduru bir parti olarak gösterdi kendini. Öyle ki, kendisi tarafından “vesayet odakları” kurulurken,  “darbe” kotarılırken, yine “vesayet ve darbe mağduru” olma söylemini hiç eksik etmedi. Bu süreçte, aslında kavramların anlamı altüst edildi.
Önce 1961 için, “vesayetçi anayasa” kavramını şırınga etmeye çalıştı. Yasama ve üniversiteler, meselâ:

- Çift meclisli TBMM’nin Senato kanadı, atama yoluyla belirlenen  15 kontenjan senatörü içerse de, her iki meclis, nisbî temsil sistemi ile seçildiği için “temsilde adalet” vardı.

-Üniversiteler: bilimsel ve idari özerkliğe  sahip olan üniversiteler, kendileri tarafından seçilen yetkili öğretim üyelerinden kurulu organları eliyle yönetilir ve denetlenirdi.


Hangisi daha demokratik?

Şimdi ise, 1982’nin kurduğu ve/ya AKP’nin sahiplendiği, kalıcı hale getirdiği veya sürdürdüğü iki  düzenlemeye bakalım: 1977 seçimlerinde yaklaşık % 42 oyla salt çoğunluğu elde edemeyen CHP ve 2002 seçimlerinde % 34 oyla TBMM’ye yaklaşık % 200 oranıyla TBMM’de temsil gücü elde eden AKP.

İşte 1961 ve 1982 farkı: ilki fazla demokratik, ikincisi fazla vesayetçi.


Çoban=Profesör?

Konuşmalarımda gelen sorulardan: nasıl oluyor da, bir çobanın oyu ile bir prof.un oyu eşit? Bu  anlayışla demokrasi kurulabilir mi?
Benzer düşüncede olanlar, tersi anlamında haklı çıktı: İstanbul Üniversitesi  rektör seçimlerinde 1202 oy alan Prof. Tükel’in yerine 908 oy alan Prof. Ak;  Uludağ Üniversitesinde, Prof. Dilek 576 oy aldığı halde, 265 oy alan Ulcay; Harran Üniversitesinde ise, prof. İriadam (96 oy) değil, prof. Taşaltın (58) atandı.

Oy ve atama farkı, yüzde olarak CB seçimlerinde  Erdoğan ve  İhsanoğlu arasındaki oy farkından daha fazla. Ama YÖK ve CB, bu büyük farkı dikkate almadı; öğretim  üyelerinin çoğunluk iradesini sıfırladı. Birinci sırada olmayan aday Prof.ların bunu hazmetmesi, sırtını iktidara yaslama pişkinliği ile açıklanabilir mi?


Vali  hâlâ görevde…

Ders sırasında sınıfından kovduğu öğretmeni mezara götüren vali, pişkin bir biçimde “görev”inden söz edebiliyor ve, hâlâ “makam”ında. Savcı M. S. Kiraz’ın katledilişini vesileye çeviren ve Cami avlusundan bile muhalefet liderlerine kükreyebilen Başbakan, şimdi susuyor.  Ak bıyıklı prof. unvanlı MEB’in acaba AK Parti’nin bir ilçe başkanı kadar ağırlığı var mı?

TBMM, vesayet makamı olmaktan çıkacak mı?

1982 Anayasa dönemi ve barajlı seçim, 25 yıl öncekini tamamen tersine çeviren bir tablo ile sonuçlanıyor:  %34 oranında oyun TBMM’ye yansıması, iki misli şeklinde oluyor. Hak edilmeden sağlanan yüksek sayı, iktidar partisine, anayasal denge ve denetim düzeneğini giderek kendi denetimi altına alacak zorlamaların yolunu açıyor. Üçüncü döneminde ise, en büyük tahribatı yapıyor: Sayıştay denetiminden kaçış; 4+4+4 şeklinde anılan eğitim sistemi; MİT Kanunu, İç Güvenlik Paketi, diğer torba kanunlar, “Saray’a örtülü ödenek” ve dahası…
Bunlardan bellekte kalan: “kanunlar torbaya, yumruklar havaya”.

7 Nisan saat 17’den bu yana konuşulan ise, seçim listelerine giren (ve giremeyen) adlar. Şimdilik şu soruyla yetineyim: TBMM’de “milli irade” fetişizmi ile meşrulaştırılmaya çalışılan – fiziki güç destekli- sayısal üstünlük, yerini konuşma, tartışma ve müzakerenin aldığı (ismiyle müsemma) bir parlamentoya (parler=parlement) bırakabilecek mi? Ya programlar? Hele bir açıklasınlar!..