“Dünya çapında paranın mutluluk getirdiğini düşünenler çoğunlukta. 24 ülkede yapılan araştırmada katılımcıların üçte ikisi daha iyi koşullarda yaşarsa daha mutlu olacağını belirtiyor. Böyle inananTürkiyeli katılımcıların oranı da yüzde 74. Aralarında Türkiye, İsveç ve Brezilya'nın da bulunduğu 24 ülkenin halkına göre para demek mutluluk demek.”

Bu paragraf üzerine görüş belirtmem istenen NTV gece bültenindeki yorumumu merak edenlere aktarayım:

Parayla saadet olur mu? Olmaz.

Parasız saadet olur mu? Olmaz.

Yoksulluk gibi mutsuzluk etkenlerinin ortadan kaldırılması bir önşart olmakla birlikte, mutlu olmak için yetmeyebilir. Çadırda yanarak, çürük binada ezilerek ölümlerin olduğu, çocukların cezaevlerinde tecavüze uğradığı, hedefi belirsiz bir savaşta asker, polis, sivil insanların hayatlarının beyhude yere harcandığı bir zamanda mutlu olunabilir mi? Paranız olsa da, başkalarının parasız olduğu bir yerde mutluluk ne kadar mümkün? Gelir dağılımının eşitsiz, insan hayatının değersiz ve acının egemen olduğu toplumlarda mutluluk, yaşantımızdaki anlamlı ilişkilerin ve uğruna emek harcamaya değer amaçlara doğru çabalamanın sağlayabildiği bir sıcaklıktır.

Bizi neyin mutlu edeceği hususunda genellikle yanılırız. Yanılsamamız ise, para ve güvenlik geldiğinde mutlu olacağımızı sanmamızdır. Paranın mutsuzluğu götürdüğünde yerine mutluluk getireceğini sanarak yanılırız. Büyük beklentilerle yaptığımız tatil planları ya da hayatımızın hedefine koyduğumuz ilişkiler gerçekleştiğinde olmasını beklediğimiz mutluluk nadiren oradadır. Mutlu olup olmadığınızı anlamak için önceden olan tahminleri bir kenara atıp o an nasıl hissettiğinize bakabilirsiniz. Mutluluk katsayınızı yükseltmek isterseniz ise, o an’ı sanki gelecekten hatırlıyormuş gibi yapmayı deneyebilirsiniz.

Paranın sorun olmadığı, demokrasi kültürünün yerleştiği ülkelerde aynı sorular sorulduğunda, “param olsa daha mutlu olurum” diyenler yine başı çekebiliyor. Ancak, geleceğe dönük bu beklenti gerçekleştiğinde (diyelim bugün zengin olduğunuzda) pek de öyle mutlu olmadığınızı görmek şaşırtmasın. Mutluluğu beklemek, mutlu edici olduğunu düşündüğümüz durum geldiğinde mutlu hissetmenin garantisi hiç değil.

Ancak, mutlu hissetmediğimizi belirttiğimiz durumlara zaman geçip de geriye doğru baktığımızda, o sırada ne kadar da mutlu olduğumuzu düşünüyoruz. “Şu anda sizi ne mutlu hissettiriyor” diye sorularak yapılan anket çalışmalarına katılanlar, tanımadığı birisinin selam vermiş olmasını veya güneşin bulutların ardından çıkıvermesini mutluluk verici olarak tanımlıyor. Mutluluk hatırlanan ya da beklenen bir şey değil de o anda hissedilen bir duygu ise, sıradan küçük küçük olaylarla mutlu olabildiğimiz söylenebilir. Beş duyumuzu kullanarak yapabileceğimiz uğraşlar, doğanın varlığını hissettiğimiz anlar gibi. Bir başka deyişle mutluluk damla damla biriken mini-mutlulukların toplamı. Mutsuz hissedilen anlar ise mutlu hatırlanır (hey gidi askerlik günleri hey gibi).

Özetlersem, mutluluk 3'e ayrılır: Beklenen, hissedilen, hatırlanan. Hangisini seçersek…

Bilim, mutluluğa nasıl ulaşılacağı konusunu didiklemekte; ama neyin mutlu edeceğini belirlemek bizim sorumluluğumuzda. Acılarla çevrili olduğumuz bir zamanda bile mutlu anlar yakalayabiliriz. Acı verici durumların bitmesini beklemeksizin, mutlu olma fırsatlarını gördük mü kaçırmamak dileğiyle. Hayata karşı ödenmesi gereken bir borç gibi…

Anna Karenina romanının ilk cümlesi, mutluluğun banal yanını tasvir eder. “Bütün mutlu aileler birbirine benzer; her mutsuz aileninse kendine özgü bir mutsuzluğu vardır.” Mutsuzluğun, mutluluğun doğal tamamlayıcısı olduğunu düşünebiliriz. Kalbin kasılıp gevşemesindeki ritm gibi mutlu ve mutsuz anlar arasındaki gitgeller hayatın dinamosu sayılabilir. Mutsuzluk, aşılması gereken bir engel olduğunda, kaynaklarımızı daha fazla seferber ederiz. Mutluluğun getirdiği rehaveti bozacak bir olay nasıl olsa olur, bizi kendimize getirir. Mutlu olmanın bir tür rahat etme olduğunu düşünürsek, insanın temel davranışlarının bir kısmının bu rahatı bozarak yeni arayışlara girmeyi kapsadığını görebiliriz. Kendi aramızda rahat batması diyebileceğimiz bu ‘sendrom’ çoğumuzu harekete geçiren, ilerleten bir tür reflekstir.

Sıradan mutluluk. Tolstoy’un mutsuzluğu duygu hiyerarşisinde adeta mutluluğun üstüne çıkardığı bu cümlesinde gizli olan mutluluğun doğallığıdır. Mutluluk bir norm olduğu için çokça ve sıradan sayılır. Mutsuzluk ise bir dengenin bozulması ve her bireyde kendi rengini alması olarak görülebilir.

Para ve saadete dönersek, ‘parayı ver, saadet kalsın’ çağında olduğumuzu gösteren anket sonuçlarına saygı duruşu yapıp, bir kenara gömebiliriz. Nasıl mutlu olacaksın sorusunu bir kenara atıp, en son ne zaman, nerede mutlu hissettin sorusuna 30 saniye içinde cevap bulmakta zorlanıyorsanız, bir 30 saniye daha bu sefer kendinizi zorlayarak düşünmelisiniz.

Cep telefonları kullanılarak yapılan bir araştırmada (Killinsworth ve arkadaşları) ‘şu anda ne yapıyorsunuz?’ ve ‘ne kadar mutlusunuz’ diye soruluyor. Mutluyum diyenlerin çoğu o anda ne yapıyorlar? Bir faaliyete odaklanmış, onu yapmakla, elleriyle emek vermekle ya da bir başka insanla konuşmakla meşguller. Pasif olduklarında (televizyon seyretmek gibi), odakları savruk ve dağınık olduğunda ise mutlu hissetmediklerini söylüyorlar. Şu anda ne yapıyorum? Ne kadar mutluyum? Bu iki soruyu gün boyu, 10-15 kere kendinize sorduğunuzda ne göreceksiniz, merak ederim.