Anayasa değişikliği için, 12 Eylül’de sandığa gidiyoruz. 12 Eylül Anayasası için de sandığa gidilmişti. Geriye bakınca, bizim ailenin sandıktan tartışarak...

Anayasa değişikliği için, 12 Eylül’de sandığa gidiyoruz. 12 Eylül Anayasası için de sandığa gidilmişti. Geriye bakınca, bizim ailenin sandıktan tartışarak gelişini hatırladım. Yaşı yetenler hatırlayacaktır; hayır oyunu temsil eden pusula maviydi ve zarfa koyduğunuzda, dışarıdan görünüyordu. O ortamda, bu durum tedirginlik yaratmıştı. Anlaşılan o ki, baskıyı sindiremeyen babam “öyle olmaz, böyle olur” deyip, göstere göstere mavi pusulayı zarfa koymuştu. Ailenin diğer fertleri, bu davranışı nedeniyle, babama sitem ediyor, babam küfürlü biçimde “eş...’ler bizi esir mi alacaklar” diye söyleniyordu.
İşte 12 Eylül’ün o karanlığından yararlanıp, iktidara gelenler, şimdi bir kez daha sandığı önümüze koyuyorlar. Üniformaları yok bu kez. Üstüne üstlük, 12 Eylül’ün üniformalılarından hesap sormak için de yetki istediklerini söylüyorlar. Bildik liberal-demokrat çevrelerde, bu maddeyi gerekçe göstererek, iktidara alkışlı destek veriyor. Öte yandan, bu maddeye evet dediğinizde, “sivil darbelerin” önünü açan bazı maddelere de evet demek durumdasınız. Ancak bu durum da yeni değil; 12 Eylül Anayasası’na evet diyenlere, yanında bir de Cumhurbaşkanı vermişlerdi.
Öte yandan, 12 Eylül darbecileriyle ilgili madde eğer “kafası karışık liberal-sol çevreler” için bir sıkıntı yaratıyorsa, iktidar çevreleri için yarattığı sıkıntı daha az değil. Referandum konusunda Amerika’daki aile büyüğünün alacağı tavır önemli. Ancak ortada bir tutarlı olma sorunu var. Söz konusu aile büyüğü 12 Eylül’e “otoritelere isyan edilmez” diyerek, destek vermişti. Şimdi yargılanmalarına destek verirse, bu durumda, o da “eksen kayması” sorunuyla karşı karşıya kalacak.
Konunun traji-komik sayılabilecek bu tür boyutlarını bir yana bırakırsak, Anayasa değişikliğine yönelik referandum konusunda üzerinde durulması gereken bazı önemli konu ve tespitler var.
Birincisi, önümüze konulan sandık, herşeyden önce, iktidarın bir büyük başarısızlığına tanıklık etmektedir. Bilindiği gibi, iktidar yeni bir anayasa hazırlama konusundaki kararlılığını, çeşitli kereler, dile getirdikten sonra, bu işi eline yüzüne bulaştırdı. Bir anayasa profesörüne kapalı kapılar ardında hazırlatılan Anayasa taslağı doğru düzgün tartışılmadan, rafa kaldırıldı. Bırakın yeni bir anayasa hazırlamayı, bu konuda bir yöntem bile geliştiremeyen iktidar, bu kez hedefini biraz daha küçülttü. Yine kapalı kapılar ardında olmakla birlikte, bu kez “parçalı” (Anayasa’nın bir orasından, bir burasından maddeleri değiştirmesi anlamında) ve “bulutlu” (görünenin gerisindeki gizli niyetler anlamında) bir anayasa değişikliği taslağı hazırlanıp, önümüze kondu; 12 Eylül mantığını hatırlatan biçimde, yine tartışılmadan ve yine yangından mal kaçırırcasına. Bu nedenle, karşı karşıya bırakıldığımız referandum iktidarın yeni ve kapsamlı bir anayasa hazırlayacak irade ve istekliliğe sahip olmadığının tescili anlamına geliyor.
