Parantez içinde AŞK!

Mehmet Özçataloğlu

“Her insanın yaşadığı en az iki hayatı vardır. Biri bildiğimiz vitrinlik, diğeri bilmediğimiz derinlik” demiş ya Oğuz Atay, zaman zaman düşünürüm kimler vitrine ne koymuşlar, derinlerde ne saklıyorlar? Vitrin mi gerçek yoksa derin mi? Vitrinle mi daha mutlu yoksa derinle mi?

Vitrinde görünen genelde mutlu bir tablo olur. Eğer evli, çocuklu ise insan genel olarak mutlu bir tablo çizer mutsuz dahi olsa. Sosyal platformlarda bu yönünü ortaya çıkarmaya çalışır, reklamını yapar, parlatır. Bunun ne denli gerçek olma payı varsa o denli de sahte olabilir. Fakat rolünü öyle ustaca oynar ki dışarıdan bakınca bunu hissedemezsiniz. Derinde acılar gizlenir genelde. Kendi kendine yaşamak ister insan bunu. Dışarıya göstermek istemez. Fakat bugünlerde okuduğum bir kitap bunun üzerine yeniden düşündürdü beni. “Acaba derinlerde başka mutluluklar da gizleniyor mu?” diye.

Dursaliye Şahan’ın ‘Parantez Aşklar’ adlı kitabı yasak aşkların öykülerinden oluşuyor. Aşkın yasaklanması pek olanaklı değil aslında. Makbule, Alev, Cemile, Filiz, Serpil, Özlem, Semiha, Meryem, Reyhan… Öykülerin başkişileri, gizli aşklar.
Aşk, sözcük olarak tanımlanması en güç kavramdır. Bugüne değin net bir tanımlamanın ortaya koyulabildiğini görmedim, duymadım. Herkes kendine göre tanımlayabilir, herkes kendine göre yaşayabilir. Yaşam boyunca doyuma ulaşılamayan duygudur belki de aşk. Öyle olmasa yanında her daim birilerini aramazdı insan değil mi? Peki, nedir aşk? Mevlana diyor ki; “bir muammadır aşk/ kiminin vicdanına atılan taş/ kiminin fakir gönlüne katılan aş/ kiminin de gözünden akıtılan yaştır aşk.”

İnsan kaç kere yaşayabilir ki aşkı? Ya da kaç kere yaşadığını hisseder? Tekrar tekrar yaşanabilir mi aşk? Soruların yanıtları türlü çeşitli… “Aşk bir tutkuysa, hangi yasak onu durdurabilir ki? Gönülde olmayan bir aşkı, hiçbir kâğıt parçası var edemez. Düzen, töre, yasa yüreklere hükmedemez. Aşka parantez açılır mı, elbette açılamaz, açılmamalı da! Bazen yaşayamadıklarımız, geride bıraktıklarımız; geçmiş sayılamıyor. Aksine, onlara hep gelecekmiş gibi bakıyoruz.” (kitaptan)
Kitaptaki öyküler bi
ze aşka parantez açanların o parantezi kapatmadan neler yaşadıklarını anlatıyor. Tüm bu olaylar trajik olsa da tebessüm ettiren yanları da var öykülerin. ‘Parantez Aşklar’ aşk üzerine yazılmış farklı bir kitap ve Sola Yayınları tarafından yayımlanmış.

Dursaliye Şahan adını 2006-2008 yılları arasında televizyonda yayınlanan ‘Sıla’ adlı diziden hatırlayanlar da olacaktır. O dönemde hikâyenin başka birine ait olduğu söylense de sonrasında yazarın ‘Güvercin’ adlı öyküsünden intihal yoluyla hazırlandığı ortaya çıkmıştı. Şahan’ın gençlik yıllarında başladığı yazın hayatında kadın, göçmenlik ve ırkçılık temalarının ağır bastığı görülüyor. Ve bu tema etrafında şekillenen, yazara ait bir diğer kitap da ‘Tottenham Çocukları.’
Coğrafyamızın doğusunun ücra bir köşesinden hayalleri peşinde koşup sıyrılmaya çalışan bir çocuğun, Ali Kemal’in hikâyesi bu kitap. Adı Ali Kemal fakat onu Keko olarak görüyoruz kitapta. Şırnak’ın Heredile köyünde doğup büyümüş, futbola, kitaplara, bilime meraklı bir çocuk Keko. Köyüne gelen öğretmeninin desteğiyle kendini geliştirmenin yollarını keşfetmiş. Akranlarının aksine pes etmek niyetinde değil. Fakat yine de kolay değil onun için bu yaşam. Annesi her ne kadar onu desteklese de kararlarına karşı duran bir babası var. Kitapta Keko için aşiretin erkek evladı olduğu söylense de benim gözümde öyle bir görüntü canlanmadı. Bunun yanında Keko, bir ortaokul öğrencisi. Henüz on üç yaşında. Fakat yaşadıkları karşısında gösterdiği tavırlar sanki daha büyük yaştaymış gibi hissettirdi. Bu da anlatı içinde beni rahatsız etti. Yerine oturmayan bir şeyler olduğunu düşündürdü. Kurgu yönünden kırsaldan gelen bir çocuğun anakentte nasıl ötekileştirildiğini göstermesi açısından dikkat çekici. ‘Tottenham Çocukları’ da Sola Yayınları etiketini taşıyor. Şahan’ın iki kitabını peş peşe okuduktan sonra düşündüğümde ‘Parantez Aşklar’ı daha başarılı bulduğumu da söylemeliyim.