CEHENNEM

Dinsel imgelerin en korkutucusu, bu nedenle en güçlüsü ‘cehennem’ olsa gerek. İnsanların eğer şöyle şöyle yapmazlarsa -bu ‘şöyle şöyle’ daima iktidarca tanımlanır- öldükten sonra gideceği, ateş ve işkencelerle cezalandırılacağı bir azap merkezi…

Cehennem sözcüğünün etimolojik olarak ‘gehinnom’dan geldiğini biliyoruz. İlk tek-tanrılı dinin yuvası Kudüs’te, bir zamanlar çöplerin ve sahipsiz cesetlerin atıldığı, bu yüzden beş duyunun da dayanamayacağı bir çürümenin merkezi olan Ge Hinnom (Hinnom Vadisi), belki çarmıhtan indirildikten sonra oraya atılan ‘suçlu’ların da etkisiyle, suç ve ceza kavramlarıyla ilişkili bir mekana evrildi. Yaşayan birine şöyle şöyle yapmazsa ‘gehinnom’daki leşlerin arasına atılacağını söylemek, büyük olasılıkla epey etkili bir tehditti.

Bugün, kötülükten sadece gehinnom/cehennem korkusuyla uzak duran birinin aslında iyi bir insan olamayacağı düşüncesini tartışabiliyoruz. Biraz da endişeyle tabii: Sırf cehennem korkusuyla başkalarına kötülük yapmaktan uzak duran milyarlarca insanın bir gün cehennem diye bir yer olmadığını keşfettiklerinde hayata bakışlarının nasıl değişeceğini kim bilebilir ki?

Neyse ki, çok yavaş olsa da dönüşüm gerçekleşiyor. 20. ve 21. yüzyılın dünyasında cehennemin sadece dinsel bir imge olmaktan sıyrılıp gündelik yaşama dair bir metafora dönüştüğüne tanık oluyoruz.

GÜNDELİK YAŞAM

‘Gündelik yaşam’ ve ‘günlük yaşam’ aynı şey değildir. Günlük yaşam (daily life), sabah uyandığımız andan gece uykuya daldığımız ana kadar yaptığımız şeylerle ilgili bir tanımken, gündelik yaşam (everyday life), özellikle Henri Lefebvre’ın geliştirdiği kuramlar çerçevesinde, verili iktidar tarafından dayatılan yaşam tarzlarına dair sosyolojik bir tanımdır. Tartışırken Adorno ve Horkheimer’ın ‘kitle kültürü endüstrisi’, Guy Debord’un ‘gösteri toplumu’ gibi çalışmalarını da anabileceğimiz gündelik yaşam, yeme-içme kültüründen giyinmeye, nerede nasıl çalışacağımızdan boş zamanlarımızı (leisure time) nasıl değerlendireceğimize kadar tüm alanların özellikle son 200 yıldır biyolojik değil sosyo-politik ekonomik unsurlar tarafından belirlendiği yaşam biçimlerini tanımlar. Kısaca gündelik yaşam, sabah uyanmamız gerektiği söylenen andan gece uyumamız gerektiği söylenen ana kadar yapmamız gerektiği söylenen kapitalist üretim ve tüketim pratikleridir.

Makinenin elektrik gücüyle buluşmasından sonraki dönemde gündelik yaşam, Kafka romanlarından Bergman filmlerine dek pek çok sanat yapıtında bir tür cehennem olarak tasvir edilir. En çarpıcı örneklerinden birine, 1927 yapımı distopik başyapıt Metropolis’te rastlarız: Metropolis, zengin iktidar sahiplerinin çok güzel yaşam alanlarında kendilerini geliştirerek ve eğlenerek yaşadığı, işçilerinse gündelik rutinleri patronlar tarafından belirlenen canlı robotlar olarak yeraltında yaşamak zorunda kaldığı bir kenttir. İktidarın sahibi Frederson’un oğlu Freder, uzaktan gördüğü bir kızı bulmak için, tıpkı Dante’nin İlahi Komedya’sındaki gibi ‘aşağılar’a doğru bir yolculuğa başlar.

Hasta bir işçinin kontrolü kaybetmesi sonucu ‘Kalp Makine’de gerçekleşen korkunç bir patlamaya tanık olan Freder, üst-dünyada son derece seküler bir yaşam sürmesine rağmen, hem olayı hem de yaralı ve ölü işçilerin durumunu ancak cehennem tasviriyle ve tanrı Moloch’la somutlaştırabilir. Çünkü cehennem artık öldükten sonra gidilen bir yer değildir, Moloch da zaten artık orada değil burada yaşamaktadır.

MOLOCH (MOLOK)

Gotik edebiyattan metal müziğe, resimden sinemaya kadar tüm sanat alanlarında kötülüğün sembolü olarak kullanılan Moloch, aslında sanat tarihinin tescilli şeytanı Mefisto’dan çok daha önce ortaya çıkmıştır. Çocukların yakılarak kurban edilmesiyle ululanan Moloch, başta çok-tanrılı Sami dünyasının tanrı-krallarından biriyken, tek-tanrılı dönemde ilginç bir dönüşüm yaşayarak kötülük meleğine (şeytan) dönüşür.

Eski Ahit (Tevrat) Yunanca’ya çevrilirken, Yehova’nın kendisine sunulacak kurbanlarla ilgili talimatları bildirdiği Levililer bölümünde geçen ve M-L-K harflerinden oluşan sözcük, Moloch (Molok) olarak aktarılmış. İbrani alfabesinde sesli harfler kullanılmadığı için M-L-K sözcüğü MeLiK (hükmeden), MaLiK (sahip olan), MoLoK ve MeLeK şeklinde okunabiliyor. Tarih boyunca hepsinin de kullanıldığını biliyoruz. Burada kendisine çocukların kurban edildiği bir ‘melik’ten (tanrı-kral) söz ediliyor olabileceğini söyleyen Tevrat yorumcuları da var. Ama hangisi olursa olsun, sonuç değişmiyor.

Sonuç değişmiyor; kapitalizmin dayattığı gündelik hayat, ancak işçilerin kurban edildiği kana susamış bir tanrıyla ve bir leş çukuruyla tasvir edilebiliyor.