Tam da bu bağlamda, referandumun açığa çıkardığı ve altı çizilmesi gereken bir diğer konu Anayasa’ya bakışın, başta iktidar çevrelerinin ki olmak üzere, parçalı-bulutlu hale gelmiş olmasıdır. Anayasalardan beklenen “görece soyut” düzenlemeler olarak, belli bir “ruha”, “genelliğe” ve “bütünlüğe” sahip olmalarıdır. Örneğin, 12 Eylül’ün Anayasası baskıcı, 1961 Anayasası görece özgürlükçüydü. Geldiğimiz noktada, bu tür bir bütünlük kaygısından uzaklaşıldığını görüyoruz. Başta iktidarın kendisi olmak üzere, taraflar Anayasa değişikliği konusunda pragmatik davranıp, konumlanıyor; iktidar önümüze kendi acil ihtiyaçlarına yanıt verecek bir paket koyuyor. Anayasa’nın koruyucusu konumundaki Anayasa Mahkemesi bile, kısmi bir değerlendirme yapıp, sadece yüksek yargıya ilişkin maddeleri iptal ediyor. Kendine sol diyen bazı çevreler 12 Eylül darbecileri yargılanacak diye, pakete destek veriyor. Yani ortada bütünlük ve tutarlılık aramanın olanaksız hale getirildiği, sürecin siyasal bağlamının dikkate alınmadığı, parçalı ve de bulutlu bir durum var.
Üzerinde durulması gereken üçüncü bir konu, tam da bu parçalı-bulutlu durum nedeniyle, toplumun önüne sandığın konulması demokratik bir sürece değil, toplumun geniş kesimlerine yapılmış bir haksızlığa işaret ediyor. Çünkü, anayasa oylamalarının bir bütün olarak toplumun önüne konulduğu durumlarda, eğer gerçekten demokratik bir ortam ve bilgilenme olanağı varsa, sıradan insanlar anayasanın ruhuna ve genel prensiplerine oy verirler. Oysa yukarıda da değerlendirdiğimiz gibi, önümüze konulan paket parçalı-bulutlu bir nitelik taşıyor. Yüksek Yargı Organlarına üye seçim yöntemini anlamakta uzmanların bile zorlandığını hatırlatalım (Hakkını verelim; Anayasa Mahkemesi bu konudaki küçük numaraları görmezden gelmedi).
Hal böyle olunca, topluma içeriğini ve sonuçlarını tam olarak kavrayamadığı konularda “onay ver” demekten daha anti-demokratik tutum ne olabilir ki? Birşeyi onaylamak ya da onaylamamak için, konu hakkında yeterli fikrinizin olması gerekir. Toplumun ciddi bir bölümünün, yaratılan karmaşa nedeniyle, görüş oluşturamamasının muhtemel olduğu bir konuda, var mı sandıktan çıkacak, fikrim yok, şüphelerim var ya da kararsızım görüşlerinin karşılığı? Yok! Bu tür bir konumun seçenek olması için bir sonuç yaratması gerekir. Örneğin, 12 Eylül günü sandıktan yüzde 35 boş oy çıksa, evet oyları yüzde 33, hayır oyları yüzde 32 olsa, sandıktan evetçiler galip çıkmış olacak. Dolayısıyla fikrim yok, kararsızım görüşünün bir değeri yok. Yani iktidar bize, anlasan da, anlamasan da,  ya evet, ya da hayır yanıtını ver diyor.
Kuşkusuz kararsız ya da farklı düşünenlerin oyları bu derece yüksek çıkmayacak. Çünkü bu tür bir durumda, sandıkta alınan tavır Anayasa’nın içeriğine yönelik değerlendirmelerden çok, iktidara yönelik hissiyat tarafından belirlenecek. Diğer bir anlatımla, mevcut iktidarı destekleyenlerin evet, karşı çıkanların hayır dediği bir durumla karşı karşıya kalmak üzereyiz. Anayasa değişikliklerinin bu mantıkla oylanması vahim bir duruma işaret ediyor. Çünkü, beklenti iktidarların gidici, anayasaların kalıcılığı olmasıdır. Oysa iktidarın süreci getirdiği nokta, Anayasa’nın değil, iktidarın oylanması ve Anayasa gibi hassas bir konuda, toplumun orta yerinden bölünmesidir.
Bütün bu değerlendirme, iktidarın önümüze koyduğu paketin ne derece sorunlu olduğunu gösteriyor. Kuşkusuz 12 Eylül rejiminden çıkan mevcut Anayasa’nın, tartışmaya açılıp, kapsamlı bir biçimde değiştirilmesi gerekiyor. Ancak ortaya çıkan durum gösteriyor ki, 12 Eylül rejiminin yarattığı baskıcı ve karanlık ortamda yeşeren mevcut iktidar bu tür bir değişikliği yapmaya muktedir ve niyetli değil; yapmak istedikleri 12 Eylül ruhunu kendi ihtiyaçlarına göre yeniden yorumlamak.
Sivil otoriterler askeri otoriterliğin eseri Anayasa’yı değiştirmeye kalkınca böyle oluyor; parçalı ve de bulutlu!