Bir toplumda istikrarın, büyümenin, kalkınmanın en temel ölçütü sanılanların, iddia edilenlerin, teorinin yanılsamasının aksine “biz”dir, esas toplumsal birlik ölçütü, bir ben vardır benden içeri değil, bir biz vardır, bizden içeridir. Çünkü toplum olmanın esası, aidiyettir, ülke olmanın, millet olmanın, vatandaş olmanın ölçütü BİZdir.

Ne oldu? Türkiye’de çok ciddi sayıda biz vardı, ben değil, toplum “biz”i öğrenmişti, ya hep beraber, ya hiçbirimiz diyordu millet. Ve ceza kesildi, 1980 DARBESİ OLDU. HER KOYUN KENDİ BACAĞINDAN ASILIR dönemin şiarı oldu. Ve insanlık ideallerinin, ahlakın, vicdanın, toplumsal belleğin ve insan olmanın onurunun katili ÖZAL çıktı, millete nutuk çekmeye başladı. BENCİLLİĞİ, MALI GÖTÜRMEYİ, İŞİNİ BİLEN MEMUR OLMAYI, MEMLEKET MESELELERİNİ DERT ETMEMEYİ, İŞİ ÖRTBAST ETTİKTEN SONRA “YÜRÜTMEYİ” şunu bunu anlatıp durdu.

Sonra da bir de baktık ki acayip kıstaslar karşımızda: dünyanın hangi lüks malı varsa, soframda istiyorum diyordu, keyifli keyifli, sofrasında olmayanlar mı, bana ne onlardan! Hop bir de baktık ki milletin vatanın toplumun birliğin kıstası değişmiş. Zenginler yediklerinin, giydiklerinin, şatafatının reklamını yapıyor. Hoppala, eskiden gazetelerde beyanat verdiklerinde dahi fotoğraflarının çıkmasını bile istemiyorlardı. Neyse iş değişti artık: Şatafat zamanı gelmişti, zengin çocukları, ralli yolları olmadığı için, kamusal yolları kapatıp, lüks araçları ile normal trafik yollarında yarış yapıyor, kaza yapıyor, kız tavlama turları atıyordu. Bakın özel üniversiteler açıldı, onlar bir de o büyük bahçelerine ölen öğrencileri için fidan dikmeye başladılar, bunların çoğu “trafik kurbanı” idi, aslında trafik falan değil, çek kafayı bas gaza, yap kazayı, gitti bizim “can”. Üniversiteliler, veriyorlar partiyi, çekiyorlar kafayı, vuruyorlar erotik hazların dibini. Sizin aklınız alıyor mu 1970’lerde böyle şeyleri… işte size resmi tarih değişiyor.

Sonra adım adım “BİZ”in yıkılışını gördük,

sendika yöneticisi işçisiyle hayat damarlarını kaybetmeye başladı,

futbolcuyla takımı arasındaki ilişkiye tuhaf paralar girdi,

partili ile ideoloji arasında tuhaf şeyler oldu,

milletvekiliyle partisi arasındaki ilişkide yıkıldı, basında bile kimileri için “fırıldak” denmeye başladı.

Bakanlık pazarlıkları çıktı, adamın geçmişiyle milletvekili olduğu parti arasında korkunç ve kabul edilemez farklar çıkmaya başladı: bu ne perhiz bu ne lahana turşusu diyenlere, “o benim cahiliye devrimdi” savunması kamuya mal oldu.

Öyle şeyler oluyor ki düpedüz kamusal alanda, birbirlerine galiz hakaret eden siyasiler ittifak ettiler, bunların arasında da öyle on yıllar falan yok, aynı on yıllık periyotta öyle oluyor. Bir de bakıyorsun öbürünün tekkesinde bakan olmuş.

