Bu yazıyı yazarken döviz kuru yükselmeye devam ediyordu. Ekonomistler birbirinden karamsar senaryolarını öfke ve üzüntüyle dile getiriyorlardı. İktidar tarafından yıllar yılı, öylesine derin bir umutsuzluk yaratılmıştı ki… 2020 Eylül’ünde genç denebilecek bir yaşta yitirdiğimiz antropolog David Graeber, şöyle yazmıştı ‘Tersine Devrimler’ kitabında: "Umutsuzluk doğal bir hâl değil. Üretilmesi gerek. İçinde bulunduğumuz durumu anlamak istiyorsak önce son otuz yılın, umutsuzluğun yaratılması ve sürdürülmesi için devasa bir bürok¬ratik aygıtın inşa edilişine tanık olduğunu anlamamız gerekiyor." Graeber, bu tespiti ABD için yapıyor, Türkiye için de pekâlâ söylenebilir. Küreselleşme karşıtı hareketlerin ortaya çıkışından itibaren popülist liderler ve politikaların bütün dünyada farklı şekillerde daha güçlü bir şekilde ortaya çıkışı, tesadüf olmasa gerek.

***

Sözü David Graeber’e getirmişken, onun bir başka kitabı ‘Kuralların Ütopyası’nda dile getirdiği hayal kırıklığı meselesini ve Cristopher Nolan’ın ‘Batman’ üçlemesini ele aldığı yazısını anmakta fayda var. Freudyen bir yaklaşımla süper kahraman filmlerinin ortak özelliklerinden bahsettiği yerler ve siyasi çıkarımları pek güzeldi. Ama o kitapta altını çizdiği şey şuydu: 70’lerde, 80’lerde, 90’larda doğan çocuklar, sistem ve kültür tarafından aldatılmışlardı. Bu kuşaklar, dünyanın adil bir yer olduğu ya da olacağı, iyilerin ya da çalışkanların mutlaka kazanacağı vaadiyle büyütülmüştü. Ama karşılaştıkları gerçeklik hiç de öyle olmadı, vatan ya da insan sevgisini yüceltenler darbelerle çok ağır bir biçimde cezalandırıldı, dürüst ve ahlaklı olanlar sürekli kaybettiler, yalancılar ve işini bilenlerin önü her zaman açıldı, liyakatın çok da önemli olmadığı, insanların tuttuğu tarafa, dahil olduğu dinî ya da siyasi cemaate göre avantajlı ya da dezavantajlı olduğu bir sistemin içinde buldu herkes kendisini. David Graeber, bu durumu, "kafamız karıştı, öfkeliyiz, ama aynı zamanda kendi öfkemizden rahatsızlık duyuyoruz, her şeyden önce büyüklerimize inanacak kadar aptal olduğumuz için utanıyoruz" diye tarif ediyor.

***

Yazılarımda bahsettiğim toplumsal simge ve değerlerin çözülüşü ve bunun psikolojik etkileri, tam da bu utançla birlikte yaşanıyor. Z kuşağı denilen kuşağı diğer kuşaklardan ayıran fark da burada, onlar böyle bir kandırılma yaşamadılar, şimdiki iktidarın kucağına, yani doğrudan umutsuzluğun içine doğdular. Bu kuşağın yaşadığı sorun da bu umutsuzluğun neden olduğu parçalanmayla ilgili. Sadece teknolojik gelişmeler, her şeyin dijitalleşmesi ya da sosyal medyanın etkisiyle kitap okumaktan uzak duruyor değiller; kitap okumak, bilginin, erdemin, gelecek tahayyüllerinin ve siyasetin önemine inanmakla, kısacası umutlu olmakla ilgili bir eylem, geleceğe inanmakla… Türlü felaket senaryolarının, iklim krizinin, ekonomik krizin, salgın ve hastalıkların tehdit ettiği ve hiçbir kuruma güvenilmeyen, insanlar arasındaki bağın ve güvenin zarar gördüğü distopik bir psikosferde, ânı yaşamak daha önemli hâle geldi.

David Graeber, zor kullanma tehdidiyle desteklenen sistematik eşitsizliklerin her daim çarpık ve parçalanmış hayal gücü yapıları ortaya çıkardığını ve bu parçalı bölüklü yapıların bünyesinde ‘yabancılaş’tığımızı yazmıştı.

Bu yazıyı yazarken döviz kurları yükselmeye hızlanarak devam ediyordu, zam yağmuru kapıdaydı. Kim hangi gerçekliğe inanırsa inansın, gerçeklik orada... Bizim bütünleşik, birbiriyle etkileşimli hayal gücüne ihtiyacımız var. Hayal gücü, insanın sonsuzca çoğul şeyleri üretebilmek için kendini ve başkalarını birbirlerine bağlı özneler olarak hayal edebilmesiyle çalışır. İmkânsızı istemek, ancak başkalarıyla olan bağlarımızı hatırlayarak ve umutsuzluğu reddederek mümkün olur. Bugün, her zamankinden daha fazla gerçekçi hayallere ve birbirimize inanmaya ihtiyacımız var.