Cin şişeden çıktı ve belli ki kolay kolay şişesine yeniden girmeyecek. Nitekim iktidar, yeni anayasa lafını “öylesine” telaffuz etmediğini, bu tartışmayı seçimlere kadar gündemde tutacağını geçtiğimiz hafta boyunca yaptıklarıyla kanıtlamış oldu. İktidarın merkezinde ve çeperinde yer alan güçler sanki uzun müddettir bu işareti bekliyorlarmış gibi beyanat üstüne beyanat verdiler. Kimi “1921 ruhunu” örnek gösterdi, kimi “yeniden kuruluş anayasası” vaat etti, kimi de laikliğin olmadığı bir anayasa istedi.

Erdoğan ve Bahçeli, 15 Temmuz sonrasında “kurucu irade” olma hevesine kapılmıştı. OHAL gölgesinde yürütülen süreç yalnızca yeni bir hükümet sisteminin hayata geçirilmesi değil rejimin İslamcı-faşizan bir doğrultuda dönüştürülmesi ve devlet mimarisinin yeniden yapılandırılması çabasıydı. İktidar koalisyonunu oluşturan her kanat bu projeye kendi rengini vermeye çalıştı. İslamcılar, hilafetin kaldırılmasıyla başlayan süreci bir “parantez” olarak gördüklerini ve o “parantezi” yeni sistemle kapatacaklarını açıkça ilan ettiler. Hatta AKP’liler arasında yeni devlet kurduklarını, kurucu liderin Erdoğan olduğunu söyleyenler dahi çıktı. MHP’liler ise devlete hakim olma “motivasyonu” ile buna ses çıkarmadıkları gibi tek adam rejiminin sınırlarını kendisinin çizebileceğine inandılar/inandırıldılar.

Bugün gelinen aşamada Saray rejiminin savunucuları, 16 Nisan’daki şaibeli referandum ve sonrasında gerçekleştirdiği düzenlemelerin 1923 Cumhuriyeti’nin ilgasına ve ilerici güçlerin tasfiyesine yetmediğini anlamış bulunuyorlar. Yeni anayasa çıkışıyla hem “yarım kalan işi” tamamlamak hem de “güçlendirilmiş” bir tek adam rejimi kurmak istiyorlar. Miadı dolmuş Yeni-Osmanlıcı tezleri yeni anayasa ile diriltmenin yollarını arıyorlar. Nereye kadar gidebileceklerini test etmek için bakanların, grup başkanvekillerinin yanı sıra en lümpen unsurlarını da sahaya sürüyorlar. Arada liberallere hoş gelecek laflar etmekten de geri durmuyorlar. Bu çerçevede fantezilere ve mitlere sarılıyorlar.

Liberaller ve İslamcılar çok uzun zamandır “1921 ruhu” olarak formüle edilen bir mit yarattılar. Liberaller “o ruhta” çoğulculuğu ve yerinden yönetimi bulurken İslamcılar “İslami dirilişi” gördüler. Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nu ve I. Meclisin oluşum sürecini tarihsel bağlamından soyutladılar. Halbuki Teşkilât-ı Esasiye gerçek manada bir “anayasa” değildi. Bir kurtuluş mücadelesinin parçası olan 24 maddelik metin, devlet – toplum ilişkilerini düzenlemiyor yalnızca meşruiyetini kuvvetlendirecek idari bir mekanizma kuruyordu. En önemli özelliği hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir ifadesini kayda geçirmesiydi. Bu şüphesiz Cumhuriyet’e giden yolda önemli bir duraktı, ancak adı üstünde geride bırakılacak bir aşamaydı ve ancak saltanat ile hilafetin kaldırılmasıyla son halini aldı.

Hal böyleyken, Ayasofya Baş İmamı Boynukalın’ın 1921 ve 1924 anayasalarına atıfta bulunarak “devletin dini İslam’dır” ibaresinin geri getirilmesini istemesi münferit bir çıkış değil. İmam, bu sözleri Türkiye İslamcılığının yaklaşık bir asırlık ezberine sadık kalarak sarf ediyor. Üstelik yalnızca kendi adına değil o “geleneğe” sahip çıkanlar adına konuşuyor. Şimdi “Onun ne haddine” diyen düzen muhalefeti ise son yıllarda yaptıklarıyla bu zeminin hazırlanmasında pay sahibi olduğunu unutuyor. Zira Baş İmam ve benzerleri, muhalefet evrensel kültür varlıkları olan Ayasofya’nın ve Kariye’nin bir çırpıda müze olmaktan çıkarılmasına sessiz kaldığı, Diyanet İşleri Başkanı’nın Ayasofya’da kılıçla hutbe okumasını sineye çektiği, İslamcılar ve sağcı milliyetçilerle “muhafazakârlık” yarışına girdikleri için bu kadar rahat konuşabiliyor.

Sonradan çark etmek zorunda kalan AKP grup başkanvekili Özkan’ın “yeniden kuruluş anayasası” lafı ile Boynukalın’ın sözleri ve Adalet Bakanı’nın beyanatı arasındaki paralelliği görmemek için siyaseten kör olmak gerekir. Her bir söze karşılık verme yarışına girmenin ötesinde bir siyaset geliştirilmediği sürece de laik cumhuriyete “reklam arası” deme cüreti gösterenler artar.

“Tahmine” gerek yok, bugün iktidar yeni bir anayasa yapıp “devletin dini İslam’dır” ibaresini o anayasanın başına koyamaz. İstemedikleri için değil Türkiye’nin demokratik birikiminden güç alan milyonlarca insan buna izin vermeyecek kadar dirayetli ve cesur olduğu için. Fakat iktidarın egemen güçlerle yapacağı pazarlık sonrasında öyle bir anayasa ortaya çıkabilir ki laiklik ya da sosyal hukuk devletinin “ruhu” ile ilgili tüm temel haklar ve güvenceler silinip gidebilir.

“Açım” diyenlerin, “bu ülkede geleceğimi göremiyorum” diye feryat edenlerin sesini din tüccarlarından, trollerden, iktidar tetikçilerinden daha duyulur hale getirmeden gerçek manada kurucu bir siyaset inşa edemezsiniz. Laikliğin, sosyal devletin, hukuk devletinin ancak geniş halk kesimlerinin talebiyle kesiştiğinde soyut birer kavram olmaktan çıktığını idrak etmeden sistemi düzeltmeye aday olamazsınız. Yoksulluğu sınıftan, eşitliği yurttaşlıktan, liyakati düzen eleştirisinden kopardığınızda ise yaptığınız muhalefet kendinizi aldatmaktan başka bir işe yaramaz.