Şeyhlik iyi para getirir oldu. Karşılıksız fetva bile verilmiyor artık, önce arpalık, sonra fetva…

Bir de bakıyorsun boyalı basınımıza, ne görüyoruz, erken seçim oluyor, milletvekilleri milletvekili olmak için, şunu bunu satmış, şimdi yeniden seçilmek için, şunları bunları da satacak, yani milletvekili olmak bir ticaret, bir yatırım işi, ama vatan için millet için, fikir için ideal için değil, bunun emekliliği var, maaşı var, milletvekiliyken yan gelirleri var, ihalesi var, şusu busu var, eee ne oluyor, millet pasifize olmuş, yalanın dibi yok, gerçekler değil, hayali ihracattan türeme hayali mazeretler, her şeyin açıklaması için kullanılıyor.

Sol örgütlere bakıyorsun, ne görüyoruz, tuhaf ilişkiler, tuhaf gelir kalemleri, tuhaf liderlik payları… tuhaf silahlı eylemler, kim kimin ittifakı belli değil, düşman kardeşler, el altından tuhaf görüşmeler yapıyor, bu arada çocuklar da kadınlar da, 70’lik insanlar da can veriyor. İnsanlığımızdan utanır olduk.

Adam Cannes’da siyah gömlek giyiyor, Türkiye’ye geliyor, Soma Davasına katılmıyor, işçilerin ailelerine baskı yapılıyor, hiçbir açıklama yok, ama ödülü gardırobunda saklı, bu arada acayip destekler alıyor.

Adam fiilen film yapıyor, yaptığı filmi daha gösterime çıkmamış, festival yüzü görmemiş, ama bakanlık destek kurulunda, destek parası dağıtıyor. Adam yapımcı, fiilen işi devam ettiriyor, hatta kendi filmine destek çıkartıyor, ama bakanlık destek kurulunda.

Yani demem o ki bu ülkede, BİZin tanımı değişti, BİZ parçalandı, nereye aidiz belli değil, BİR BİZ ÇIKARIYORLAR, ORTAĞIZ HESABI, SONRA AYNI ORTAKKEN HER BİRİ KENDİ PROJESİYLE RAKİP OLUYOR, HOOP ORTAKLIK DAĞILDI, ŞİMDİ GÖRÜŞMÜYORLAR…

tekke dağıldı, mal varsa ortaklık var, rakip olduk mu meslek birliği yok… ilkeler yok. gazeteci gazeteciyi hedef gösteriyor, ispiyonluyor, tehdit ediyor. olmadı avrupa birliğine mektup yazıyor, o gazeteci olduğu için tutuklanmadı diye, aman avrupa birliği burada fikir özgürlüğü var… tekkeler gazetecileri maaşa bağlamış… yazarlar yazarları hedef alıyor, ispiyonluyor… ne oluyoruz ya… millete verip veriştirenler, yaptıkları sahtekarlıkları örtme derdinde… bu millet adam olmaz, sen yemene bak. oh ne güzel, kendi yaptıklarını görmüyorlar, millete saydırmak rahatlamak işi…

yahu arabesk kralı borsada spekülasyon yapmaktan sorgulanıyor, abi bu ne iştir… örtünmüş, fotoğraf vermiş, imana gelmiş, ne oldu, işler bozuldu… adamın evinde televizyon yokmuş, ama disko varmış… umreden dönmüş, ona dokunmaya çalışıyorlar havaalanında, ne oluyoruz yahu…

adam inşaatçı, televizyonda kadınlara saydırıyor, gündelik ilişki istemiyormuş, isteseymiş, İstanbul’da kadın kalmazmış, arsızlığa bakın… iş tuttuğu da diyor ki elektrik faturam… ar damarı çatlamış…

bu millete bir şey olduğu yok, Millet inim inim inliyor, yalnız milletin önüne konulan vitrinde acayip şeyler oluyor…

Vitrin bozuk, abi, ben ne yapayım!

Biz kalmayınca, ben arsız ve hayasız oluyor, gerisi yalanın dibi, haramın dibi, aydınların bu halini görünce, NO! filmine bakın… Pinochet referandumu kaybetmişti, çünkü oylama için kendisiyle işbirliği yapan tek bir ünlü ve önemli sanatçı bulamamıştı, onlar NO! şarkısında düet yapıyorlardı, aradaki fark burada.