Yani “Paramount Pictures sunar”. Paramount Pictures bir Amerikan film şirketidir ve sanırım bazılarımız birçok filmini izlemişizdir. Paramount Oteli adını duydukça yukarıdaki başlık tabii ki sadece benim aklıma gelmemiştir. Efendim, 1916 yılında kurulan ve dünyanın en eski film şirketlerinden olan Paramount Pictures, Dubai merkezli bir şirket ile ortaklık yapıp Mayıs 2017’de Bodrum’da dillerden düşmeyen Paramount Hotel’i meşhur Hollywood Yıldızı Nicole Kidman’ın katıldığı bir törenle hizmete açmış.

Bu şirketin en ünlü filmlerinden birisi nedir biliyor musunuz? The Godfather/Baba. Yetmedi mi? Mission: Impossible/Görevimiz Tehlike. Bu da mı yetmedi? Korku-gerilim filmi Paranormal Activity/ Paranormal Aktivite. Ve şimdi sıkı durun: Titanic! Ya işte böyle, tarihin sopası yok ki kafalarına vursun. Tarih sopa şiddetinde ironik rastlantılar da yaratıyor demek ki. Ve şimdi Paramount Hotel’de de epey film işlerin döndüğünü seyredip duruyoruz.

Film izlemek için artık sinemalara gidilmiyor, internetten video indirip evde seyrediliyor, yani toplu seyir bile ortadan kalktı. “Evde Tek Başına” filmindeki gibi. Ve dileyen filmi geriye sarabiliyor ve tekrar tekrar izleyebiliyor.


ARSA SAHİBİ KATARLILAR

Olup bitenlere en çok benzetilen elbette Kurtlar Vadisi dizisi. Çekimi devam eden filmler arasında bakın Kanal İstanbul videoları bile çıktı, sanki kanal açılmış da bitmiş gibi seyircilere sunuluyor. Videoda arsa sahibi Katarlılar görülmüyor tabii. Şimdi onlar Tıbbiye videosunda başroldeler.

Filmlerde komplolar, entrikalar, aksiyonlar gırla gidiyor. Komplo teorisine de gerek yok, her aktör kumpas pratiklerini, rollerini layıkıyla oynuyor. Ha bire birbirlerine kumpas kuruyorlar, bütün filmlerinin/videolarının sinopsisleri aynen böyle.

Hâlâ yolsuzluğun, mafyacılığın, şiddetin kaynağını mı arıyorsunuz? Bunların kaymağını yiyenlere bir bakın, mutlaka göreceksinizdir. Videolar hep bunları sergiliyor.

Bugünlerde yine dillerden düşmeyen ortak benzetmelerde, “Biz bu filmi daha önce gördük” cümlesi ve “senaryo” kelimesi yer alıyor. Ortalıkta senaryolar dolaşıyor. Küçükken sinema perdesinde korkunç şeyler seyrettiğimizde, kendimizi avuturduk hani, “film icabı bunlar!” derdik. Şimdi hiçbir şey film icabı değil, hepsi belgesel kıvamında…

Kıyaslamayı Twitter’da görmüştüm. Cumhuriyetin belgeseli çekilse, jeneriğinde Mustafa Kemal’in “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” sözü yazar. Bunların “yeni” Türkiye’sinin jeneriğine geçen lafı da birkaç gün önce (ve tekrar) söylediler: “Hepiniz çobansınız, hepiniz sürünüzden mesulsünüz.”
Peki, bu filmlerin hâsılatı nereye gidiyor diye merak ediyorsanız, onu da hatırlatayım: Kasa hep kazanır! Filmdeki rolleri açığa çıksa bile hangi tekelci burjuva, hangi müteahhit iflas etti ki şimdiye kadar? Amerikan yapım şirketi Paramount Pictures’un sunduğu filmleri tekrarlayıp “yerli ve milli” filan demezler mi, işte bizde film o noktada kopuyor.

Ha bir de sessiz sinema var. Yandaş medya zülfüyâra dokunan her konuda sessizliğe geçiyor. Çektikleri filmlerde Amerikan filmlerindeki ve dolayısıyla ABD siyasetlerindeki gibi hep bir düşmana ihtiyacı var. Hani Paramount filmlerinde uzaylılar, bir canavar, bir küresel terörist olur ya. Çünkü illa ki bir düşman lazımdır. Bizimkiler aynen kopya ediyorlar. FETÖ’cü, PKK’li, terörist, Bay Kemal, hatta “Bay” Meral! Distopik bilimkurgu filmlerinden aşina olduğumuz gibi, biz gidersek onlar gelecek öcüsüyle korku salıyorlar. Ama hepsi aynı zamanda komedi filmi kıvamında…

MUHALEFET NİYE KAZANAMIYOR?

Peki, bu film işlerde “Malum Muhalefet” niye kazanamıyor? Hani aksiyon filmlerinde adam hasmını kıskıvrak yakalamıştır, hasmı hareket edemez haldedir, ama adam car car konuşur, “seni şöyle cezalandıracağım, böyle cezalandıracağım”; sonra tam hasmının ümüğüne çökecekken, kıskıvrak tuttuğu hasmı, can havliyle adamı ekarte eder. Seyrettiğim aksiyon filmlerinin yüzde doksanında durum böyledir. Yani çok konuşan kaybeder. Bu mecazdan yola çıkarak şunu söyleyebiliriz: Rol kesmeyi bırak, aksiyona geç!

Onların çevirdiği filmlere mecburen bakmaya pekâlâ devam edebilirsiniz. Ama hiç canınız sıkılmasın. Aslında onlara karşı hiçbir itirazımız, çabamız boşa gitmez. Bizler ki rol icabı yaşamayız, dolu dolu yaşarız; merakla, inatla... Ve aslında bazen onların yedikleri haltlara, salaklıklarına, aptallıklarına tanık olurken öfkeyle de güleriz. Onların “filminin” sonunu da tarifsiz merak ederiz. Merak etmek de bir anlamda direnmektir. Ve fakat “filme” onlar tarafından yazılan “the end” finalini kesinlikle reddetmektir.